İHLÂSLI İNSANLAR VE İBLİS

İHLÂSLI İNSANLAR VE İBLİS

 

Hz. Musa’dan sonra, halis tevhid döneminin her memlekete yayıldığı bir devirde her nasılsa bir yerde, eski alışkanlıklarına bağlı bazı insanlar bir ağacı tanrı kabul ederek ona tapıyorlardı. Tevhid dinine şiddetle bağlı olan bir mümin, bu haberi alır almaz, eline keskin bir balta alarak yola koyuldu. Yolu yarılamışken İblis, onun karşısına bir insan şeklinde çıkıverdi ve sordu: “Nereye gidiyorsun bu baltayla beyim?” dedi. Adam, “Filanca yerde, Tanrı diye bir ağaca ibadet eden insanlar olduğunu söylediler. O ağacı kesmeye ve o insanları tevhid dinine davet etmeye gidiyorum” dedi.

İblis, “Bir sürü insana faydası olan güzelim bir ağacı kesmene müsaade etmeyeceğim. Bunu yapamazsın. Ancak vücudumu çiğner, öyle gidersin” dedi. Derken aralarında şiddetli bir münakaşa, münakaşadan sonra kavga başladı. Fakat adam keskin baltasıyla oldukça cılıız ve çelimsiz olan İblisi yere serdi ve baltayı boğazına dayadı. Tam bu esnada İblis farklı bir metotla yaklaştı: “Dur bakalım kardeş! Neden bu ağacı keseceğini anladım da; bir şey daha vardır. Allah ‘Her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini’ söylemiyor mu? Madem öyle; bu ağaç da Allah’ı tesbih etmiyor mu? O halde kabahat ağaçta değil, ona tapan insanlarda… Gel bu işten vazgeç. Hem ben bunun karşılığında her gün helalinden sana iki dinar vereceğim” dedi.

Adam ikna olmuştu. İblis’i serbest bıraktı ve baltasını omzuna atarak evine geri döndü. Fakat dinarları ödemeye devam eden İblis bir ay sonra dinarları kesti. Adam yine öfkelendi ve baltasını omzuna atarak yola düştü. Yine aynı yerde İblis ile karşılaştı. Bu kez İblis çok neşeli ve serinkanlıydı. Aynı sebepten dolayı adamla kavga etmeye başladı. İblis adamı bir darbeyle yere serdi. Adam hayretler içinde kaldı. Keskin baltasına sarıldıysa da baltayı kendi bacağına vurdu. İblis de baltasını elinden alıp metrelerce öteye fırlattı ve: “Kalk bakayım, seni öldürmeyeceğim. Evine dön” dedi.

Adam, cılız ve sıska vücutlu İblis’in kendisini nasıl mağlup ettiğini anlayamadı ve İblis’e sordu. İblis şöyle dedi: “Bak beyim; sen ilk defa yola çıkarken Allah için yola çıkmıştın. O zaman seni hiçbir güç yenemezdi. Zira Allah seninle beraberdi. Ancak ikinci kez yola çıkış amacın dinarlardı. Bu kez Allah senin arkanda yoktu ve bu yüzden, benden güçlü olduğun halde seni yendim

19. Asrın sonlarından itibaren İslam dünyasında deccal sofrası açıldı. Bu işin ciddiyetini anlamayan bazı İslam âlimleri sofraya oturup istifade ettiler ve din açısından vaziyeti kurtarmaya çalıştılar. Yerine göre içki sofralarında oturup dinle alay eden yönetici kadrolara başlarını eğdiler. Ama Bediüzzaman gibi “Binlerce başların feda olduğu kudsi bir hakikate başımız dahi feda olsun” diyerek sofraya oturmayanlar da vardı. Bunlar çok ağır şartlarda bir cemaat oluşturma peşine düştüler. Allah ihlâslarına binaen onları muvaffak etmişti. Milyonlarca insan da liderlerin davasına inanmıştı.

Zaman geçti, devran değişti; ülkeyi yöneten kadrolar İslam’a yakın hale geldiler. Cemaatlerde de gevşemeler başladı. Bazı cemaatlerin elemanları, bürokrasinin tatlı koltuklarına oturdukça, ülke yönetimini daha kolay bir şekilde ele geçirebileceklerini düşünmeye başladılar. Hükümetler de, onların iyi niyetlerini esas alarak önlerini açmaya başladılar. Ancak koltukların, makamların ve dinarların tatlılığı bazı cemaatlerde kökten tutum değişikliğine sebep oldu. Müritlerinin çokluğu cemaat liderlerindeki ihlâsı da zedelemeye başladı. Hatta liderler cemaat üyelerine, kendi adamları dışında kimseye karşı adil davranmamaları, tüm sisteme hâkim oluncaya kadar adaleti bay-pass edebilecekleri konusunda emirler verdiler. Öyle de yaptılar. İşte bazı cemaatlerin, devletle ve halkla ilişkilerindeki kırılma noktası burasıydı ve ihlâsı zedeleyen bu nokta çok tehlikeliydi. Oysa Hz. Peygamaber (s.a.v) hicret ederken, can düşmanı olan müşriklerin emanetlerini Hz. Ali’ye vererek yerine ulaştırmasını emretmişti. Buyurmuştu ki: “Sözünde durmayanın dini, emanet ve adaleti olmayanın da imanı yoktur

12 Ekim 2014 tarihinde yapılan HSYK seçimlerinde bir cemaate mensup oldukları iddia edilen 5 bin hâkim ve savcı blok halinde oy kullanmışlardır. Bunun anlamı şudur: Ak Parti hükümetinin 12 yıllık iktidarı döneminde alınan savcı ve hâkimler o cemaate mensup insanlardan oluşmaktadır. Türkiye’de 12 yıl boyunca ortalama yılda 500 hâkim ve savcı alınmış ve tüm alımlarda, bir tek merkezden alınan referanslar etkili olmuştur. İşte bu bir felakettir ve adaletin by-pass edildiğinin en büyük delilidir.

Eğer cemaatler, ele geçirdikleri koltuklarda ve makamlarda İlk dönemlerdeki ihlâslarını muhafaza edemezlerse, dini konuşmaları dahi siyasî içeriklerle lebalep doluysa, İblis’in dinarlarına mağlup olan adam gibi inhidama maruz kalmaktan kurtulamazlar.