İbn-u Teymiye

İbn-u Teymiye

  Kulları içinde, Allah’tan ancak âlimler korkar. Şüphesiz Allah mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır. (Fatır suresi 28) 

İlmi ezeli ve ebedi olan yüce Allah, kullarının içinde hakkıyla âlimlerin kendisinden korktuklarını bildiriyor/buyuruyor.

Bu ayetten/emirden anlaşılan şudur. Bir insan ne kadar Allah’tan korkarsa âlimler gibi/bilenler/tanıyanlar gibi korkması mümkün değildir.

Çünkü bilgisiz, cahil, ilimsiz kimselerin hakkıyla Allah’ı bilemeyecekleri/tanıyamayacakları için Allah’tan hakkıyla korkmaları da mümkün olmaz.

Rasulullah efendimizin; Âlimler peygamberlerin varisleridir. (Ebu Davud, ilim 1) Hadis-i şerif’i de, âlimlerin ne kadar önemli/kıymetli ve gerekli olduğunu göstermektedir.

Âlimler; ücretsiz gönül işçileridir. Toplumları aydınlatmada birer rehber ve birer ışık gibidirler.

Dolayısıyla Müslüman kişilerin, âlimlerini tanımaları, onlara saygı göstermeleri bir mecburiyettir.

Bu vesileyle İslam tarihinde âlimler arasında ayrı bir yere sahip olan ve gerek ilmi ile gerek cesareti ve sivri dili/hazır cevaplı olmasıyla, bitmez-tükenmez enerjiye/mücadele gücüne sahip olmasıyla âlimler arasında en fazla tartışılmış ve halen tartışılan gerçek bir âlimden, İbn-u Teymiye den bahs etmek/gücümün yettiğince anlatmak istiyorum…

İbn-u Teymiye; aslen (Şanlıurfa) Harranlı olup, babası, şeyh şihabüddin abdülhalim, el Harrani diye anılırdı. İbn-u teymiye de, küçükken el Harrani diye anılmıştır. İbn-u teymiye diye bilinen bu büyük âlim, Ahmed Takiyyüddin dir.

Ahmed Takiyüddin, bilinen ismi/kimliği ile ibn-u Teymiye; Âlim bir ailenin çocuğu olarak hicri 661 yılında Harran da dünyaya gelmiştir. Çünkü babası büyük bir alim olduğu için daha ibn-u teymiye çocuk iken Harran dan Şama göç ettiklerinde, babasına Şam’ın en büyük camisi olan emeviye mescidinde bir ders ve vaaz kürsüsü verilmiştir. Ve aynı zamanda sükkeriy’deki daru’l hadis hocalığını da üzerine almıştı babası.

Ailesinin kendisini ilme yöneltmesiyle küçük yaşlarda kur’an-ı ezberleyen ibn-u teymiye, büyük gayret göstererek güçlü bir hafız olmuş, sürekli kuran okuyarak ibadet etmiştir. Bu yüzden zindan-daki tek yoldaşı da ezberlediği bu kur’an olmuştur. Raviler, onun zindanda iken kur’an-ı kerim-i 80 defa baştan sona okuduğunu anlatmışlardır.

İbn-u Teymiye’nin üç özelliği onu olgun ve verimli bir ilme götürmüş/ulaştırmıştır.

1.Ciddiyet, çalışkanlık, azim ve ilim aşkı. Bu özelliklere sahip olan ibn-u Teymiye, diğer çocuklar gibi oynayıp eğlenmemiştir. Diğer çocuklar oynayıp eğlenirken o kendini ilme/ilim öğrenmeye adamış/adapte etmiştir.

2. Hassas ve çevresinde olup bitene karşı duyarlı bir akıl ve olgunluk. İbn-u Teymiye, bu özellikleri sayesinde çevresindeki olayları akıllıca süzgeçten geçirmiş ve tahliller yapmıştır.

3.Güçlü bir hafıza ve işlek bir zekâya sahip olması. İbn-u Teymiye’nin bu özellikleri, onun genç arkadaşları arasında ününü arttırmış, hatta zamanla bu gençleri de aşarak tüm Şam ve çevresinde büyükler arasında konuşulur hale gelmiştir.

İbn-u teymiye, hadis ve fıkıh ilimlerinde en üst seviyeye gelmiştir. Ayrıca, Arap dili edebiyatını/gramerini ve bununla ilgili diğer ilimleri de öğrenmiştir. İbn-u Teymiye, mantık ve felsefe ilimlerinde de köklü bir bilgiye sahiptir.

İbn-u Teymiye, ilk ortaya çıktığı günlerden beri âlimler, onun hakkında farklı tutumlar/tartışmalar yapmışlardır. Bu tutumları ve âlimleri üç grupta toplayabiliriz.

1.Bazı âlimler onu hararetle savunmuşlar ve hararetle desteklemişlerdir.

2.Bazı âlimler ona karşı koyarak onunla mücadele etmişlerdir. (Aslında burada bir parantez açıp şöyle diyebiliriz. Ona karşı koyan ve hararetle onunla mücadele edenler, daha çok ilmi kariyere sahip olmayıp, bid’at ve hurafeci/bid’at ehli olanlardır. Gerçek ilim sahipleri/âlim olanlar, onun isabetli görüşlerine katılmışlar, desteklemişler, isabetli olmayan görüşlerine ise ilmi ve edebi bir çerçeve de cevap vermişlerdir/karşı çıkmışlardır.)

3.Bazı âlimler ise, İbn-u Teymiye’nin bazı görüşlerini benimsemişler, bazı görüşlerine ise karşı çıkmışlardır. Bu guruba dâhil olanlar, sürekli olarak İbn-u Teymiye’nin ilmini ve şahsiyetini takdir etmişlerdir. Bu guruba dâhil olan alimlerden tarihçi Zehebi, İbn-u Teymiye hakkında;

“İbn-u Teymiye ile düşüp kalkanlar ve onu destekleyenler, beni, onun hakkını vermemekle suçlarlar. İbn-u Teymiye’ye karşı olan ve onunla atışanlar ise, beni onun yandaşı olmakla suçlarlar. Ben, hem onun dostlarından, hem de onun karşıtlarından eziyet görmüşüm. Oysaki ben, İbn-u Teymiye’nin masum olduğuna inanmıyorum. Ona yalnızca bazı asli ve fer’i konularda karşı çıkıyorum. İbn-u Teymiye geniş ilmi, büyük cesareti, işlek zekâsı ve dinin emirlerine olan aşırı hürmetiyle bir beşer ve bir âlim dir.” Demiştir.

İbn-u Teymiye’nin ilmi zenginliği konuşmasına da yansımıştı. Öyle ki, kendisinden yaşça büyük olan ünlü muhaddis ve fakih, (hadis ve fıkıh alimi) ibn-u Dakik, onun hakkında; bir adam gördüm ki, tüm ilimleri gözlerinin önünde toplamış. Bunlardan istediğini alıyor; istemediğini bırakıyor. Demiştir.

İbn-u teymiye, o çağda oldukça yaygınlık kazanan/rağbet gören ve kimi zaman fesat ve hokkabazlıkla karışık olarak ortaya çıkan, bid’at ve hurafe ehlini/sufi tarikatlarını, derslerinde eleştir-miş, ve sapıklıklarını (onların inanç ve davranışlarının İslam’ın özüne aykırı olduğunu) sağlam delillerle ortaya koymuştur. Bu yüzden bu sapık fikirli sufi ve tarikatçıların hedefi haline gelmiştir.

Öyle ki; Bazı sufiler, İbn-u teymiye’nin Moğollara karşı düzenlediği sefere/Moğollara karşı çıktığı savaşta, sırf İbn-u teymiye’ye muhalif ve karşı olmalarından ötürü, Moğollara yardım etmişlerdir. Dolayısıyla da ibn-u teymiye’nin katı tenkitlerine hedef olmuşlardır.

İbn-u Teymiye; ilmiyle, incelemeleriyle ve marifetin her türlüsünü kavramaya hazır olan yeteneğiyle ün salmış ve daha genç yaşta(henüz 21 yaşında ) iken babasına ait ders ve vaaz kürsüsünde/Şam’ın en büyük camii (Emeviye camii)’inde gayet fasih bir dille derslerini vermeye başlamıştı.

Bu yüzden bütün gözler ona çevrilmiş, pek çok dinleyicisi ona hayranlıkla bağlanan müritler haline gelmişti. Dersleri, ona katılan-katılmayan, bid’at ehli-sünnet ehli, şii-sünni herkesi bir araya getirmiştir.                         
   İbn-u teymiye’ nin katı muhalif ve düşmanları vardı. Bu da gösteriyor ki o büyük bir insan ve büyük bir şahsiyettir. Şüphesiz muhalif ve düşmanları olmayan/kendisine muhalefet edilmeyen kişi, güçlü bir kişi değildir.
  İbn-u Teymiye, yeryüzünde bozgunculuk yapanlara ve yapmaya çalışanlara karşı İslam’ı ve Müslümanları korumak üzere ilim mahfilinden savaş mahfiline geçince, değer ve itibarı daha da artmıştı. Bu sayede, hem halk nazarında, hemde Moğolları durdurmak üzere büyük bir ordu ile harekete geçen Nasırüddin bin Kalavun nezdinde büyük itibar elde etmişti. Araplarla Moğollar arasındaki bu son savaştan zaferle çıkılmıştı.
  İbn-u Teymiye’nin devlet nezdinde itibarı o kadar artmıştı ki, dini makamlara yapılan tayinler de ona danışılırdı. Hiçbir hatip, vaiz ve dini tedrisat veren okulların reisleri onun görüşü alınmadan tayin edilmiyordu.
  İş, İbn-u Teymiye, bu manevi etkiye sahip olmasıyla da kalmamıştı. İbn-u Teymiye, sultandan aldığı tam yetkiyle bazı cezaları da uyguluyor, kamuyu ilgilendiren suçlara müdahale ediyordu.
  Bir gün Haşşaşiler adıyla bilinen Batıni şeyhlerinden biri İbn-u Teymiye’nin huzuruna getirilmişti. İbn-u Teymiye, saçlarını, bıyıklarını ve tırnaklarını uzatmış olan bu şeyhin saçını, bıyığını ve tırnaklarını kestirmiş, sahabilere ve diğer mü’minlere küfür etmemesi konusunda ondan söz alıp tevbeye davet etmiş, üzerinde bulunan haşhaş gibi uyuşturucu maddelere el koymuş ve halka etki edebilmek için rüya tabiri ve benzeri safsatalarla uğraşmaması konusunda ona yemin ettirmiştir…
  İbn-u Teymiye’nin bu konumu da alimlerin rahatını bozuyordu. Buna ek olarak, akide/itikadi bilgiler/inanç ile ilgili esasları alışık olmadıkları bir tarz da ele alıp açıklaması da onları rahatsız ediyordu. Öte yandan, hem ılımlı hem de sapık sufiler kendisinden rahatsızlık duyuyorlardı.
  Artık kendisini ilimle, tartışmayla yenemeyen ve susturamayan ve onu çekemeyen alimler, İbn-u Teymiye’yi mısırdaki emirlere şikayet etmeye başladılar. Bu emirler arasında; Bu zeki ve cesur alimin üstünlüğünü yeterince bilmeyenler de vardı. Çünkü alim Şam’da yaşıyordu. Yapılan bu gizli şikayetler-de, alim kötüleniyor, emirlerin de bağlı oldukları Eş’ari mezhebine karşı çıktığını iddia ediyorlardı. Bu arada, İbn-u Teymiye’yi son derece takdir eden, ve onun ilmi dürüstlüğünü bilen Sultan Nasır’ın otoritesi de zayıflamış, emirler ve komutanlar ona karşı gelerek emirlerini dinlemez olmuşlardı.
  Adı geçen Sultan’ın otoritesi zayıfladıkça, İbn-u Teymiye aleyhine dönen dolaplar/ona karşı yürütülen komplo ve karalamalar hız kazanmıştı. Giderek, alimin hasımları tarafından oturumlar düzenlemişlerdi. Amaçları, İbn-u teymiye’yi susturmak ve ondan intikam almaktı.
  Nihayet, çare olarak onu mısıra davet etmek düşünülmüş, İbn-u Teymiye’de bu davete uymuştur. Onu Mısır’a davet eden mektup, görünüşte hayırlı idi. Mektupta şöyle deniliyordu:
  Biz, Takıyyüddin aleyhine toplantılar tertip edildiğini duyduk. Onun aleyhine yapılan toplantılardan haberdar edildik. Kendisi, Selefiye mezhebinden imiş. Biz, bu davetle yalnızca ona karşı yapılmak istenen kötülükleri önlemek istiyoruz. Bu nazik mektubun ardından gelen başka bir mektupta da derhal Mısır’a gelmesi istenmiştir.
  İbn-u Teymiye, olayların üstüne giden ve karşılaşacağı durumlardan korkmayan cesarette ve karakterde biri idi. Bu nedenle Mısır’a gitmeye karar vermiştir. Ancak, Şam’da bulunan sultan, ona Mısır’da bir tuzak hazırlandığını haber almış, bu yüzden İbn-u Teymiye’yi göndermek istememiştir. İbn-u Teymiye, buna rağmen onu dinlememiş ve gerçekten Mısır’da kendisini bir tuzak beklese dahi, Mısır’a gitmesinin halk açısından ve kendi görüşlerini yayabilmesi açısından daha faydalı olduğunu düşünmüştür.
  İbn-u Teymiye, Mısır’a giderken yolculuk sırasında da durmamış, vaaz ve ders halkaları tertip edip insanları irşatla uğraşmıştır. O irşatla uğraşırken hasımları/muhalifleri, onun başına getirecekleri felaketin hazırlılığını yapmışlardı. İbn-u Teymiye Mısır’a varır varmaz onu kahire kalesinde kurulmuş bir meclisle karşıladılar. Mecliste, muhaliflerinin yanı sıra kadılar ve devletin ileri gelenleri de vardı. İbn-u Teymiye, konuşmak için söz istedi. Ancak onun etkili konuştuğunu bildiklerinden, ona söz hakkı vermediler, bunun yerine doğrudan itham etmeye başladılar. İddiayı başlatan Maliki Kadısı Zeynüddin bin mahluf, İbn-u Teymiye’nin Allah’ın gerçekten tahtı olduğunu ve bildiğimiz harf ve sesleri kullanarak konuştuğunu, söylediğini iddia ederek ona iftira etti. İbn-u Teymiye, cevap vermek üzere Allah’a hamd ve sena ile söze girdi. Ancak kötü niyetli tuzakçılar, ona cevap ver, hutbe okuma dediler. Ancak o zaman İbn-u Teymiye, bunun münazara/tartışma/anlama değil de bir tuzak, bir muhakeme olduğunu anladı. Ve benim hakkımda kim hâkimlik yapıyor? Diye sordu.
  Hâkim maliki kadısıdır, dediler. İbn-u Teymiye, Kadıya hitaben; Sen, benim hasmım olduğun halde nasıl hakkımda hüküm vereceksin? Dedi. Bunun üzerine, Kadı fena halde kızarak hemen alimi hapse mahkum etti. Ve böylece bu büyük alimin sonu zindan oldu.
  İbn-u Teymiye, Maliki Kadısına muhakeme olmaktan kaçınmakta haklıydı. Çünkü bu Kadı, oldukça katı ve gaddar biri idi…
   Kıymetli kardeşlerim ve okuyucularım, İbn-u Teymiye’yi hakkıyla yazmak için yüzlerce köşe değil, ciltlerle kitap yetmez. Abarttığımı düşünüyorsanız, hayatını iyece araştırın. O zaman bana hak vereceksiniz.
  İbn-u Teymiye, öyle büyük bir insan ve büyük bir alim dir ki; onun zamanında alimler sadece ilimle uğraştıkları halde, Moğollar şehirleri talan ve işğal ettiklerinde çağdaşı olan alimler başka yerlere, başka şehirlere kaçarlarken, o kaçmak ve şehri başıboş bırakmak yerine, Şam’a giren Moğollar’a karşı ileri gelenleri topladı. Birlikte duruma el koyma ve bir heyet halinde Moğol Başkomutanı Gazan’a gitme kararı aldılar.
  İbn-u Teymiye başkanlığında bir heyet, bütün çevresine dehşet saçan, her yeri talan eden ve yağmalayan ve dehşetinden herkesin kaçtığı Başkomutan Gazan’ın huzuruna çıktı. Bu genç ve cesur alim, tercümana şunları söylemişti.
  Gazan’a söyle: sen Müslüman olduğunu iddia ediyorsun. Duyduğumuza göre, yanında kadı, imam ve müezzin de bulunduruyormuşsun. Baban ve deden ise kafir idiler. Ancak, senin yaptığını yapmadılar.
   Büyük savaş komutanı, bu ilim adamın, bu Dahi-nin karşısında ürpermişti. Misafir heyete yemek takdimi karşısında ise büsbütün dehşete düşmüştü. Çünkü, alim getirilen yemeği yemiyordu. Gazan niçin yemiyorsun? Diye sorduğunda ise, şu cevabı aldı: nasıl yerim? Bunların tümünü halktan zorla aldığınız koyunlardan ve halka ait ağaçları keserek pişirdiniz. Demiştir.
  Yine, İbn-u Teymiye, kendisini zindana atanlara ve atılmasına sebep olanlara şöyle demiştir;
                            Beni sürgün ederseniz, Hicret…
                            Beni hapse atarsanız, Halvet…
                            Beni öldürürseniz, Şehadet…
  Siz bana ne yapabilirsiniz ki. Ben gülistanımı/cennetimi, kalbimde taşıyorum. Diyerek, amacını ortaya koymuştur.
  Çünkü gerçek ilim sahipleri ve kahraman mücahitlerin amacı; dünyada keyif çatıp bilgi ve güçleri ile bilgiçlik ve büyüklük taslamak değildir. Sadece Allah’ı ve Allah’ın emirlerini yüceltmek ve o uğurda çalışmak-can vermektir.
  Ve gün gelmiş, bütün yetkiler onun eline geçmiştir. Kendisini zindana atanları/iftira kampanyaları ile kendisine zulüm edenleri, hatta zindan da kitaplarını ve yazamasın diye elindeki kalemini bile elinden aldıkları halde, yinede onları af etmiştir. Kendisine, bunların hepsinden intikamını al/hepsini cezalandır. Dediklerinde, o, kendisine yakışanı/yetkisi ve gücü olduğu halde hepsini af etmiştir. Ve hatta onlara, hakkını helal ettiğini bile söylemiştir.
  Biz İbn-u Teymiye’yi anlatmak-ta ne hakkını verebiliriz, nede yerimiz yeter. En iyisi, siz bu cesur, yiğit, bilgi küpü olan ve hayatını İslam uğrunda çile ile geçiren âlimin hayatını araştırmaya başlayın.
  Son olarak, Ahmed İbn-u Teymiye, yakalandığı bir hastalıktan sonra, yaklaşık 67 yaşında zindanda vefat etmiştir. Şam halkı ona hak ettiği ilgi ve alakayı her zaman gösterdikleri gibi, cenazesin de de onu yalnız bırakmayıp onu büyük bir kalabalıkla defnetmişlerdir. Bizde bu büyük âlime ve gerek ondan önce olsun gerek ondan sonra olsun kıyamet’e kadar ki, bütün İslam âlimlerini/gerçek âlim ve mücahitleri, rahmetle anıyoruz. Onları yerlerin ve göklerin tek sahibi yüce Allah’ın selamıyla selamlıyoruz.
 
  Kaynaklar: mezhepler tarihi, Prof. Dr. Muhammed Ebu ZEHRA
Twitter: @mehmeteminkus