Hz. İbrahim'in (a.s) Haremi

Hz. İbrahim'in (a.s) Haremi

Harem Arapça bir kelimedir. Sözlükte "yasaklanmış, korunmuş ve dokunulmaz" anlamına gelen HAREM kelimesi, HARAM ile eş anlamlı sayılır. Terim olarak HAREM, sınırları Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından çizilen Mekke ve Medine'nin çevresi için kullanılır. Buralara Harem adının verilmesi, zararlı olanlar dışındaki canlıların öldürülmesinin ve bitki örtüsüne zarar verilmesinin haram kılınmış olmasındandır.

Hz. İbrahim'in (a.s) bilinen üç makamı vardır. Bunlardan birisi Kur'an'da da ifadesini bulan Mekke haremidir. Diğeri Hz. İbrahim'le özdeşleşen Peygamberler kenti Urfa'dır; üçüncüsü de Filistin'in el-Halil kentidir. Urfa Hz. İbrahim'in tevhit mücadelesini başlattığı bir kent olması hasebiyle ayrıca önemlidir. El-Halil'de ise Hz. İbrahim'in mezarı olduğu biliniyor.

Özellikle Hz. İbrahim'in tevhit mücadelesini başlattığı kent olan Urfa'daki İbrahim Halil dergahı Mekke ve Medine gibi dinimizin kutsal kabul ettiği bir harem olmasa da, yine Hz. İbrahim'i, uğruna ateşe atıldığı tevhit mücadelesini ve onun kutsal Hanif (putperestliği rededen) dinini hatıra getirdiği için mübarek mekânlarımızdan sayılır.
Nitekim Hz. İbrahim makamında defedilen, sonradan ceberut idareler tarafından naşı alınan Bediüzzaman Said Nursi Urfa için şunları söylüyor: "Ve Urfa ise, İbrahim Halilullah'ın bir menzilidir. Bütün Urfa halkına, çoluk ve çocuğuna ve mezarda yatanlarına her sabah dua ediyorum. Ve bütün Urfalılara selâm ediyorum. Urfa taşıyla, toprağıyla mübarektir."  (Emirdağ Lahikası, 407; Yeniasya yayınları)

Elbette ki Hz. İbrahim'in (a.s) makamı olmanın ve Bediüzzaman gibi fazilet sahibi bir Üstadın takdir hislerine ve dualarına mazhar olmanın manevi bir bedeli olmalıdır. O da hiç kuşkusuz Urfa'nın manevi havasını muhafaza etmek ve dini atmosferine saygılı olmaktır.

Daha açık söylemeliyim: Hz. İbrahim'in makamı, inanç turizmi adı altında sahnelen kimi konser rezaletlerine kurban edilmemelidir. Yani, Balıklıgöl çevresinde inanç turizmine yönelik olarak ve konser adı altında sahnelenen bazı manzaralar o mübarek makamların manevi havasına hiç de yakışmıyor.

Değerli dostum Cuma Ağac'ın 17 Mayıs 2010 tarihli makalesinde ifade ettiği gibi, "Mensubu olmakla övündüğümüz bu makamların oyuna eğlenceye kurban edilmemesi lazım. Buralar öyle ayakaltı yerler değildir. Dinimizi, inancımızı, şanımızı şerefimizi üç kuruşa satmamalıyız ve bu değerlerin kıymetini bilmeyenlerin satmasına da seyirci kalmamalıyız."

Makaleyi ilk okuduğumda biraz abartılı bulduğumu itiraf etmeliyim; ancak sonradan düşündüğümde, adeta Mekke ve Medine haremlerini çağrıştıran böyle bir makamda bu tür ayakaltı eğlencelerin icra edilmesi yenilir yutulur cinsten değildir. Makamın manevi havasını düşündükçe, makam sahiplerinin bu tür eğlencelere rızalarının olmayacağını anladım ve dostum Cuma Bey'e hak verdim.

Bilmeliyiz ki, Peygamberler ve Allah dostları vefat etmiş olsalar bile mana boyutundaki gözlemleri devam etmektedir. Bir an, "Vur patlasın Çal oynasın" türü bir konserin verildiği anda Hz. İbrahim'in bizleri seyrettiğini düşünelim.  Acaba bize alkış mı tutar yoksa "Hey gidi kargalara kalan dünya!" diyerek hayıflanır mı?

Doğrusu buralarda her akşam gürültüye yol açmamak kaydıyla tasavvufi konserler verilebilir. Hz. İbrahim'e, onun tevhit davasına ve bu mübarek makamlara yakışan budur.

Kalın sağlıcakla.