İKİ BABA VE BİZ

İKİ BABA VE BİZ

    Bir tarafta Özgecan’ın babası. Yüreğine ateş düşmüş. Gencecik kızı, böylesi düşman başına bile gelmesin dedirtecek en korkunç bir şekilde hayattan koparılmış. Bütün bir ülke halkı ayağa kalkmış. “İdam cezası” yeniden tartışılmaya başlanmış. Sokaklara taşan öfkeli kalabalıklar en ağır cezanın verilmesini talep ediyor. Sessiz kitleler, belki de dünyadaki cezayı yeterli görmedikleri için beddualar ediyor.
Ama o acının en büyüğünü yaşayan baba, içi kan ağlayarak da olsa “Bu vahim olayı yapanlara zulmedilmesin, adaletin karşısına çıkıp cezalarını çeksinler” diyor; daha ileri gidip "Allah benim kızıma bunu yapanların ana babasına da yardımcı olsun" diyor.
Ve o halde bile hepimize büyük bir insanlık dersi vererek sevgiden söz ediyor. “Sevmekten başka çıkar yolumuz yok” diyor;“Bizler sevmesini saymasını öğretmeye geldik cihana” diyor.


    Diğer tarafta katilin babası var. Oğlu tecavüze kalkıştığı genç bir kızı hunharca öldürdükten sonra kendisinden yardım istiyor. O da koşup oğluyla beraber cesedi yakmaya çalışıyor. Olay ortaya çıkmasın, oğlu cezalandırılmasın diye. Yani çocuğunu korumanın derdinde, kendisine göre bir çeşit “babalık” yapıyor ve onun suçuna ortak oluyor. Yakınlarının açıklamalarından anlıyoruz ki aslında oğlunu o hale getiren de kendisi.
    Şimdi herkesin empati yapıp kendi kendine şu soruyu sorması lazım: Bizim çocuğumuz (kardeşimiz, arkadaşımız, babamız vs) böyle bir suçu işlese ve bizden yardım istese, bizim tavrımız nasıl olurdu?
    Allah kimselerin başına vermesin ama ben maalesef böyle bir durumda çoğunluğun bu baba gibi davranacağını düşünüyorum.


Peki, doğru mu? Kesinlikle değil. Çok çok zor olmakla beraber, bedeli ne olursa olsun, zulmün yanında yer almamak, adaletten yana tavır almak, kim olursa olsun suçluyu korumamak, suçaortak olmamak gerek.
İnancımız da, insanlık da bunu gerektirir.
Allah, “Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun…” (Nisa Suresi, 4/135) buyuruyor.
Her konuda en güzel örneğimiz olan Hz. Peygamber, "Hırsızlık yapan, kızım Fatıma dahi olsa elini keserdim” diyor.
Raşit halifelerden adaletin timsali Hz. Ömer, içki içen oğluna had cezası uyguluyor.
Tarihimiz bu gibi örneklerle dolu. Ama geldiğimiz nokta malum.
Adaletin tersi zulüm.O kadar büyük bir suç ki, zulme meyletmeyi bile yasaklıyor Rabbimiz:
“Zalimlere (sevgi beslemek, yağcılık yapmak veya yaptıkları işlere rızâ göstermek suretiyle) meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (Cehennemlik olursunuz). Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur; sonra yardım da görmezsiniz.” (Hud Suresi, 11/113)
Aslında temel sıkıntı nedir biliyor musunuz? İlkeli bir duruşumuz yok. Adaleti işimize geldiği kadar istiyoruz. Ve sadece başkasının zulmüne karşı çıkıyoruz. Ama adalet bizim aleyhimize olacaksaitiraz ediyoruz; zulüm bizden veya bizimkilerden kaynaklanıyorsa susuyoruz, hatta kılıf bulup savunmaya kalkışıyoruz.
Oysa bedeli ne olursa olsun hep adaletten yana olmalı, kimden gelirse ve kime karşı olursa olsun zulme karşı çıkmalıyız. Zalim olan, haksızlık yapan, oğlumuz, kızımız, babamız, annemiz, kardeşimiz, arkadaşımız, akrabamız, aşiretimiz, milletimiz, cemaatimiz, derneğimiz, vakfımız, sendikamız, partimiz, kim ve ne olursa olsun…
Hakkın hatırı her zaman, herkesten ve her şeyden önce gelmeli.
Duruşumuz, ancak o zaman anlamlı, samimi ve inandırıcı olabilir. Yoksa kendimizi kandırmaya devam ederiz. Bu olaylar da böyle sürüp gider.
Acaba diyorum, ahirete imanımızda mı bir sorun var?