HIYANETİN CEZASI MI?
Dr. Muhasibî, Kahire Üniversitesi fen-Edebiyat Fakültesinde öğretim üyesiydi. 50 yaşlarında, evli ve dört çocuk babasıydı. 40 yaşlarında olan eşi Nâile Hanım da çocuklarına iyi bir terbiye vermek için çaba sarf eden, evine bağlı ciddi bir hanımdı. Son derece mutlu ve sakin bir hayatları vardı. Dr. Muhasibî evden Üniversiteye, Üniversiteden de eve gidiyordu. Ta ki Arap edebiyatı bölümüne bayan bir asistan alınıncaya kadar…
Yeni asistan28 yaşında, bekâr ve alımlı bir hanımdı. Göreve başlar başlamaz bölüm başkanı Muhasibî ile sık sık görüşmeler yapmak durumundaydı. Çünkü Dr. Muhasibî aynı zamanda onun danışmanıydı. Önceleri resmî görüşmeler dolayısıyla başlayan samimiyet, birkaç ay sonra, yerini sıcak dostluklara bıraktı.
Bir yıl sonra aralarında ciddi manada bir yakınlık oluşmaya başladı. Hem Dr. Muhasibî hem de hanım asistan, git gide beraber daha fazla zaman geçirmeye başladılar. Mesai arkadaşlarının yadırgamalarına aldırmadan beraber Fakülte yemekhanesinde aynı masada yemek yiyor, kantinde birlikte çay içiyor, tenis oynuyor, bazen fakülte bahçesinde küçük turlar atıyor, hatta Üniversitenin tertiplediği gezilerde daha çok bir arada kalıyorlardı.
Bütün bunlar mesai arkadaşlarının gözünden kaçmıyordu. Kimileri onları iki dost, kimileri iki sevgili, kimileri de onları kaçak âşık olarak düşünüyordu. İlk başta onların bu tutumunu yadırgayanlar, zamanla azalıp işi normal gibi görmeye başladılar. Öğrencileri bile işin farkındaydı. O kadar ki, bu beraberlik anlamsız dedikodulara sebep olmuştu. Ancak Dr. Muhasibî bu ilişkisinin büyük bir ustalıkla karısından gizleyebilmişti.
Bir gün Dr. Muhasibî ve asistanı, bir araya gelip dedikodulara nasıl bir tavır koymaları gerektiği konusunda istişarede bulundular. Dedikoduların iki şekilde biteceğini düşündüler; ya evleneceklerdi, ya da birbirilerinden tamamen kopacaklardı. Fakat evlilik fikri ağır bastı ve evlenmeye karar verdiler.
Üç-beş gün hazırlıktan sonra Dr. Muhasibî, asistanıyla evlenmişti. Eşini telefonla arayarak, toplantısı olduğunu ve üç gün için Kahire’nin dışına çıkacağını söyledi. Eşi Nâile Hanım her şeyden habersizdi. Fakat kara haber tez duyulur kabilinden, birileri bu kötü haberi telefonla ona bildirdiler. Nâile Hanım kocasından hiç böyle bir şey beklemiyordu. Ama haber veren kişi çok güvenir ve yalan söylemeyecek bir dost idi. Nâile hanım’ın dünyası, bir granit ağırlığıyla başına yıkılmıştı. Hemen telefona sarıldı ve kocasını aramaya başladı.
Telefonda, böyle bir şeyi yapıp yapmadığını ve söylenenlerin doğru olup olmadığını kocasına sordu. Dr. Muhâsibî, kem-küm etti, fakat 20 yıllık karısına yalan söyleyemedi. Otel odasından, yeni evlendiği eşinin yanından telefona cevap veriyordu. “Karıcığım, bugüne kadar sana hiç yalan söylemedim ve şimdi de söylemeyeceğim. Çok üzgünüm, ama duydukların doğrudur. Evet, ben evlendim ve yakında yeni hanımla senin yanına gelip elini öpeceğiz. Meraklanma; onu çok seveceksin” dedi.
Nâile Hanım kulaklarına inanamıyordu. 20 yıllık kocası nasıl böyle bir şey ona söyleyebiliyordu? Bunları duyar duymaz, “Vay hain, beni mahvettin” dedi ve telefonu kapattı. İlk aklına gelen şey, intihar etmek oldu. Evleri beşinci kattaydı. Balkona çıktı giriş kapısının önündeki beton zemine atlamak istedi. Dr. Muhâsibî, karısının, “Beni mahvettin hain” diyerek telefonu kapatmasından endişelenerek kendisine bir zarar vermesinden korktu ve hemen arabasına binerek karısının yanına geldi.
Apartmanın önüne park eti ve koşarak eve çıkmak istedi. Tam apartman kapısının önündeyken karısı Nâile Hanım da balkondan atlamaya başladı. Fakat kaderin cilvesine bakın ki, Nâile hanım kapının önünde yürüyen kocasının boynuna bindi ve kocasını sert bir şekilde yer düşürdü. Dr. Muhasibî kafasını betona çarpmış ve beyin kanamasından ölmüştü. Ancak Nâile Hanımın burnu bile kanamamıştı. Dr. Muhâsibî’, karısı için kurduğu tuzağın içine düşmüştü. Hıyanetin cezasını canıyla ödemişti.