Harran Gezimizden Notlar
Dünkü geziyi TYB Şanlıurfa Şubesi düzenledi.
Harran'a daha önce defalarca gitmiştim.
En güzeli ve faydalısı bu oldu.
Bunun bir sebebi ekibimizdi.
Akademisyen, şair, yazar, okur ve onların bazı yakınlarından oluşan uyumlu bir ekip. Ekibin niteliği çok önemli.
Diğer sebebi de Harran Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ve Harran Ören Yeri Kazı Başkanı Prof. Dr. Mehmet Önal'ın bize rehberlik etmesi idi.
Saat 12.00 civarında yola çıktık.
Hava tam bahar havası. Parçalı bulutlar güneşin bizi yakmasına fırsat vermedi.
İlk durağımız İslam tasavvufunun en önemli isimlerinden Hayat-ı Harrani'nin türbesi ve adını taşıyan cami oldu.
Öğlen namazını kılıp türbeyi ziyaret ettikten sonra ören yerine doğru yola koyulduk.
İşte o zaman Mehmet Önal Hoca'nın nasıl büyük bir bilgi ve tecrübeye sahip olduğunu anlamaya başladık.
Bizi tarihi mekanlarda adım adım, karış karış dolaştırdı ve çok güzel bilgiler verdi.
O ayrıntılara, kendisinden sözünü aldığım, yakında gerçekleştireceğimiz röportajda gireceğimiz için burada çok kısa geçiyorum.
UNESCO'nun Dünya Mirası Geçici Listesi'nde bulunan Harran, sadece Urfa ve Türkiye için değil, İslam dünyası, hatta bütün dünya için çok çok önemli bir yer. Büyük bir hazine.
Orta Çağ'dan kalma, bir kısmı günümüze kadar ulaşan muazzam surlarla çevrili çok eski bir yerleşim yeri.
O dönem ticaret yollarının kesiştiği bir noktada olduğu için çok gelişmiş.
Geçmişi binlerce yıl öncesine çıkıyor.
En eski devirlerden beri pek çok medeniyetin izlerini taşıyor.
Pagan dönemin ardından Yahudilik, Hıristiyanlık ve nihayet İslami dönem...
Bir ara Emevilere başşehirlik yapmış.
Dini ve müspet ilimlerde birçok önemli isim yetiştirmiş.
Özellikle İslami dönem eserleri muazzam.
Medeni bir toplumun her türlü ihtiyacını karşılayan çok ileri tekniklerle yapılmış eserler.
Cami, medrese, kütüphane, çarşı, hamam, kuyu tuvalet, bir yerleşim yerinde olması gereken her şey var.
Harran Camii, ülemizin en büyük anıtsal camii.
İlk defa içinde dolaştık. Ayakta kalan doğu duvarı, ana kapısı ve kare minaresi devasa büyüklükte.
Taş işçiliğinin en güzel örneklenmiş.
Yapıldığı ve kullanıldığı zamanları tahayyül etmeye çalıştım. Müthiş bir duygu.
Bu muazzam şehri 13. yüzyılda Moğollar yakıp yıkmış. Şimdi birkaç parçası hariç bir taş yığınından ibaret.
Mehmet Hoca ve ekibi yıllardır burada iğne ile kuyu kazıp sergilenebilecek en iyi hale getirmeye çalışıyor.
6 Şubat depremi buradaki çalışmaları da etkilemiş. Restore edilen bazı kısımlar yer yer çatlamış, dökülmüş.
Daha yapılacak çok iş var.
Bir ara, o dönem âlimlerinin yaptığı gibi küçük bir havuzun etrafında oturup sohbet ettik, dinlendik.
Bu bölümdeki gezimiz bitince hemen yakındaki kazı evine geçtik.
Yemyeşil bahçesindeki kameriyenin altında dinlenirken çay içip şiir okuduk, sohbet ettik.
Sonra gezinin ikinci bölümü başladı.
Harran Kalesi. İç kale.
Daha önce hep uzaktan gördüğüm, geçmiş yıllarda birkaç kez önünde düzenlenen programlarda şiir okuduğum bu kalenin içine ilk defa girdim.
Tek kelimeyle muhteşem!
Geçmişi 5. yüzyıla kadar çıkıyor.
Önce Romalıların askeri garnizonu. Sonra saray. Sonra üzerine eklemeler yapılarak kaleye dönüştürülüyor.
Eskiden etrafında Cavsak Deresinin suyu ile doldurulan hendekler varmış.
Beyaz ve siyah kesme taşlardan ve tuğlalardan örülen üç katlı devasa büyüklükte bir eser.
İçinde yaşayacakların her türlü ihtiyacı düşünülmüş. Odalar, salonlar, hamamlar, burçlar, kuyular, muazzam kapılar...
Müslümanların canlı suretine hassasiyetine rağmen aslan, köpek ve kuş kabartmaları da dikkat çekiyor.
Döne döne üst kata kadar çıkıp sonra farklı bir güzergahtan indik.
Mehmet Hoca her yeri, her ayrıntıyı o kadar güzel anlatıyor ki!
Hele oradaki üst düzey yöneticiler için inşa edilen hamam... Soğukluk, sıcaklık, cehennemlik bölümleri, havuzlar, sekiler, sıcak su ve su buharının geçirildiği borular, suların akıtıldığı kurnalar ve daha birçok ayrıntı...
O devirler için müthiş!
Mehmet Hoca, sürekli olarak buranın nasıl büyük bir hazine olduğunu anlatıyor.
Kendisi tanıdıkça hayran kalmış, bizleri de hayran bırakıyor.
Fakat hocamız, buranın hak ettiği ilgiyi görmemesi dolayısıyla da çok üzgün.
Esas üzüntü kaynağı ise, yasak olmasına rağmen sur içinin betonarme yapıların istilası altında olması.
Bastıra bastıra "Şimdikilerin verdiği zarar Moğol istilasından daha fazla." diyor.
Gerçekten de altında hazinelerin yattığı bu sit alanı beton inşaatlarla dolu. Halen de büyük bir hızla devam ediyor.
Birinin yanından geçtik. O tarihi eserlerin temeline giren kepçeler, yıkıp söktüğü taşları bir kenara yığmış. İçinde kim bilir nelerin olduğu taş ve topraklar bir hafriyat yığınına dönüşmüş.
Bu ne hoyratlık!
Akıl alır gibi değil ama gerçek.
İnsanın içi yanıyor.
Mesela üç semavi dinin atası olarak kabul edilen Hz. İbrahim'in yaşadığı rivayet edilen bir ev bulmuşlar. Ancak üzerinde betonarme bir yapı olduğu için dokunamıyorlarmış.
Duyunca ağzı açık kalıyor insanın.
Değil Urfa"da veya Türkiye'de, bütün dünyada yer yerinden oynamalıydı.
Çıt yok.
Biz sahip çıkmazsak dünyanın nasıl haberi olsun?
Oysa bütün Urfalıların ayağa kalkması ve yetkilileri harekete geçirmesi gerekiyordu.
Halen de gerekiyor.
Yarın çok geç olmadan bu tarih katliamına dur demek lazım.
Bu hazinelerin gün yüzüne çıkarılması, turizme kazandırılması lazım.
O zaman Harranlı vatandaşlarımızın kazancı da şindikinden kat kat fazla olacaktır.
Turumuz bitince yola çıkıp dönüşe geçtik.
Şehrin girişinde güzel bir lokantada güzel bir yemek yedik.
Burada, aramıza Eyyübiye İlçe Belediye Başkan Yardımcısı İsmail Kaya da katıldı.
Kısa değerlendirme ve teşekkür konuşmaları yaptık.
Ben bir kere de buradan gezimize maddi destek veren Eyyübiye Belediye Başkanı Mehmet Kuş ve Başkan Yardımcısı İsmail Kaya'ya, bize çok iyi rehberlik yapan Profesör Dr. Mehmet Önal Hoca'ya, bize bu imkanı sunan TYB Şanlıurfa Şube Başkanı Doç. Mahmut Kaya'ya ve gezinin büyük bir düzen içinde gerçekleşmesini sağlayan Doç. Ömer Sabuncu ve Okul Müdürü Vehbi Uzundağ'a ve yoldaşlık etmekten büyük keyif aldığım ekipteki arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.
Yorucu ama çok güzel, çok verimli ve fakat bahsettiğim o kıymet bilmezlik dolayısıyla aynı zamanda üzücü bir yolculuktu.
Umarım sesimiz duyması gerekenler tarafından duyulur ve gereği en kısa zamanda yapılır.