HER ŞEYDE MUTLAKA BİR HAYIR VARDIR
Kuran-ı Kerin insanın başına gelen her musibetin mutlaka insanın nefsinden geldiğini, başına gelen her iyiliğin de mutlaka Allahtan geldiğini sıklıkla ifade eder.[1] Fakat her şeyde mutlaka bir hayrın bulunduğunu da dile getirir. Evet, musibet cinayetin neticesi ve mükâfatın mukaddemesidir. Bediüzzaman, musibetlerin yağmur gibi yağdığı birinci dünya savaşından hemen sonra kaleme aldığı Rüyada Bir Hitabe adlı makalesinde şöyle der:
"Tekrar biri sordu: "Musibet, cinayetin neticesi, mükâfatın mukaddemesidir. Hangi fiilinizle kadere fetva verdirdiniz ki, şu musibetle hükmetti? Musibet-i âmme ekseriyetin hatâsına terettüp eder. Hazırda mükâfatınız nedir?"
"Dedim: "Mukaddemesi üç mühim erkân-ı İslâmiyedeki ihmalimizdir: salât, savm, zekât Zira, yirmi dört saatten yalnız bir saati, beş namaz için Hâlık Teâlâ bizden istedi. Tembellik ettik; beş sene yirmi dört saat talim, meşakkat, tahrikle bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi. Nefsimize acıdık; kefâreten beş sene oruç tutturdu. Ondan, kırktan yalnız biri, ihsan ettiği maldan zekât istedi. Buhl ettik, zulmettik, O da bizden müterakim zekâtı aldı. El cezâu mincinsi'l-ameli."
"Mükâfat-ı hâzıramız ise: Fâsık, günahkâr bir milletten, humsu olan dört milyonu velâyet derecesine çıkardı; gazilik, şehadetlik verdi. Müşterek hatâdan neşet eden müşterek musibet, mâzi günahını sildi."
Bunu günümüz Türkçesiyle şu şekilde ifade debiliriz:
Musibetler insanların hatasının bir sonucudur, ama aynı zamanda İlahi merhametten neşet eden bir mükâfatın da başlangıcıdır. Yani Allah insanların hatasını bir musibet ile temizliyor, sonra temizlenmelerine mukabil yeni bir ihsan ve ikramda bulunuyor.
Nasıl ki, günahkâr bir mümin için kabir azabı günahlarının bir neticesidir, ama aynı zamanda o azap cennete girmeye de bir adımdır; aynı şekilde dünyada başımıza gelen bir takım musibetler de hataların bir neticesi ve başka nimetlerin gelmesine bir vesile ve bir başlangıçtır.
Bediüzamanın verdiği misalden yola çıkacak olursak, Osmanlının yıkılması günahlarının bir neticesidir, ama yıkılması hengâmında nüfusunun beşte birisinin velilik hükmünde şehit ve gazi olması büyük bir mükâfattır.
Bugün de aynı şey geçerlidir. İslam dünyasının ve Türkiyenin başına gelen musibetler hatalarımızın sonuçlarıdır. Ama Allahın izniyle yeni ve taze mükâfatların da mukaddemeleridir. Siz bu terörün, bu vicdansızlığın ve bu gaddarlığın bir hikmete mebni olduğunu unutmayın. Allahın her şeyden haberi vardır ve o istediğini yapmakta muktedirdir. Başta dedik ya, her şeyde mutlaka bir hayır vardır; şöyle ki:
Eski Arap valilerinden birisinin iyi niyetli ve her şeyi hayra yoran bir veziri vardı. Hükümet konağında işe başladıklarında vali ne anlatırsa vezir sonunda, Merak etme Sayın Valim, bunda bir hayır vardır demeyi ihmal etmezdi. Vezirin bu tutumu bazen valinin canını sıksa da pek belli etmek istemiyordu.
Bir bayram gününde vali hanımıyla kurban eti keserken satırın yanlış bir darbesiyle serçe parmağını kopardı. Hemen parmağını sardı ve yarasını tedavi ettirdi. İki gün işe gidemedi. Vezirin haberi oldu ve vali beyi evinde ziyarete geldi. Durumu anlayınca, Sayın valim; inanın bunda da mutlaka bir hayır vardır der demez, vali küplere bindi ve: Ha lan; parmağım kopmuş, bunda hayır vardır, diyorsun. Alın bu adamı zindana atın dedi.
Görevliler veziri zindana attılar. Vali yeni bir vezir tayin etti. Aradan bir yıl geçti. Bir gün vali bey etbaıyla birlikte av partisine çıktı. Ancak yollarını kaybettiler ve yolları, ormanda yaşayan bir yamyam kabilesine düştü. Kabilenin askerleri hemen etraflarını çevirdiler ve onları reisin yanına götürdüler. Reis, Bakın bakalım, kurbanlık için durumları uygun mu? Durumu uygun olanları kesin ve kaynatın dedi. Askerler validen başlayıp ekibi kontrol ettiler; valinin serçe parmağı kopuk olduğunu görünce, Bu kurban olmaz deyip onu serbest bıraktılar. Diğerlerini kesip kaynattılar.
Vali koşarak zindana geldi ve eski vezirini dışarı çıkarttı, ondan özür diledi ve: Çok üzgünüm, hakkını helal et dedi. Vezir, Sayın valim; merak buyurmayın ve üzülmenize gerek yoktur. Bunda da bir hayır vardı. Eğer beni zindana atmamış olsaydı, sizinle beraber av partisine katılırdım ve kurban olurdum dedi.
[1] Şura, 42/30.