HAKİKATİN ÖYKÜSÜ

HAKİKATİN ÖYKÜSÜ
Erkek, kadın, yaşlı ve çocuklardan meydana gelen bir insan kafilesi yola çıkmıştı. Amaçları daha iyi, kedersiz ve yaşam kalitesi yüksek yeni bir yerleşim alanı bulmak ve yerleşmekti.  Çıplak ve yanmış dağlardan, bitkisiz kumsallardan ve suyu çekilmiş vahalardan geçerek yol almaya devam ettiler.
Gerçi nereye göç ettiklerini iyi bilmiyorlardı ama eski mekânları da artık onlara çok dar geliyordu; hatta oradaki sınırlı hayat şartları onları sıkmaya başlamıştı. Bu yüzden sonuç ne olursa olsun, yeni ve daha müreffeh bir yurt edinmeliydiler. Yaşlılar, çocuklar ve hastalar bineklerin sırtında, gençler ve orta yaşlılar da yaya olarak,  sıcak kumların üzerinde ve dikenli yollarda,  yalın ayak ve baş açık bir şekilde yürümeye devam ediyorlardı.
Arada bir ihtiyaçlarını gidermek için mola verdikleri oluyordu, Lakin istirahattan sonra nereye ve hangi yöne devam edeceklerini bilmediklerinden, keder ve üzüntüden kurtulamıyorlardı.
Bir gün, mola yerinde, nereye gideceklerini bilmez bir haldeyken karşılarına bir adam çıkıverdi. Üstü başı temiz, dikkatli ve bilgili bir insan olduğu her halinden belliydi. Adam onlara dedi ki:
-“Nerden geliyorsunuz, nereye gideceksiniz, amacınız nedir?
Kafilenin içinden ileri gelen birisi o adama şöyle cevap verdi:
-“Bizler yerimizden memnun olmayan, daha iyi hayat şartlarına kavuşmak isteyen ve daha iyi bir yaşam kalitesini elde etmek için sefere çıkan bir topluluğuz. Ancak nereye ve hangi yöne gideceğimizi tam kestiremiyoruz. O yüzden şaşkın ve mütehayyiriz.”  Onları dinleyen adam dedi ki:
-“Bu bölgeyi ve bu toprakları çok iyi bildiğim için, sizin nereye gitmeniz gerektiğini en iyi bilen benim. Eğer beni dinlerseniz,  önce dilenip iyi bir mola vermeniz gereken bir yer size göstereceğim. Sizler, çoluk-çocuk, genç-yaşlı bu yeşil, tatlı, sulak ve meyvedar vahada kısa bir zaman kalır, sonra daha güzel, daha hoş ve sizi daha çok mutlu edecek başka bir diyara gitmek için hazırlanacaksınız.
Adamlar bunu duyunca kulaklarına inanamadılar. Yeşil, sulak, meyvesi bol ve bereketli bir toprak! Burası arayıp da bulamadıkları bir yer olmalı. “Biz zaten böyle bir yer arıyoruz” diyerek adamın söylediklerini büyük bir memnuniyetle karşıladılar.
Ancak içlerinden bazıları adamın söylediklerine inanmak istemediler: “Tuttuğumuz yol gittikçe içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Bu yolun, denildiği gibi böyle bir güzel vahada bitmesi kolay görünmüyor” diyerek adamın sözlerinin dikkate alınmaması gerektiğini söylediler.
Fakat kafilenin ileri gelenleri, “Bizler, çöllerde mahvolduk. Artık bu daracık ve yaşamaya elverişli olmayan bitkisiz yerlerde yaşamaktan bıktık. Bu adamı dinlemekle bir şey kaybetmeyiz. Zaten dönülmez bir yola girmiş bulunuyoruz. Eğer sonuç onun dediği gibi çıkarsa ne ala!  Yok eğer o adamın dedikleri çıkmazsa zarar etmeyiz.  Ama unutmamalıyız ki,  eğer adamın dediği gibi böyle bir yer varsa ve biz oraya gitmekten vazgeçersek, daha sonra o güzel vahaya kabul edilmeyebiliriz. O takdirde büyük bir hüsran içinde kalırız.”  dediler.  Ayrıca arkadaşlarını da ikna ederek o adamın işaret ettiği yola gitmeye karar verdiler.
Ne var ki, yol gösterici adam ayrılmadan önce onlara şöyle dedi:
O dediğim yere vardığınız zaman, ilk yapacağınız iş, vahanın sahibini tanımaya çalışmak olmalıdır. Her şey planlanmıştır. Tesadüfî ve önceden tasarlanmamış hiçbir şey yoktur. Aklınızı kullanarak her şeyi tasarlayıp yaratan bu vahanın sahibini bulup ona itaat ediniz. Meyvelerin bir kısmı da acıdır. Sakın acı tatlı ayırımı yapmadan hayvan gibi yemeye kalkışmayınız. Unutmayın, bu güzel yeni yurdunuz bir müddet sonra size tatsız gelmeye başlayacaktır. Çünkü buradan da ayrılacaksınız” şeklinde uyarılarda bulunmuştu. (devam edecek)