İhlâs ve Niyet İlişkisi

İhlâs ve Niyet İlişkisi

 

Hz. Ömer’den gelen Buharî hadisinde niyete, dolayısıyla ihlâsa büyük vurgu yapılmıştır. Çünkü amelde ihlâssızlık yapmak veya ihlâslı olmak tamamen niyetle ilgili bir meseledir. Eğer niyetimiz halis olmazsa yaptığımız amellerin hepsi uçar gider. Bu yüzden İmam Şafiî gibi müçtehit âlimler, amelin heba olmaması için, abdest ve zekât dâhil bütün ibadetlerde niyeti şart koşmuş, talaffuzunu da müstahap kabul etmiştir.

Evet, sadece hicret değil, bütün ameller niyete göredir. İnsan hicret etmek istediğinde niyeti, sadece Allah ve Resûlü (s) olursa, bunun karşılığı olarak Allah ve Resûlü’nü bulur. Bu namazda da, oruçta da, zekâtta da hep böyledir. Hâlbuki niyeti Allah olmayan bir insan, bütün çabalarına rağmen, söz gelimi, eğer hicretten maksadı bir kadınsa, bütün o meşakkatler cismaniyete ait zevkler uğruna çekildiği için, bir manada katlandığı her şey heba olup gider.

Başka bir deyimle, sadece cismaniyetini yaşayan, hep bedenî hayatla oturup kalkan ve hiçbir zaman vicdanın ve ruhun sesine kulak asmayan bir insan, namaz kıldığında boş yere oturup kalkacak, şurada-burada ömrünü beyhude tüketecek ama asla hayatını Cenâb-ı Hakk’ın rızasına göre ayarlayan insanların elde ettiği neticeyi elde edemeyecektir. Başka bir hadislerinde de Resûlüllah (s), “Müminin niyeti amelinden daha hayırlıdır” buyurmuştur.[1] Zira insan, ne kadar gayret ederse etsin, niyetindeki amelin tamamaını yakalayamaz. Allah ise, fazl ve kereminden, yapılan amelden ziyade, içteki niyete göre muamele etmektedir. Dolayısıyla, insanın niyetinin, ona kazandırdığı, elbette yaptıklarından daha fazla olacaktır. İşte bu yönüyle de müminin niyeti amelinden daha hayırlıdır.

Hatta iyiliklerde sadece niyetin kazandırdığı çok şey vardır. Meselâ bir insan, bir haseneye niyet eder de onu yapamazsa yine bir sevap alır. Eğer onu yaparsa, durumuna göre bazen on, bazen yüz, bazen de daha fazla sevap kazanır. Hâlbuki kötülükler, niyette kalsa günah yazılmaz, yapıldığı zaman da sadece bir günah yazılır.[2]Bediüzzaman bu hadisi şerh ettikten sonra şöyle der: “İşte, ey gàfil insan! Bak, Cenâb-ı Hakkın fazlına ve keremine! Seyyieyi bir iken bin yazmak, haseneyi bir yazmak veya hiç yazmamak adâlet olduğu halde; bir seyyieyi bir yazar, bir haseneyi on, bâzan yetmiş, bâzan yedi yüz, bâzan yedi bin yazar. Hem, şu Nükteden anla ki, o müthiş Cehenneme girmek ceza-i ameldir, ayn-ı adldir; fakat Cennete girmek, mahz-ı fazlıdır.” [3]

Niyetin mahalli kalptir. Kalbin insan ameli için ne kadar önemli olduğunu şu hadis göstermiştir: “Dikkat edin Ey insanlar! İnsanın bünyesinde bir et parçası vardır; eğer o ıslah edilirse bütün vücut ıslah olur. Eğer o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin; o kalptir.”[4] Niyetle insanın âdet ve alışkanlıkları, birer ibadet hükmüne geçer. Akşam yatarken gece ibadetine niyetli olan bir insanın, uykudaki solukları dahi zikir yerine geçer.[5] Zaten böyle olmasaydı, bu kadar az zamanda, bu kadar az amelle cennet kazanılabilir mi?

Sonuç olarak eğer mümine ebedî bir hayat verilecekse, bu onun ebedî kulluk niyetine bahşedilmiş bir lütuf olacak ve dolayısıyla da ona ebedî cenneti kazandıracaktır. Diğer taraftan, kâfir için de durum aynı şekildedir. Yani o da ebedî cehenneme müstahak demektir. Biz müminler, kalbimizdeki ebedî kulluk niyetine binaen cennete konuluyoruz. Kâfir de niyetindeki ebedî nankörlük azmiyle cehenneme ithal ediliyor. Görülüyor ki, amellerin en küçüğünden en büyüğüne kadar bütününe değer ve kıymet kazandıran ve âdeta onlara hayatiyet veren ancak ve ancak niyettir.

 

[1] Mecmau’z-Zevâid, 1/61.

[2] Buharî, Rikak, 31.

[3] Bediüzzaman, Sözler, 290.

[4] Buharî, İman, 39.

[5] Neseî, Kıyâmu’l-Leyl, 3.