HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz: Tasarruf tedbirlerinden bazı kurumları muaf tutamazsınız

HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı ve Siyasi İşler Başkanı Mehmet Hüseyin Yılmaz, katıldığı bir televizyon programında iç ve dış gündeme ilişkin önemli değerlendirmelerde bulundu.

HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı Yılmaz: Tasarruf tedbirlerinden bazı kurumları muaf tutamazsınız

Bir TV programına katılan HÜDA PAR Genel Başkan Yardımcısı ve Siyasi İşler Başkanı Mehmet Hüseyin Yılmaz, Başbağlar’ı hedef seçen kişilerin bir yıl öncesinde de Diyarbakır Silvan’da Susa camii katliamını yaptırdıklarını söyledi. 

İşçi, memur ve emeklilerin enflasyona ezdirildiğinin görüldüğünü kaydeden Yılmaz, tasarruf tedbirlerinden Meclis ve Cumhurbaşkanlığı’nın muaf tutulmasının yanlış olduğunu dile getirdi. 

Genç evlilik mağdurları ile yargı paketlerine de değinen Yılmaz, dış gündeme ilişkin çarpıcı açıklamalarda bulundu. 

“Başbağlar katliamını Sivas’ın intikamı olarak yaptıklarını söylüyorlar”

Başbağlar köyündeki saldırıda hayatını kaybeden tüm Müslümanlara rahmet, ailelerine de başsağlığı dileyen Yılmaz, “Rabbim şehadetlerini kabul etsin. Camide ibadet ederken mazlum bir şekilde katledilmişlerdi. Katliamın meydana geldiği yıl 1993. Malumunuz, 90’lı yıllar devlet içinde kirli yapıların zirve yaptığı, elinde silahı olan legal ve illegal kesimlerin neler yaptığının kontrol edilemediği yıllar. Başbağlar katliamından birkaç gün önce Sivas’ta bazı kişilerin kışkırtmasıyla, halkı provake etmesiyle kitlesel bazı olaylar meydana geliyor. Bu olaylar neticesinde Madımak Oteli’nde kalan 33 kişi hayatını kaybetmişti.  Birileri halkı provoke ediyor ve bu insanların ölümüne sebep oluyor veya bu kişiler bizzat provokatörlerce öldürülüyorlar. Birkaç gün sonra da Sivas’ta öldürülen kişilerin intikamı almak bahanesiyle Erzincan’ın Sünni köylerinden olan Başbağlar’a geliyorlar ve bu eylemi yapıyorlar. Yapan kim? PKK ve Türk solu. Bu katliamı Sivas’ın intikamı olarak yaptıklarını söylüyorlar. Tezgahlanan oyun açık. Toplumda Alevi-Sünni çatışması çıkarmak. Bu oyunda taşeronlar, figüranlar ve alet olanlar var. Netice itibariyle tüm kışkırtmalara rağmen Alevi-Sünni çatışmasını çıkartamadılar. O gün Sivas’ta olmayan insanlara dahi ceza verdirdiler.” dedi.

“Başbağlar ile Susa’da camideki Müslümanlar hedef seçilmişti”

“Derin ve kirli yapıların Sivas’ın ardından PKK’nin taşeronluğunda Başbağlar’daki Müslümanların şehit edilmesi eylemini tezgâhladılar.” diyen Yılmaz, “Benim düşünceme göre derin yapılar bu işin her yerinde aktif olarak var. Bu yüzden bu katliamın failleri yakalanmadı. Yakalanan bazı PKK’liler ise uzun süren yargılama neticesinde beraat ettirildiler.  Devlet içerisindeki birileri bu işin organizasyonunda yer almıştı. Taşeronlara eylemleri yaptıranlar da belki bunlardı. Bugün ortaya çıkan bazı bilgilere bakıldığında 90’lı yıllarda meydana gelen bazı olayların devlet içinde örgütlenmiş bazı kesimlerin olduğu anlaşılmaktadır.  Bu gibi provokasyonlar üzerinden bazı toplumsal projeler uygulamaya çalışmışlar. Dikkat ederseniz 90’lı yıllar İslami kesimin uyanışa geçtiği, siyasi olarak güçlendiği yıllardır. Bu olaylardan bir yıl sonra 1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi belediyelerin büyük kısmını kazanması bunu göstermektedir. Kendini devlet yerine koyan bu kişiler, her türlü kirli işi ve ilişkiyi kendileri için mubah görmektedirler. Amaçlarına ulaşmak için Başbağlar’ı hedef seçen bu kişiler bir yıl öncesinde de Diyarbakır Silvan’da Susa camii katliamını yaptırmışlardı. Her iki katliam tarzı birbirine benzemektedir. Başbağlar ile Susa kardeştirler. Her ikisinde de camideki Müslümanlar hedef seçilmişti. Örgüt aynı, taşeron aynı. Taşere edenler de aynı kişilerdir. Hedefleri bir yönüyle dindarları sindirmek, etkisiz hale getirmekti. Diğer yandan, toplumda çıkaracakları kaos ve kargaşa ortamı neticesinde kirli emellerine ulaşmaktı.” dedi.

“İşçi, memur ve emeklilerin enflasyona ezdirildiği görülmektedir”

TÜİK’in aylık ve yıllık enflasyon oranlarını açıkladığını, ardından işçi, memur ve emeklilerin ücret ve maaş zam oranlarının bu enflasyon oranları doğrultusunda açıklandığını aktaran Yılmaz, şöyle dedi:

“İktidarın işçiyi, memuru, emekliyi enflasyona ezdirmeme vaadi ve taahhüdü vardı. Son yapılan ücret ve maaş zamlarına bakıldığında maalesef işçi, memur ve emeklinin enflasyona ezdirildiği görülmektedir. Enflasyonu tek haneli rakamlara düşüreceklerdi. O hedefi de tutturamadılar. Tüm kalem oynatmalara rağmen enflasyon beklentilerin üzerinde çıkıyor. Enflasyonu düşük göstermek için TÜİK enflasyonu hesaplarken bazen ihtiyaç olmayan bir kalem eşyayı listeye ekliyor. Arz talep meselesinden dolayı ihtiyaç olmayan bir şey enflasyonu düşük çıkarıyor. Elektriğe, doğalgaza, LPG’ye zam açıklamasının 1 Temmuz’da yapılması enflasyon rakamlarını düşük çıkarmak için yapılan uyanıklıktır. İşçiye, memura, emekliye Haziran’a kadar olan artışa göre zam vereceklerdi. Açlık sınırı, yoksulluk sınırı denen kriterler var. İşçi ve memur sendikalarının açıkladığı 4 kişilik bir ailenin açlık ve yoksulluk sınırı rakamları birbirine yakındır. Biri 9 bin TL derken, diğeri 7 bin TL diyor. Açlık sınırı 2 bin 800 TL’ye çıkıyor. Bugün emeklilerin çoğu 2 bin TL civarı maaş alıyor. Siz benzine, doğalgaza, LPG’ye zammı Haziran’da değil de 1 Temmuz’da açıklıyorsunuz. Haliyle bu enflasyon oranına yansımıyor. Petrol ürünlerine zam geldiğinde her şey bundan etkileniyor ve pahalanıyor. Bu zamlar Haziran yerine Temmuz’da açıklanarak işçi ve memur enflasyona ezdirildi. TÜİK açıklamasına göre enflasyon 1.9 çıkıyor. Ancak başka kuruluşlar 3 diyor. Dolayısıyla burada vatandaşa, işçiye, memura, emekliye ‘siz tasarruf edin, ekmeği az yiyin, porsiyonu azaltın, çay ve simitle idare edin’ deniyor. Kimse sermaye sahiplerine kemer sıkın demiyor.”

“Tasarruf tedbirlerinden bazı kurumları muaf tutamazsınız”

Refah Partisi’nin iktidara gelmeden önce kamuda büyük bir savurganlık olduğunu dile getiren Yılmaz, “Gelirler yetmiyor, bir de borçlanıyorlardı. Rahmetli Erbakan’a sordular ‘nasıl bunu düzelttiniz.’ ‘Hazine havuzunda kaçaklar vardı, buralara bağlanan hortumlarla bazı kişi ve kurumlar zenginleşirken, devlet fakirleşiyordu. İktidara geldiğimizde o delikleri kapattık. Paralar havuzda birikmeye başladı’ demişti. Maalesef şimdi de öyle bir aşamaya gelinmiş görünüyor. Tasarruf tedbirleri açıklandı. Meclis ve Cumhurbaşkanlığı bundan muaftır. Tasarruf tedbirlerinden bazı kurumları muaf tutamazsınız. Hatta bu konuda külliyenin örnek olması, birçok masrafı kısması lazımdır. O zaman vatandaş gönül rahatlığıyla bu tedbirlere uyardı. Müsrif bir hayata alışmış idareciler buna nasıl uyacak. İyi bir takip olmazsa siz bu tedbirleri uygulayamazsınız. Tedbirleri uygulayacak olan kişiler zaten israfın içinde. Hizmet makamında olanlar il ve ilçelerden tutun Ankara’ya kadar bu kurumlardaki insanlar çok rahat bir şekilde harcıyorlar. Babalarının malı gibi kullanıyorlar. Çiftlik gibi kullanıyorlar. Tedbirlere baktım. Birden fazla maaş alanların ek maaşları için bir şey denilmiyor. Tasarrufa 3-5 yerden maaş alanlardan başlanmalı. Bu kişilerin 100-150 bine tekabül eden maaşları var. Kamudaki makamlar zenginleşme makamı değil, hizmet makamıdır. O makamda olan, yöneticiler halka hizmet etmesi gereken insanlardır. Tedbirler tavandan başlar. Öyle yapmazsanız enflasyonu kontrol altına alamazsınız. Yaşantılarında toplumun en fakiri gibi yaşamayı seçmelidir. Ömer bin Abdulaziz’in ve İslam halifelerinin örnekleri ortadadır. İsrafa alışanlar zimmetine para geçirmeye, rüşvete ve yolsuzluğa da hemen alışıyor. Alıştıkları hayatı devam ettirmek için mafya ile ilişki kurmaktan kaçınmazlar. Bu kişiler birilerine ulaşınca istediği ihaleyi alabilmiş. Bir anda şehrin en zengini olmuş. Balık baştan kokar misali sistem o kadar kirlenmiş ki temizlemek için birçok makam sahibinin o koltuktan edilmesi, caydırıcı şekilde cezalandırılması lazım. Yolsuzluk, rüşvet işine girenlere yönelik olarak acilen temiz eller operasyonuna ihtiyaç var. Bunu kim yapacak. Elleri temiz, dürüst insanlarla ancak bunu yapabilirsiniz. İşi, eli kirli olana verdiğinizde daha çok elini kirletir. Devletin, mafyatik ilişkilere girenlerden, kamu kurumlarını arpalık gibi görenlerden temizlenmesi lazımdır.” dedi.

“Genç evlilik mağdurları var”

Yargı paketlerinin, bir plan çerçevesinde 2023’e kadar planlanan bir dizi paketten oluştuğunu kaydeden Yılmaz, “Avrupa’nın Türkiye’nin önüne koyduğu bir ev ödevidir. Bu standartlara göre tamamlanması gerekiyor. Şu an dördüncüsüne sıra geldi. Bu paketler hazırlanırken ulusal veya uluslararası baskıların etkisinde kalınmaktadır. Normalde şahsa göre kanun yapılmaz, kanunlar durumu tespit edip genel ilkeler koyar. Maalesef kanunlar yapılırken ‘falankesler yararlansın, diğerleri yararlanmasın’ mantığına göre hareket edilmektedir.  Bu nedenle önceki paketteki bir madde için sonraki pakette değişikliğe gidiliyor. 

“Siz kanunla ergenlik yaşını tespit edemezsiniz”

İstanbul Sözleşmesi 1 Temmuz itibariyle kaldırıldı. Fakat İstanbul sözleşmesinin ruhu 6284 sayılı yasada yaşıyor. İstanbul sözleşmesi baz alınarak yapılan TCK’daki medeni kanundaki maddeler duruyor. Aileyi korumak adıyla çıkan aileyi ifsat kanunları var. O sözleşmenin ruhuyla yapılan maddeler duruyor. Genç evlilik mağdurları var. Kadının suçu ne? Nikahsız birlikte yaşasa sorun yok. Ama evlendiği için suçlu. Bir de siz kanunla ergenlik yaşını tespit edemezsiniz. Sıcak iklimdeki toplumlarda erken ergenliğe giriliyor. Bu kişiler karşılıklı istiyorlarsa yuva kurabilirler. Soğuk iklimlerde ise daha geç ergenliğe giriliyor. Evlilik yaşı için evrensel bir kural koyamazsınız. Çünkü biyolojik bir olay var ve kişiden kişiye farklılık gösteriyor. Türkiye için eski medeni kanundaki evlilik yaşı makuldü. Aileler çocuklarını gerekirse mahkeme kararı ile genç yaşta evlendirebiliyorlardı. Bunda bir sorun çıkmıyordu. Ama yeni ceza kanununda İstanbul Sözleşmesi baz alınarak yapıldığı için kocayı tecavüzcü sayıyor. Tecavüzcü koğuşuna koyuyor. Bu kocayı değil, evliliği cezalandırmadır, aile kurumunu cezalandırmadır. ‘Nikahsız yaşayın’ deniliyor. İslam’ı hazmedemeyen bazı kesimlerin, İslam’a düşmanlık besleyen bazı kesimlerin baskısıyla yapılıyor tüm bunlar. Karısız, kocasız, nikahsız hayat ve sınırsız cinsel özgürlük isteyen bu uluslararası projeyi finanse edenler var. Bu kesimlerin uluslararası mekanizmalarda etkinlikleri var. Ülkeleri ablukaya almışlar. Yaradan’ın yarattığını beğenmeyen cinsiyetsiz yeni bir insan tipi oluşturmak istiyorlar. Temennimiz bu yargı paketinde aile konusunda uygun olmayan düzenlemelerin düzeltilmesi, genç evlilik mağdurları ile nafaka mağdurlarının mağduriyetlerinin giderilmesidir.” diye konuştu.

“Avrupa’da sokakta yaşayan insanlar var, hayvanları barındıran devlet, o insanlar için barınak yapmıyor”

İslam inancına göre; hayvanların koruması gereken canlılar olduğunu dile getiren Yılmaz, hayvana eziyet edilemeyeceğini söyledi.

Yılmaz, “İhtiyaç dışında öldüremezsin. Avustralya’nın yaptığı gibi çok su içiyor diye on binlerce deveyi öldüremezsin. Hayvanları keyfi olarak öldüremediğiniz gibi onların da insanlara zarar vermesini engelleyeceksiniz. İnsandan daha fazla değeri hayvana veremezsiniz. Allah’u Teâlâ insanı muhatap almıştır. Bütün canlıları insanın istifadesine vermiştir. Kurbanlığı keserken bile eziyet etmeyeceksin. Susuz bir hayvanı doyuran bir şahsın cennetle müjdelenmesi gibi rivayetler var. Fransa’da ve Avrupa’nın farklı ülkelerinde kaldım. Orada gördüm; karda kışta sokakta yaşayan insanlar var. Devlet onlara bakmıyor. Hayvanları barındıran devlet, o insanlar için barınak yapmıyor. Kimsesi yoksa korumak lazım. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de de evsiz insanlar sokakta donarak öldüler. Sokak köpeklerini koruyalım ancak insana zarar vermeden koruyalım. Sokak köpeklerinin saldırısına uğrayan kadınlar, çocuklar var. Sakat kalan, parçalanan insanlar var. Hayvanların ki can da hayvanlar tarafından parçalanan bu insanların ki can değil mi?  Avrupa’dan finanse edilen, sesleri çok çıkan kesimler var. Hayvan hakları yasası için baskı yapıyorlar. Bir yandan hayvan hakları için yasa çıkarılıyor, öte yandan yaban keçileri spor için, keyif için avlansın diye ihale yapılıyor. Bu bir çelişkidir.” dedi.

“Amerika kaosun bitmesini istemez”

Türkiye’nin yaklaşık 500 askerinin Afganistan’da bulunduğunu aktaran Yılmaz, “Bunlar Kabil havalimanı ve çevresini koruma görevinde konuşlandırılmış. NATO zirvesinde Türkiye, ABD ile ilişkilerini güçlendirmek için Kabil havalimanını ben koruyayım diyor. ABD’nin Afganistan’daki hakimiyetini devam ettirmesi için bu havalimanına ihtiyacı var.  Afgan hükümetini yönlendirmek için, ajanların, karanlık adamların gidip gelmesi için havalimanının Amerika’nın denetiminde olması lazım. Amerika’nın veya NATO’nun Afganistan’dan tamamen çekilmesiyle mevcut Afgan hükümeti Taliban karşısında ayakta kalamaz. Afgan hükümeti işgalcilere destek veriyordu. NATO’nun çekilmesiyle birlikte birçok Afgan askerinin komşu ülkelere kaçtığı, sığındığı söyleniyor. 370 bölge var Afganistan’da. Mayıs ayından bu yana 50 bölge Taliban’ın denetimine geçti. ABD ve NATO tarafından 2007’den bugüne kadar Afganistan’da öldürülen insan sayısı 111 bin. Sivil insanlar, okullar bombalanıyordu. Amerika orada çok kan döktü. Sindirme politikası uyguladı. Gözünü kırpmadan çocukları öldürdü. Sakat kalan insanların çoğu protezle yaşıyor. İşgalin ilk günüden bugüne sadece 2 bin 300 Amerikan askeri öldürülmüş. Amerikan askeri doğrudan Taliban ile çatışmalara girmek yerine karada Afgan askerlerini kullanmış. Mevcut durumda Türkiye Amerika’nın çıkarları için orada kalmış olacak. Türkiye orada kalıp Afganistan’a yardımcı olmak istiyorsa Afgan grupları arasında taraf tutmak yerine Afganlar arasında arabulucu olsun. Taliban yetkilisi diyor ki; NATO adına kalan herkes düşmanımızdır ve hedefimizdir. Bu riskli bir durumdur. Çatışan tarafları uzlaştırma ve daha fazla kan dökülmesine engel olmak için orada kalabilir. Amerika kaosun bitmesini istemez. İç ihtilafları ve çatışmaları körükleyip, ülkelerin zenginliklerini kendi ülkesine götürmek ister.” dedi.

“Dünya Mısır’daki idamlara kör, sağır ve dilsiz kesiliyor” 

Mısır’daki idamlara maalesef dünyanın kör, sağır ve dilsiz kesildiğini kaydeden Yılmaz, “Sadece seyrediyorlar. Seyredenlerin çok azı üzülerek seyrediyordur. Büyük bir kısmı da bu idamları sevinçle -Arap ülkeleri de dahil- karşılıyorlardır. Çünkü İhvan ile mevcut Arap yönetimlerinin fikriyatı çatışıyor. İhvan’ın başa gelmesi, krallıkların yıkılması, keyfi yönetimlere halkın karşı çıkması demektir. Bundan dolayı Mursi’ye karşı Amerika ve Arap devletlerinin desteğiyle Sisi’ye darbe yaptırıldı. Bütün bu insanlar içeri atıldı. Binlercesi meydanlarda -onların tabiriyle- demokratik talepler için gösteri yaparken binlercesi taranarak öldürüldü. Buna rağmen İhvan şiddete başvurmadı. İhvan silahsız bir şekilde yönetime gelmek istiyor. Stratejisi bu. Buna rağmen İhvan’ın yöneticileri idama mahkûm edilmiş. Hiçbiri bir şiddete başvurmadı. Tek suçları seçimle Mısır’da iktidar olmak. O zaman ortaya şu sonuç çıkıyor: Demek ki bu idamlar hukuki değil. Bir cinayete karşılık değil. Tamamen siyasi bir kararla alınan kararlardır. Birilerini memnun etmeye, içeride de sindirmeye yönelik bir karardır bu idam kararları. Bu yüzden güçlü bir ses çıkması lazımdır. Sivil toplum kuruluşları sesini yükseltiyor. Ancak devletler sesini çıkarmıyor. Ancak Türkiye Mısır’la ilişkileri düzeltme adına pek ses çıkarmıyor. Libya konusunda Türkiye ve Mısır karşı karşıya geldiler. Mısır Hafter’i, Türkiye Serrac’ı destekledi. Gelinen noktada Türkiye Mısır’la iyi ilişkiler geliştirmek istiyor. Mısır’a şimdi baskı yapacak, idamları durduracak devletlerarası ilişkiler geliştiremiyor. Türkiye’nin daha aktif olup idamları durdurması lazımdır. Mevcut Mısır yönetiminin İhvan’a düşmanca davranmaması lazım. İhvan ve diğer cezaevindekilerin bırakılması için Mısır’la ilişkileri geliştirebilir. Sadece Türkiye yetmiyor. Maalesef Arap ülkeleri İhvan’ı tehlikeli ve terörist görüyorlar. Hatta HAMAS’ı da tehdit görüyorlar.” dedi.

“İslam Ülkeleri ümmet bilinciyle hareket etmelidir”

Yılmaz, son olarak şöyle dedi: 
“Devletlerin çıkarları vardır, dostlukları yoktur. Devletlerde vefa yoktur. Şu an oradaki Müslümanlar ekonomik ve siyasi ilişkilere kurban ediliyorlar. Türkiye onlarla kan bağı ve din bağı olmasına rağmen sesini çıkarmıyor. Türkiye sesini çıkarırsa ne olur bilmiyoruz. Bugün güçlü olan Çin olduğundan Türkiye de ekonomik bazı çıkarlar için sessiz kalıyor, dile getirilmesini, görülmesini istemiyor. Urumçi katliamı geçmişte yapıldı. Dünyanın birçok yerinde Müslümanlar katliama uğruyor. Batı ülkeleri zaten sessiz. İslam ülkeleri de menfaatleri uğruna sessiz kalıyor. Müslümanlar da Cuma namazı çıkışı gösteri yapmakla yetiniyor. Bunlar netice vermez. Devletlerin ses çıkarması, İslam ülkelerinin ümmet bilinciyle hareket edip güçlenmesi ve birbirlerine karşı ordularını çatıştırmaktan vazgeçmesi gerekiyor. İslam Coğrafyasının menfaati için güç birliği yapmalıdırlar. Avrupa Ülkeleri yakın zamanda birbirlerinden 100 milyona yakın insan öldürmesine rağmen çıkar ve sömürü ekseninde bir olmuşlar. Amerika ile yarış halindeler. Diğer tarafta Rusya birçok ülkeyi etrafına alıp güç oluşturmuş, ‘ben de varım’ diyor. Çin nüfusuyla, ekonomisiyle ‘ben varım’ diyor. Güçsüz olan kim? İslam ülkeleri. Amerika’nın, Rusya’nın menfaati için vekalet savaşı verip birbirini açlığa mahkûm ediyorlar. Suriye’de Amerika ve Rusya’nın çıkarı için yüzbinlerce insan öldürüldü, milyonlarcası muhacir oldu. İslam ülkeleri, emperyalistlere taşeronluktan vazgeçmelidir. İslam ülkelerinde, emperyalistlere hizmet edenlerin, halkına ihanet edenlerin başa getirilmemesi lazımdır.”