Gazeteciler de Ağlar

Gazeteciler de Ağlar

Uzun yıllardan beri gazetecilik mesleğiyle uğraşmaktayım. Haliyle çok sayıda sıcak olayla karşılaştım…

Terör baskınına uğrayan köylerde öldürülen, yakılan onlarca insan cesedi gördüm…

Trafik kazalarında hayatını kaybedenlere ait cenazelerin fotoğrafını çektim…

Körfez Krizi’nin yaşandığı 1990 yılında Iraktan Türkiye’ye yoğun ve ani şekilde bir göç gerçekleşmişti. Devletimiz, Hakkari’nin Çukurca ilçesinde Türkiye-Irak sınırında tampon bölgeye acil olarak bir ‘çadır kent’ kurmuştu. Gelişmeler öylesine hızlı seyretmişti ki o bölgede bulunan mayınların temizlenmesine fırsat kalmamıştı. Yaklaşık 100 bin kişinin barındığı çadır kentte sık sık mayın patlamasına tanıklık ettim. Yaralanan da oluyordu, ölen de. Bunun yanı sıra havanın soğuk ve yağışlı seyretmesinin etkisiyle de hastalanan Iraklı göçmenlerden vefat edenler oluyordu. Ve bu ölenlerin cenazeleri kamyon damperine konularak toplu halde camiden alınıyordu. Yaklaşık bir ay o bölgede görevlendirildim ve çok sayıda buna benzer üzücü haberleri yapmak durumunda kaldım…

Yine farklı zamanlarda etleri parçalanmış, kemikleri dışarı çıkmış insan cesetlerini görüntüledim…

Ama hiçbirinde, aşağıda fotoğrafını paylaştığım Suriyeli Gazeteci Abdülkadir Habak gibi çaresizliğe, acizliğe düşmedim!

Çok mu soğukkanlıyım?

Çok mu acımasızım?

Çok mu cesurum?

Hiçbiri değil…

Normalinde heyecanlı bir yapım var…

Yufka yürekli sayılırım; kolay kolay bir tavuğu bile kesemem, duygusal bir filmde, şarkıda, türküde gözyaşlarıma hâkim olamadığım zamanları hatırlarım...

Cesurluk konusunda da normal, sıradan bir insandaki ölçüye ancak sahibim…

Ama gazetecilik mesleği, işinizi yaparken sizi farklı bir konuma sokuyor. Duygusal olamıyorsunuz, o an korkuyu, tehlikeyi aklınıza getiremiyorsunuz. Hedeflendiğiniz tek şey; görevlendirildiğiniz haberi en ince detayıyla ve en hızlı şekilde merkeze aktarabilmek…

Yıllar önce karşılaştığım olaylarla şimdi karşılaşsam aynı şekilde davranır mıyım, açıkçası bilemiyorum…

Şimdi gelelim asıl anlatmak, dikkatinizi çekmek istediğim konuya…

Suriye’nin bir bölgesinde, barış ortamının sağlandığını düşünen ve bu nedenle rahat, özgür bir şekilde evlerinin önünde koşturan çocukların üzerine aniden bomba yağıyor. Saldırıda onlarca insan ölüyor ve yaralanıyor. Etraf parçalara ayrılmış insan cesetleriyle doluyor.

Barış ortamını görüntülemek, çocukların koşuşturmalarının fotoğraflarını çekmek üzere pozisyon alan Suriyeli Gazeteci Abdülkadir Habak’ın o an yaşadıkları, ruh hali yukarıda anlattıklarımdan ne kadar kötü, ne kadar acımasız durum ki görevini yapamıyor, ‘haberi en ince detayıyla ve en hızlı şekilde merkeze aktarabilmeye odaklanamayıp’ oturup ağlamaya başlıyor…

Bir insanın ümidimi kaybetmesi, çaresiz kalması gerçekten çok ama çok kötü bir durum. Aynı zamanda bir aktivist olan Abdülkadir Habak, benzer olaylarla daha önce de karşılaşmasına rağmen son olayda ‘sözün bittiği’ noktaya geliyorsa varın gerisini artık siz düşünün...

Ateş düştüğü yeri yakıyor.

Ve bu olaylar 2011 yılından beri devam ediyor.

Suriye’de durum gerçekten çok kötü. “Sözün bittiği yer” bile geride kalmış durumda.

Paramparça olan ülkede yaşanan vahşetin “ne zaman biteceği” konusunda kimse öngörüde bulunamıyor.

Benzer olaylar Suriye’den önce “Arap Baharı” tiyatrosuyla Irak, Libya ve Yemen’de de yaşanmıştı.

Aynı senaryo ülkemiz için de uygulanmak isteniyor. Bizi birbirimizle kavga ettirip vatanımızı bölmek, topraklarımıza çöreklenmek isteyenlere karşı dikkatli olmalıyız.

Rabb’im, bu oyunları göremeyen, hala takım tutar gibi parti tutan vatandaşlarımıza akil fikir versin, ülkemizi ve bütün İslam coğrafyasını şer güçlerden korusun. Amin…