İNSAN ÇEYREK ASIRLIK HOCASINA BU KADAR TERS DÜŞER Mİ?

İNSAN ÇEYREK ASIRLIK HOCASINA BU KADAR TERS DÜŞER Mİ?


Son zamanlarda Nurettin Veren, Latif Erdoğan ve Prof. Dr. Ahmet Keleş’i televizyon ekranlarından dinliyoruz. Nurettin Veren ve Latif Erdoğan 35-40 yıl F. Gülen’den ders almış, dava arkadaşlığı yapmış ve onunla çok samimi ilişkiler kurmuş iki değerli insandırlar. Ahmet Keleş de yine 17 yıl F. Hoca’nın yakınında bulunmuş, ondan ders almış, mütevellilerinde yer almış, hatta F. Hoca kadar beliğane vaaz verebildiği için “2. Fethullah” lakabıyla şöhret bulmuştu. Ancak 1997 yılından beri, yani yardımcı doçent olarak Üniversiteye intisap ettiği günden beri cemaatle arasının bozuk olduğu haberini duymuştum. Nurettin Veren’i şahsen tanımam. Ancak Latif Hoca’yı bir kere Erzurum’da görmüştüm. Ahmet Keleş hoca’yı da yakından tanırım. İkisi de çok değerli ve asla yalan söylemeyecek kadar takva sahibi olan insanlardır.
Ancak F. Hoca hakkında söyledikleri şeyler herkes gibi beni de dehşete düşürdü desem yalan olmaz. Acaba bu zatlar mı yalan söylüyorlar, yoksa bu zatların dediği gibi gerçekten F. Hoca istikameti kaybedip doğru yoldan mı çıkmış? Doğrusu sağlam imana ve takva derecesine sahip olan bunca değerli insanın söyledikleri yenilir yutulur cinsten şeyler olmasa da ciddiye alınması gerekir.  Çünkü bu güne kadar ne Zaman gazetesi ne de Samanyolu TV bu zatların söylediklerine ciddi cevaplar vermediler. Sadece kolaycı bir yaklaşımla suçlamaları toptan reddetmek ve F. Hoca’ı metheden elemanları TV’ye çıkarmakla yetindiler. Bakınız Latif Erdoğan Hoca neler söylüyor:
“F. Hoca militanlarını İsrail’de yetiştiriyor.”
“ Hoca’nın imamlarından birisi, himmet toplantısı için Afyon’da bir araya gelen 400 kişilik iş adamlarına “Hoca cennetin kapısında duracak ve sizi teker teker cennete idhal edecektir”  diyor.  
“Hoca,  Zaman gazetesindeki röportajında vururken ağlıyor. Tıpkı Yahudiler gibi… Oysa asıl ağlaması gereken, operasyona uğrayan T. C. Hükümet yetkilileridir. Ama o kadar Yahudilerle iç içe olursanız onlardan esinlenirsiniz ve vururken ağlamaya çalışırsınız.”
“Hoca her zaman, bir gün düğmeye bastığında her şeyin onun emrine gireceğini hayal ediyordu. Fakat 17 Aralıkta bunun böyle olmadığını görünce şaşırdı. Aslında Hoca düğmeye basarken hükümeti bir labirentin içine sokacaktı ve onlar bir daha oradan çıkamayacaklardı. Ama olmadı.”
“Hoca’nın, Ben affetsem bile Allah affetmez, sözü boştur. Çünkü Hoca Efendi veli bile olsa 17 Aralıktan sonra velayetinden zerre kadar bir şey kalmamıştır. Hoca’nın devleti ele geçirme sevdasından vazgeçmesi gerekir; çünkü onun fıtratı siyaset için uygun değildir.”
“F. Hoca ve onun cemaati hiçbir zaman T. C. Hükümetine operasyon yapacak bir güçte değildirler. Onların arkasında İsrail ve dış güçler olmasa bu işi yapamazlardı.”
“F. Hoca Gezi olayları sebebiyle hayatını kaybeden Berkin Elvan’a taziye mesajı yayınlayıp da diğer vefat edene mesaj göndermeyince ondan iyice sıktım sıyrıldı. İnsan bu kadar hükümetine ve milletine düşman olabilir mi?”
“Bir gün Hoca Efendi ABD’deyken tasavvufun aleyhinde öyle konuştu ki, en şiddetli vahhabiler bile böyle bir konuşma yapamazdı. Ben de Hoca’nın tasavvufa dair yazdığı bir kitabı kast ederek “Hocam, Kalbin Zümrüt Tepeleri…” dedim. Hoca, “Ben o kitabı kültür olsun diye yazmıştım” dedi. Demek ki, Hoca birçok şeyi kültür olsun, iş olsun diye yazmış, dedim.”
“Bir gün Hoca dedi ki: “Yanıma bir papaz geldi. Ben ona hemen Hz. İsa’nın ne kadar büyük bir insan olduğunu anlattım. Adam döndü bana dedi ki: Madem İsa bu kadar değerli bir peygamberdir. Muhammed’in gelmesine ne gerek vardı? . Doğrusu ne diyeceğimi şaşırdım.” Hoca birisinin hoşuna gitsin diye her şeyi allandıra ballandıra anlatır.”
“Fethullah Hoca gibilerde peygamberlik iz düşümü vardır. Ona göre eğer peygamber gelseydi kendisi peygamber olurdu.”
“İstanbul’dayken mütevelli toplantıları için önce alt komisyon toplanır ve orada konuları tartışırdık. Sonra tartıştığımız konuları hoca’nın yanına götürürdük. Hoca münakaşa ettiğimiz konuları bize teker teker anlatırdı. Biz hayretler içinde kalır ve bunu onun kerametine hamlederdik. Meğerse bizi dinliyormuş da haberimiz yokmuş.”
Prof. Dr. Ahmet Keleş’in söylediklerini başka bir gün yazacağız.