Harf Devrimi Niçin Yapıldı?
Yapıldığı günden günümüze kadar tartışılan bu konu hakkında birçok yazar ve düşünür, lehte ve aleyhte görüşler dile getirmişti.İşte Harf Devriminin niçin yapıldığı ve sonuçları hakkındaki görüş ve değerlendirmelerden bazıları..
1862-1863lerde Münif Paşa ve Azerbaycanlı Ahundzade Feth Ali tarafından dillendirilmeye başlayan Türkçede ıslah ve inkilab konusu sonraki dönemde artık üzerinde devamlı olarak durulan ve tartışılan bir konu haline gelmişti. Eğitim-Öğretim meselesinin bir parçası olarak düşünülen alfabe değişikliğinde mevcut yazı ve dili ıslah yerine, Latin alfabesinin kabul edilmesi önerisi ortaya atılmıştı. II. Meşrutiyetin ilanına kadar açıkça ileri sürülmeyen bu görüşü savunan Hüseyin Cahit, Celal Nuri, Abdullah Cevdet, Kılıçzade Hakkı, Cenab Şehabeddin gibi kimseler Türkçenin Arap harfleri ile yazılamayacağını, Latin harflerinin er yada geç kabul edilmesi gerektiğini ve bunun için cesaretli olunması gerektiğini söylemekteydiler.
1910 yılından itibaren Maarifin terakkisi ve halkın cehaletten kurtarılması fikri üzerine bina edilmeye başlanan Alfabe konusuna kendince çözüm bulanlardan biri Enver Paşa olmuştu. Enver Paşa, harfleri birleşik yazmak yerine Latin yazısındaki gibi ayrı ayrı yazmaya dayanan bir yazı sistemi oluşturmaya çalışmıştı. Hatt-ı Cedid veya Enver Paşa yazısı denilen ve orduda uygulamaya çalışılan bu yazı, her sessiz harfin önüne bir sesli konularak yazılacaktı. Neticede tutmayan ve Mustafa Kemal Paşa tarafından İyi bir niyet fakat yarım iş, hem de zamansız olarak nitelenen bu deneme I. Dünya Savaşı sonunda terk edilmişti.
1919 yılına gelindiğinde, Zamanında hiçbir şeyi kaçırmamak ve zamansız hiçbir şeye uzaktan yakından tevessül etmemek başlıca dikkati teşkil etmelidir. Prensibini benimsemiş olan Mustafa Kemal Paşa, Erzurumda Mazhar Müfit Kansuya: Zaferden sonra hükümet şekli cumhuriyet olacak, padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacak, medeni milletler gibi şapka giyilecek, Latin harfleri kabul edilecektir. Diyerek harf devrimi için ilk işareti vermişti. Şubat 1923te İzmir İktisat Kongresinde gündeme gelen Latin harflerinin kabulü düşüncesi Cumhuriyetin ilanından sonra TBMMde Şükrü Saraçoğlu tarafından 1924 yılında dile getirilmiş ve tartışmalar bugünkü alfabenin kabul edilmesine kadar devam etmişti. Tartışmalarda Latin harflerinin kabulünden yana olanların iddiaları ve gerekçeleri genel olarak: Arap Alfabesi hem geç hem de zor öğrenilmektedir, Herkes birçok kelimeyi farklı şekillerde yazmaktadır. Bu harflerle belirli bir yazım kuralı oluşturmak mümkün değildir, Bu harfler yüzünden yabancılar Türkçeyi öğrenmeye rağbet etmemektedirler, Az çok öğrenim görenler bile bir yazıyı hatasız okuyamamaktadırlar. Bu sebeple yayınları sınırlı sayıda kişi okumakta olup eğitim yaygınlaşamamaktadır, Eğitimin ilerlemesi, okur-yazar oranının artması ve halkın cehaletten kurtarılması Latin harflerine geçişle mümkün olacaktır, Arap harfleri, Türk Milletinin asırlardan beri geri kalmasına neden olmuştur, Latin harflerinin kabul edilmesiyle milletimiz Batı uygarlığının medeniyet seviyesine ulaşacaktır, Sovyetler kontrolündeki Azerbaycan ve Kuzey Kafkasyada Latin alfabesine geçildiğinden ilişkilerin korunması adına Latin alfabesini kabul etmek gerekir. Düşüncelerinden ibaretti.
Nihayet Bakanlar Kurulunun 23 Mayıs 1928de yaptığı toplantı da Mustafa Kemal Paşanın direktifi ve Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Uğuralın teklifiyle bir komisyon kurulması kararlaştırılmıştı. Haziran sonu itibariyle Komisyon çalışmalarını sürdürürken Mustafa Kemal Paşa, 9/10 Ağustos 1928de Sarayburnu Parkındaki gazinoda CHPnin düzenlediği gece toplantısında harf inkilabını başlatan şu konuşmayı yapmış: Vatandaşlar, bu notlarım asıl hakiki Türk kelimeleri, Türk harfleriyle yazılmıştır. Kardeşiniz bunu derhal okumaya teşebbüs etti. Biraz çalıştıktan sonra birden bire okuyamadı. Şüphesiz okuyabilir. İsterim ki, bunu hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz. Arkadaşlar! Bizim ahenktar, zengin dilimiz yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak mecburiyetindesiniz. Anladığınızın eserlerine yakın zamanda bütün kâinat şahit olacaktır. Buna katiyetle eminim Fakat milletin yüzde sekseni okuma-yazma bilmiyorsa, bu hata bizde değildir. Türkün seciyesini (karakterini) anlamayarak birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz (düzelteceğiz). Hataların tashih olunmasında, bütün vatandaşların faaliyetini isterim. En nihayet bir sene, sene içinde bütün Türk heyet-i içtimaiyesi yeni harfleri öğreneceklerdir. Milletimiz yazısı ile kafası ile, bütün alem-i medeniyetin (uygar dünyanın) yanında olduğunu gösterecektir. (Halka doğru kadehini kaldırarak) Eskiden bunun bin mislini mezbelelerinde gizli gizli içerek envai mefsedeti irtikap eden mürai (iki yüzlü) sahtekarlar vardı. Ben sahtekar değilim, milletimin şerefine içiyorum (Hakimiyet-i Milliye 11 Ağustos 1928) Demişti.
Sonuçta 1 Kasım 1928de TBMMde hazırlanan kanun tasarısı yapılan görüşmelerden sonra aynı gün, Türk Harflerinin Kabul Ve Tatbiki Hakkındaki Kanun adıyla kabul edilmişti. Buna göre:
Madde 1-Şimdiye kadar Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ve merbut cetvelde şekilleri gösteren harfler /Türk harfleri unvan ve hukuku ile kabul edilmiştir.
Madde 2-Bu kanunun neşri tarihinden itibaren devletin bütün daire ve müesseselerde Türk harfleriyle yazılmış olan yazıların kabulü ve muameleye konuşması mecburidir.
Madde 3-Devlet dairelerinin her birinde Türk harflerinin devlet muamelatına tatbiki tarihi 1929 Kânunusanisinin birinci gününü geçmez.
Madde 5-1929 Kânunusanisi iptidasından itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk harfleriyle basılması mecburidir.
Madde 9-Bütün mekteplerin Türkçe yapılan tedrisatında, Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle matbu kitaplarla tedrisat icrası memnudur.
Denilen kanun ile Arap harfleri olduğu için atılan alfabenin yerine Latin harfleri, Türk Alfabesi olarak kabul edilmiş, Eski harflerle matbu kitaplarla tedrisat icrası memnudur. (Eski harflerle basılan kitaplarla tedrisat: dersler verme, okutma, öğretme yapılması yasaktır) genel ifadeli bir cümle ile Kuran-ı Kerim dahil Arap harfleri ile basılmış bütün kitaplar yasaklanmıştı.
Yeni Türk harflerinin kullanılması, eski yazının kullanılmaması için çıkarılan 1353 sayılı yasada, kanuna aykırı davrananlar için cezai yaptırım öngörülmemiş olsa da Türk Ceza Kanununun 526 Maddesinin son bendine konulan: Şapka iktisası hakkında 671 sayılı kanunla, Türk harflerinin kabul ve tatbikine dair 1353 sayılı kanunun koyduğu memnuiyet (yasaklara) ve mecburiyetlere muhalif hareket edenler (karşı gelenler) iki aydan altı aya kadar hapis veya bin liradan beş bin liraya kadar hafif para cezası ile cezalandırılır. Cümlesiyle yaptırım getirilmişti.
Harf devriminin temelinde, Modernleşme düşüncesi, Türk eğitim sisteminin Batı örneğine göre yeniden yapılandırılmaya çalışılması, Türk aydınlarının Batı dünyasını bir başka gözle görmeye başlamaları ve Batı medeniyetine yöneliş etkili olmuştu. Yapıldığı günden günümüze kadar tartışılan bu konu hakkında birçok yazar ve düşünür, lehte ve aleyhte görüşler dile getirmişti. İşte Harf Devriminin niçin yapıldığı ve sonuçları hakkındaki görüş ve değerlendirmelerden bazıları:
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Her vasıtadan evvel her vasıtadan evvel büyük Türk Milletine onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol haricinde kolay bir okuma yazma anahtarı vermek lazımdır. Büyük Türk milleti cehaletten az emekle kısa yoldan ancak kendi güzel asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Latin esasından alınan Türk alfabesidir Büyük Milet Meclisinin kararıyla Türk harflerinin katiyet kazanması, bu memleketin yükselme mücadelesinde başlı başına bir geçit olacaktır. Milletler ailesine münevver, yetişmş büyük ir milletin dili olarak elbette girecek olan Türkçeye bu yeni canlılığı kazandıracak olan üçüncü Büyük Millet Meclisi, yalnız ebedi Türk tarihinde değil, bütün insanlık tarihinde mümtaz bir sima kalacaktır. (Resmi Gazete, 3 Teşrinisani 1928, Sayı: 1030)
PEYAMİ SAFA
Arap, yani eski Türk harfleri yerine Latin harfleri kabul edileli otuz bir yıl oldu O zamanın yer yer ifade edilen endişeleri (inden en büyüğü) de şuydu: Milli kütüphanelerimizdeki yüz binlerle eser ne olacak? Yarınki nesiller kendi edebiyatlarını, tarihlerini, dil ve lugatlerini, felsefe din ve hukuk eserlerini okumak imkanından mahrum kalınca, onlara milli kültür nasıl verilecek?...Yeryüzünde bir tek memleket gösterilemez ki, orada gençler kazara milli kütüphanelerine girerlerse bir tek eser okuyamadan çıkıp gitsinler. Böyle bir katliam hiçbir memlekette ve hiçbir memleketin tarihinde yoktur Hele Latin harfleri tamamiyle yerleştikten sonra liselerimizde Arap harfleri okutulmasında hiçbir kanuni mahzur yoktu. Bugün de yoktur Almanyada Latin harfleri ile birlikte Alman Gotik harfleri de öğretilir ve bunu bir gericilik (irtica hareketi) saymak hiçbir Almanın veya başka bir medeni millet mensubunun hatırından geçmez. Bizdeki inkilap yobazlığının eşine cihanda rastlanmaz Bu ilimsiz, çarpık, saçma inkilap ve irtica anlayışına genç nesiller kurban olup gidiyor. Devrimbazlar mugalata yapmasınlar. Latin harflerini atıp Arap harflerini getirmek istemiyoruz. Üniversitelerimizde okutulan Arap harflerini ve Osmanlıcayı liselerimizde de öğretmelerini istiyoruz. Buna Türk kanunları engel değildir. Akıl kanunları da bunu emrediyor. (Türk Düşüncesi, Ağustos 1959, Sayı: 59-8)
CUMHURİYET GAZETESİ
Bugün gömdüğümüz Arap harfleri ile yarın kullanacağımız Türk harfleri arasındaki fark, deve ile otomobil arasındaki fark kadar büyüktür. Arabistanın çöllerinden gelen deve, iptidailiğin, geriliğini betaetin remzi, Batıdan aldığımız otomobil ise, terakkinin, medeniyetin, süratin timsalidir. Deve ağır, battal ve mütevekkil yürüyüşü ile bizleri senelerce çöllerde dolaştırdı, bir türlü medeniyet vahasına ulaştıramadı. Şimdi çöllerden yıldırım sürati ile geçen, her maniyi kolayca aşan o medeniyet vasıtası bizi çabucak istediğimiz yere eriştirecektir. Deveyi çoktan bırakıp otomobile atlayarak bizi geride bırakmış olan milletlere süratle yetişeceğiz. Deve fariza-i haccı ifa edenleri Kâbeye götürdü. Otomobilde terakki ve taliye teşne olan milletimiz medeniyet kâbesine götürecektir.
ERTUĞRUL OSMANOĞLU
Mustafa Kemal Paşa, çok büyük bir şahsiyet fakat çok büyük şahsiyetlerin en ufak hataları çok büyük netice verir. O da öyleydi. Mesela kökünden çıkardılar bütün bizim ne kadar literatürümüz varsa, ne kadar yazımız varsa Arap hurufatından, kalktı hiçbir şey kalmadı. (Mustafa Kemal Paşa) Yeniden 70 sene evvel bir civilization başlattı. O civilizationa başlayanlar da onları çıkardılar. Büstbütün değişti. Yeni bir hayat oldu, yeni bir düşünce ve literatür, arkası kökü yoktu. Kök çıkarıldı atıldı. (Osmanoğlunun Sürgünü, TRT Belgesel)
FEROZ AHMAD
Bu adımın sonuçları, çok büyük, çok derin ve çok uzun vadeli oldu. Bu reform Türkiyenin doğusundaki İslam Dünyasıyla olan bağlarını öteki reformlardan daha fazla gevşetti ve ülkenin yüzünü bir daha geri çevrilemeyecek biçimde Batıya çevirdi. Türkiyenin kendi harflerinin Avrupa ile birleşmek için yeterli olmadığı görüldü, ancak bu birlik bunu ülkenin kapitalizm ve daha sonra demokrasi deneyiminin zirvesi olan Türk seçkinlerinin kutsal kabul ettikleri bir hedef haline geldi. (Modern Türkiyenin Oluşumu, (Çeviren: Yavuz Alogan),s.119-120, İstanbul, 1995.)
BERNARD LEWİS
Yazının Latinleştirilmesi fikri, farklı nedenlere dayanmakla beraber, Mustafa Kemalin politikasına iyice uyuyordu. Onun görüşünde, Latin alfabesi, Azerbaycan Cumhuriyeti ile bir bağdan çok, Osmanlı İmparatorluğuna karşı bir engel idi. Göründüğüne göre, yeni yazıyı öğrenip, eskisini unutmak suretiyle, geçmiş gömülüp unutulabilecek ve yalnız yeni Latin harfli Türkçede ifade edilen fikirlere açık yeni bir kuşak yetiştirilecekti. (Modern Türkiyenin Doğuşu, (Çev. M Kıratlı), s.427,428, Ankara, 1993.)
NURETTİN ARTAM
Milleti cehaletten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini terk edip Latin esasında Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur. Komisyonun teklif ettiği alfabe, Türk alfabesidir. Katidir. Türk milletinin bütün ihtiyaçlarını temine kâfidir. Harf ve imlâ kaideleri lisanın ıslahını, inkişafını ve milli zevki takip ederek tekâmül edecektir. Muhakkaktır ki yeni harflerle lisan ve imlâya yeni şeklini vermek için komisyonun projesi en kısa ve en amelîdir (Dil Devriminin 30 Yılı, s, 17, Ankara, 1962).
MEHMET EMİN YURDAKUL
Musa eski İbranî harfleriyle tunç levhalar üzerine nasıl bir kavmin mukadderatını yazmışsa bu harflerle de yeni yazılacak olan kitaplara Türk milleti yeni bir mukadderat yazacak, (Götenberg) oyduğu harflerle nasıl yeni dünya hars ve medeniyetini hazırlamışsa bu yeni harflerle de Türk'ün yeni hars ve medeniyetini vücuda getirecek, Allah arzı, semayı, insanları ve bütün mahlukatı nasıl birkaç unsurdan yaratmış ise Türk milleti de bu yeni harflerle yeni ilmini sanatını, yeni terakkisini ve yeni kâinatını yaratacak. (TBMM Zabıt Ceridesi III/ 5 1928: 7-9).
CEMİL MERİÇ
Nihayet İstiklal Savaşı... Batı'nın silâhlı saldırısını püskürtmüş, Batılılaşma sevdasından kurtulamamıştık. Avrupa vazgeçmemişti avından. Aydınlar devrilen hisarlar karşısında sevinç çığlıkları atıyordu. Düşmanın teslim alamadığı tek kale almıştı: hafıza, yani dil. Bugünü düne bağlayan köprü uçurulmadıkça tarihten kopamazdık . Balkan Harbi, Trablusgarp, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı..Vatan coğrafyası bu müselsel felaketler yüzünden küçülürken, aydın sayısı da azalır. Öyle ki İstiklâl Savaşı'nın muzaffer başkumandanı harfleri değiştirmeğe kalkışınca, bir avuç entelektüelin alkışlarıyla teşci edilir. Arap harflerini müdafaaya yeltenen bir tek hoca çıkar: Yahudi Avram Galanti. Harf devrimi, kütüphaneleri tuğla yığınını çevirir. İrfanımızı düne bağlayan köprüler uçurulmuştur.
Müstağripler, zaferin sarhoşluğuyla bedahetlere meydan okurlar. Hiçbir ülkenin eşine rastlamadığı bir vandalizme inkılâp adı verilir: Dil İnkılâbı. Bu aşırı tasfiyecilik çıkmaza saplanınca sahneye yeni bir nazariye çıkarılır: Güneş Dil Teorisi. Bu dâhiyane buluş intelijansiyanın namusunu kurtarır. Türkçe bütün dillerin anası olduğuna göre özleştirmeğe ne lüzum var.. Ama bir kere ok yaydan fırlamıştır. İntelijansiya ebedi şef'in ölümünden sonra büsbütün gemi azıya alır. Dil devrimi politikanın emrindedir artık. Ona dil uzatmak, devlete karşı koymaktır. Aydının tek hürriyeti vardır: dili tahrip, Mektepler nesillerin hafızasını nesebi gayr-ı sahih tilciklerle doldurur. Güdümlü basın bu yıkıcılığa alkış tutar.
Otuz-kırk yıl önceki münakaşaları hatırlar mısınız? Yok edilmesi gereken düşman: Osmanlıca. Saldıranlar küstah, savunanlar tabansız. Birincilerin dudağında tılsımlı bir kelime: İnkılâp. Ve arkalarında Batı. İkinciler de aynı mitoslara esir. Ama ayaklarında, çöken bir medeniyetin zincirleri, yürüyemedikleri için koşanlara kızıyorlar
Ummanı ırmağa bağlamak isteyen bu allameler, bin yıllık tarihimizden habersizdiler. Bir medeniyet emr-i yevmilerle değiştirilemezdi. Yığınlar küskün ve muzdarip, hisarlarına çekildiler. Müstağrip, hem okuyucu, hem seyirciydi artık. Halk okumuyordu.
Dil'de inkılâp olmaz. İhtiyar tarih dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir çılgınlığa şahit olmamıştır. Toplum geliştikçe, dil de gelişir. Osmanlıca diye bir dil yoktur. Osmanlıca, Anadolu'ya yerleşen ve İslâmiyet'i benimseyen Türklerin dilidir. Yani halis Türkçedir, Batı Türkçesi.
Devlet, mektep programlarına yeni terimler sokmuş, fakat edebiyat diline karışmamıştır.
Daha nasıl karışacaktı? Genç hafızalara yerleştirilen "tilcik"ler üredikçe üremiş, nesillerin zevk selâmetini bozmuş, onları tarihlerinden ve mukaddeslerinden koparmıştır. Bu ülkenin aydınları yıllarca tek hürriyet tanımışlar: Dillerini tahrip hürriyeti. Tefekkür yasaklanmış, irfana sadakat, vatan ihaneti sayılmıştır. Zekâları felce uğratan bir devrimdir bu. Zaman zaman halkçılık, milliyetçilik, ilericilik ve benzeri mefhumların arkasına saklanmıştır. Bu çılgınlığı solun cılız omuzlarına yüklemek yanlış. Suç hepimizin. Hepimizin yani minnacık çıkarları uğruna bir avuç mirasyedinin kararlarına kafa tutmayan cebin ve izansız bir intelijansiyanın. (Mağaradakiler, s.263, 270, İletişim yay. İstanbul, 2008)
Emre Gül/ Dünya Bülteni