Fitnenin Anası Fetullah Gülen Tarafından Yürütülüyor
Sapasağlam bir bünyesi olan İslam’ın ve Türklüğün, asr-ı saadetten bu yana, adım adım nasıl kemirildiğini, Türkiye ve İslam Dünyası’nın üç yüz yıldır büyük bir fitneyle karşı karşıya olduğunu az çok duyuyoruz. Dünyanın bütün coğrafyalarına bakıldığında Müslümanların içine düştüğü nifak, cehalet ve sefaletin bu fitnenin sonucu olduğunu da biliyoruz. Bilmediğimiz, bu fitnenin kimler tarafından, nerelerde tezgâhlanıp, hangi yöntemlerle çalıştığıdır. Bu konuda kafamız olabildiğince karıştırılmıştı. Peş peşe cereyan eden olaylar, olayların derinine bakılması halinde, bize fitnenin kaynağını da göstermektedir.
Ters yola giren Karadenizlinin, polis telsizindeki “Otoyolda ters yönde giden bir araç var!” anonsuna verdiği cevap gibi “Ne biri yüzlerce, yüzlerce”, “Yüzlerce kollu bir ejderha gibi fitne çeşidi var!” dediğinizi duyar gibiyim. Merkezi tanıdıkça çeşitlenmeyi daha iyi kavrıyor insan. Kanaatimizce bu fitnelerin kaynağı, merkezi bellidir. Belli merkezlerde (İngiltere ve Amerika’da) planlanıp dünya üzerinde belli odaklar üzerinden yürütülmektedir. Günümüzdeki en büyük fitne ise Fethullah Gülen üzerinden yürütülen fitnedir.
Bu fitnenin adına “İslâm ve onun koruyucusu Türk Dünyası’nı paramparça edip yönetme, kaynaklarını kullanmak” diyelim. Fitnenin kullandığı araçların başında basın; gazete, radyo, sinema ve özellikle televizyonlar gelmektedir. Uydu veya internetten yayın yapan onlarca anglo-amerikan ruhlu, görünüşte İslami tv kanalı, baş örtülü, sakallı, takkeli, Afrikalı-Arap binlerce sunucu, programlarda görülüyor. Sanırsınız ki dünya küresel olarak İslamlaşmış! Sahiplerinin Yahudi olduğu yüzlerce tv kanalı çaktırmadan ve fakat insanların gözünün içine soka soka içi boşaltılmış kof bir İslam propagandası yapıyor. Üstelik Müslümanları da kandırmayı başarıyor.
Bu konuyu biraz aralayalım: İslam Dünyasını ve Osmanlıyı asrın başında paramparça eden fitnenin baş aktörlerinden İngiltere’nin yayın organı BBC Dünya Servisi 70 yıldır Arapça yayın yapıyor. BBC aslında 1990’lı yıllarda Suudi Arabistan’la ortak bir televizyon projesi başlatmıştı. Yayın politikası ve haber seçimi konusunda anlaşılamadı ve girişim noktalandı. 1996 yılında Katar’da kurulan El Cezire televizyonu ile BBC’ nin ilk Arapça Televizyon projesi arasında önemli bir bağ vardı. BBC’ nin Arapça Televizyon projesi askıya alınınca, kanal için tahsis edilen personel El Cezire’ye katıldı. Yaygın görüşe göre El Cezire BBC ve İngiltere tarafından kuruldu. (El Cezire’nin İngilizce kanalı Londra’dan yayın yapmaktadır.)
İngiltere’nin kurduğu El Cezire’nin, 11 Eylül’den sonra servis ettiği Usame Bin Ladin kasetleriyle, Afganistan ve Irak’ın ABD ve İngiltere tarafından işgaline, nasıl zemin hazırladığı malumunuzdur. Bu kasetler neden CNN ve BBC gibi dev kuruluşlara gitmedi de El Cezire’ye gitti? Onu da İngiliz gizli servislerinden sormak lazım! (Meraklıları için söyleyelim: İngiltere, el altından sahibi olduğu El Cezire kanallarının yayını ile de yetinmedi ve BBC 11 MART 2008’de Arapça yayına başladı. Kamu kaynaklarıyla yayın yapıyor ve reklam almıyor. Bütçesi 40 Milyon dolar. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da uydu ve kablo yoluyla seyirciye ulaşıyor. Hedefi, radyo, tv ve web sitesiyle 2010’da 20, 2013’de 40 Milyon kullanıcı idi. Arapça Web sitesinin bir milyon civarında günlük ziyaretçisi var. 2009’da Farsça yayına başladı. Urduca ve Endonezya dilleriyle yayın yapan kanalları var.) Hiç merak buyurmayın, bu kanallarıyla İslam’ın ve Arapların kalkınması için değil, “Böl, Parçala, Yönet” projeleri için çalışmaktadır.
El Cezire. Katar Emiri Hamed bin Halife El Sani’nin hibe ettiği anaparayla kurulduğu günden beri, İslam Dünyası’nın içinden kimsenin ulaşamadığı haberlere ulaşan, yapamadığı dosyaları yapan bir TV kanalı olarak ününü arttırdı. Bugün, Mısır başta olmak üzere diğer ülkelerde yaşanan ayaklanmaları dünya ülkeleri neredeyse onun sayesinde takip edebiliyor. Rejimi korumak isteyen devletler ulusal medyalarını susturabiliyorlar fakat El-Cezire, haber-görüntü-bilgi sızdırmaya devam ediyor. El Cezire’nin kurucusu Katar Emiri Şeyh Hamed bin Halife El Sani, 1995 yılında kansız bir darbeyle iktidara geldi. Ondan sonra Emir olması beklenen kişi, Tamim bin Hamed El Sani…İkisi de İngiltere’de Sandhurst Kraliyet Askeri Akademisi’nde eğitim almış. Katar Emiri, en zengin Hanedan’lardan birisi.
Sandhurst Kraliyet Askeri Akademisi, 1947 yılında açıldı. Öğrencilerini ahlaki, entelektüel ve fiziksel açıdan donatma iddiasında olan bir askeri akademi. West Point ve benzerleri gibi bir üniversite olmaktan öte bir yer Sandhurst. Üniversite mezunu öğrencileri de var. Tam anlamıyla bir Akademi diyebiliriz. Akademi’nin mezunları: Bahreyn Kralı Hamed Bin İsa El Halife, Brunei Sultanı Sultan Hassanal Bolkiah…, Haşimi Ürdün Kralı II. Abdullah…, Terengganu Sultanı Mizan Zainal Abidin…, Umman Sultanı Seyid Kâbus bin Seyd El Ebu Seyd, Katar Emiri ve sonraki olası Emir, ikisi de Sandhurst mezunu…, Suudi Arabistan’ın neredeyse bütün prensleri… (Mutaib bin Abdullah, Halid Bin Abdullah, Halid bin Sultan vb.) Birleşik Arap Emirlikleri, olası başkanı Muhammed Bin Zayed El Nahyan. Listeyi uzatabiliriz, bitirmeden Pakistan’ın ilk başkanı İskender Mirza’nın, Botswana Başkanı Seretse Khame Ian Khame’nin, Afrika, Ortadoğu ve Müslüman birçok ülkenin önemli generallerinin neredeyse hepsinin Sandhurst mezunu olduğunu hatırlatmak gerekir.
Benzer amaçlarla ülkemizde de birtakım vakıfların kabiliyetli gençlere burs vererek yurt dışına gönderdiklerini, bunların dönüşte başımıza yönetici yapıldığını biliyoruz. Bazı ülke yöneticileri de, ayrıntıya girmeyeceğim, Lavrens ve Humpery gibi İslam’ı parçalayan ajanların yetiştirildiği, İngiltere’nin önde gelen ajan yetiştirme okullarından biri olan Şark Enstitüsü’nde yetiştirilmektedir. İlaveten, sadece yönetecekleri ülke liderlerini yetiştirmekle kalmayıp, onlarla akrabalık da kurmaktadırlar. Günümüz Ürdün Kralının annesi bir İngiliz, annesinin İngiliz olan babası da Ürdün Genelkurmay başkanıdır.
İşte El cezire böyle bir yayın kurumu. CNN veya BBC ile El Cezire fark etmiyor yani. Peki El Cezire neden Türkiye’ye getiriliyor? Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan yaptığı son açıklama şu şekildeydi: ”Diyarbakır’da halk, Mısır’daki gibi günlerce sokaklardan ayrılmazsa, taleplerini dile getirirse...” Nerede kan, zulüm, işkence, cehalet, pislik, bölücülük varsa BBC ve CNN’in orada hazır olduğu gibi, El Cezire de Diyarbakır’dan canlı yayınlara hazırlanmaktadır.
“Fitne’nin, İngiltere ile El Cezire ilişkisinin, Türkiye ve Fethullah Gülen ile ilgisi nedir?” diyebilirsiniz. Şimdi sıkı durun: Bu El Cezire şimdi Türkiye’de El Cezire TV kanalı’nı kuruyor. TMSF’nin satışa sunduğu Cine 5 TV kanalını 40.5 milyon dolara El Cezire satın aldı. “Ne var bunda, CNN de Türkiye’de bir kanal kurdu, Türkiye de dışarıya yayın yapıyor?” diyebilirsiniz... Kazın ayağı öyle değil! El Cezire Türkiye’nin yüzde 75 hissesine sahip olan ortağı Ali Vural Ak adlı bir Türk! Diğer ortaklar da Katar’lı. Biri ilginç; El Cezire Genel Müdürlüğünden bugünlerde baskı altında kaldığını söyleyerek istifa eden Wadeh Aref Khanfer.
Bu Ali Vural Ak kimdir? Bileniniz var mı? Ben söyleyeyim. 21 yaşında 1992’de kurduğu şirketi iflas etmiş bir memur çocuğu. Kendisi şu anda Türkiye gelen en büyük özel uçağına sahip; 37 milyon dolarlık bir uçağı var. Bir yıl önce ABD’de, Washington’daki George Mason Üniversitesinde, 4 milyon dolar bağışla “Ali Vural Ak Küresel İslâm Araştırmaları Merkezi” adıyla bir merkez kurdu, daha doğrusu üniversitenin bir projesine destekçi oldu. Bu merkezin açılışını ise Başbakanımız Tayyip Erdoğan yaptılar! [2]
Hemen akla şu soru geliyor; Neden Anglo Amerikan (Yahudi-Hristiyan) bir Üniversiteye bu parayı vermiş? 37 milyon dolarlık bir uçağa bineceksin, açlıktan ölen onca Müslüman feryat ederken, sen gidip elin gavuruna 4 milyon dolar vererek İslâm’a ve Türkiye’ye hizmet ettiğini söyleyeceksin! Bunu kimse yemez, yutturamazsınız! Bu paraya, yani 37+4=41 milyon dolara El Cezire ortaklığı için verdiği 30 milyon doları da ekleyiniz. Bu parayı, meselâ konunun uzmanı IRCICA’ya verse idi, dünyanın bütün İslam uzmanlarını İstanbul’a getirir istediği araştırmayı da yaptırtırdı. Yine meselâ Ankara’nın göbeğinde, misyonerlerin cirit attığı, 50-100 dolarların uçuştuğu bir ortamda kiliselere gitmek durumunda kalan Türk çocuklarını Hıristiyanlaşmaktan koruyabilirdi. Ama maksat başkadır.
Hatırlarsanız, Atlantik ötesinden gelemeyen Fethullah Hoca da 14 Kasım 2006’da 2 milyon dolarlık böyle bir bağış yapmıştı, Hartford Seminary adlı bir Papaz Okuluna. Bu hadise başlı başına bir komedidir. Ayrıntılarına sonra bakarsınız.[3] Şu kadarını söyleyelim: 1833’de kurulan bu Papaz Okulu bugün papaz yetiştirmenin yanında kilisenin toplumdaki yeri ve rolü, İslam, Hıristiyan -Müslüman ilişkileri üzerinde araştırmalar yapmaktadır. Okulun 1911’den beri The Muslim Word adıyla çıkardığı dergisinin amacı Hıristiyan misyonerlerin İslam’ı ve Müslümanları Hıristiyanlaştırma konusunda eğitilmesi için araştırma yapmaktır. Esas amaçlarından biri de Osmanlılar tarafından Avrupa’da hızla yayılan İslâm’ın nasıl durdurulacağı üzerinde çalışmaktı. Bunun yanında menfi propagandalar ile İslam aleyhinde negatif bir imaj meydana getirmekti. Amaç “Dünya genelinde Müslümanları maddi ve manevi olarak Hıristiyanlığa yönlendirmek, Hıristiyanlığın önündeki İslam engelini kaldırmak ve Müslümanları Hıristiyanlaştırmaktır. Pratik olarak Müslümanların İslâm’a sevgi ve muhabbetlerini azaltıp dinlerinden uzaklaştırarak manen yaralayıp Müslümanları, İsa’yı kurtarıcı olarak arzu edecek kıvama getirmektir.” (Cilt. 1, No. 1, Ocak 1911, Sayfa: 3) “İstanbul (Costantinapol) İslâm’ın Merkezidir” adlı bir makalede “Bugün Türkiye’deki Müslümanlar Hıristiyanların Tanrısına ve İsa’nın Mesih olduğuna inanmaktadırlar. Genelde Türk köylüleri Arapça bilmediğinden Kur’an hakkında kulaktan dolma bilgilere sahip cahil insanlardır. Bu kişiler ilmi bir eğitime sahip olmadıklarından dolayı kolaylıkla Hıristiyanlaştırılabilirler.” denilmektedir. (Cilt. 1, No. 3, Haziran 1911, Sayfa: 231) Dergide, İslâm’ı ve Müslümanlığı yıpratıcı bu yayınların yanında Peygamber efendimize (A.S.M.) hakaret içeren makaleler de yayınlanmıştır. Şöyle ki; “Muhammedi’lere Misyonerlikle Tesir Etmek” adlı yayınlanan bir makalede “İslam uzlaşma dinidir. Bu dinin kurucusuna karşı menfi hisleri uyandırarak yani onun din duygusunu kendi politik hırsı için kullandığını ve doğruluğu savunmasının nedeni ise; ahlaksız, cinsel arzu ve isteklerine ulaşmak için yaptığını nazara verip bu şekilde Muhammed’in sevgisini Müslümanların kalbinden çıkararak başarılı olunabilecektir.” (Vol. III, No.1, Ocak 1, Sayfa:5) Fethullah Hoca’nın 2 Milyon dolar verdiği Hartford Seminary; İslam’ı yozlaştırıcı ve Müslümanların imanını tahrip edici yayınlara devam etmekte, genellikle taklidi imana sahip Müslümanlar arasında etkili olmaya çalışmaktadır. Hartford Seminary “Ilımlı İslam” adı altında İslam’ı yeniden yorumlayan kişileri yetiştirmekte, birçok İslam ülkesinden gelen Müslüman öğrencileri sözde İslâm konusunda eğitmektedir. Ayrıca zamanın Diyanet İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın ile ve diğer bakanlık görevlileri Hartford Seminary’i resmi olarak ziyaret etmişler ve yapılan ziyaret neticesinde Hartford seminary’e Türkiye’den öğrenci değişimi programı görüşülmüştür. Türkiye’den buraya gelen öğrenciler dinler arası diyalog üzerine eğitim almaktadır.
George Mason Üniversitesinden Papaz Okuluna Fethullah Hoca’nın yardımı konusuna geçiverdik. Laf lafı açıyor. Bu George Mason Üniversitesini araştırdığınız zaman bu üniversitenin, Türkiye’de kanayan sosyal yaralarla ilgili konular başta olmak üzere birçok alanda cirit attığını, araştırmalar yaptığını, ortak programlar gerçekleştirdiğini görürsünüz. Ama en ilginç olan ortak çalışmaları Türkiye’nin en büyük gazetesi ile ortak çalışmalarıdır. Bu gazete malum Fethullah Hoca’nın gazetesi olarak bilinir. Bu gazete, George Mason Üniversitesi’nin adamlarının “ Dünya Dinleri, Diplomasi Ve İhtilaf Çözümü Merkezi Başkanı” ve benzeri sıfatlarla yazdıkları makalelerle Türkiye’deki yandaşlarına, sık sık mesajlar verir, haktan görünerek Müslümanları yönlendirirler. Böyle bir yazının başlığını ve muhtevasını hatırlıyorum: “İlhamını Osmanlı’dan alan Bir Aydınlanmanın Zamanı Geldi” yazıda [4] Ortadoğu şekillenirken yöneticilerin ne yapması gerektiğinin yol haritası anlatılıyordu. Bugün olup bitenlerin oradan nasıl dikte edildiğini okuyabilirsiniz.
Ben bir taraftan da dünyanın çeşitli Hıristiyan Üniversitelerinde arka arkaya açılan Fethullah Gülen Kürsülerine, merkezlerine dikkatinizi çekmek istiyorum. Yani şimdi bunların başına saksı filan mı düştü şimdi? Hayır. Bunlar tamamen planlı programlı işlerdir. Bu kürsüleri kuranlar, bizim gariban Türk ve Müslümanlarımızın öyle ayaküstü Müslümanlığı öğretiverdiği insanlar değildir. Hepsi de en az bir ilahiyat profesörümüz kadar Müslümanlığı bilmektedir. Yani biz ayakta uyutuluyoruz.
İngiltere’nin akıl hocalığı ve desteğinde, Amerika’da pişirilen politikalar işte bu merkezlerde olgunlaştırılıp televizyonlar ve diğer basın organlarıyla Müslümanlara yutturulmaktadır. Adını andığımız George Mason Üniversitesi olsun, Hartford Seminary gibi Papaz Okulları olsun gizli servislerle bağlantılı çalışan kurumlardır. Fahri Başkanlığını Fethullah Hoca’nın yaptığı, kurucularından biri de FBI yöneticisi olan Niagara Foundation, The Institute of Interfaith Dialog, Rumi Forum gibi kurumlar ve kuruluşlar var. (Fethullah Hoca’nın kaldığı yerin de bir FBI malikânesi olduğu yazılıyor.) Müslümanlardan görünen ama Hıristiyan, Yahudi din adamlarını yemeklerde ağırlamaktan bir şey yapmaya vakit bulamamış bir vakıf ki evlere şenlik.
El Cezire ile Fethulah Gülen’i anladık da Başbakan’la Fethullah Gülen ilişkisini anlayamadık diyebilirsiniz. O zaman ben de size Başbakan’ın Fethullah Gülen’in ekibine teslim ettiği, TRT ve TRT Haber Merkezi’ne, yapılan program ve haberlere ve İbrahim Şahin’den sonra TRT Genel Müdürü yapılmaya hazırlanan eski Samanyolu çalışanı Ahmet Böken’e dikkat edin derim. Son dönemde TRT’ye alınan üç bine yakın elemanın büyük bir kısmının Fethullahçı olduğunu söylerim. Bunların TRT’nin mescidine devam eden kısmı, hep aynı şekilde, ne hikmetse ayaklarını iki yana açarak Allah’ın huzuruna çıkıyorlarmış. (Bu da yeni bir mezhep oluşturma çalışmasının bir parçası olmalı.)
Küçük balığa, durmadan büyük balığı yutabileceği telkin ediliyor. “Osmanlı olabilirsin!” deniyor. Ancak sürekli küçük balığın fedakârlığıyla yürüyen bir ilişki var. Tam Tom ve Jery vaziyetleri. (Küçük bir farenin üstesinden gelemeyen koca bir kedi) Türkiye’den toplanan paraların harcandığı yerlere bir bakınız lütfen. Osmanlı olmaya doğru yürüdüğünü zanneden bir Türkiye, onun ne yaptıklarının farkında olmadığını düşündüğüm yöneticileri, üç kuruşa talim ettikleri okullarda doğru dürüst Türkçeyi öğretemediklerini, sadece İngilizceye hizmet ettiklerini fark edemeyen fedakâr öğretmenlerimiz. Dünyada İslam’ın yükselişine şahit olduğunu zanneden halkımız.
Konsüller halinde çalışan Yahudileşmiş Katolik Vatikan’ın çok önemli bir organı olan Misyonerlik Konsülü görevini yapamaz hale gelince Papa Diyalog Konsülü’nü kurmuştur. (Konsüllerin işleyişi için bkz: Mehmet Ali Ağca, Doğan Kitap.) Bu konsül Amerika üzerinden İslam Dünyası’nı yutmaya yönelik bir çalışma yapmaktadır. Bu çalışma Müslümanları bölüp parçalamaya ve yönetmeye, yapabilirse Hıristiyanlaştırmaya odaklanmıştır. Dinler Arası Diyalog adlı Hıristiyan projesi Türkiye’ye Fethullah Gülen ile sokulmuştur. Hükümetle al gülüm ver gülüm ilişkileri alenen ortada olan Fethullah Gülen, Yahudilerin kontrolündeki Amerika’nın Türkiye, Türk ve İslâm Dünyasındaki Truva Atı’dır. En utanç verici olan da Müslümanların parasıyla İslâm parçalanmaktadır. Bu işleri yapanların parasını Türk Milleti vermektedir: Türkiye Kaddafi’yi devirenlere, Libya’ya 300 milyon dolar peşin para yardım etti. (Herhalde isyancıların harcadığı para bu kadardır.) Türk Milleti de Somali’ye aşağı yukarı bu kadar para toplayıp yardım etti. Yani bizim dişimizden tırnağımızdan arttırdığımız, gırtlağımızdan geçiremeyip yardım olarak gönderdiğimiz para kadar bir parayı yöneticilerimiz, Batılılar; İngiltere, ABD vb. ülkeler Kaddafi’nin tonlarca altınlarına, milyar dolarlarına rahatça el koyabilsin diye, elden, Batılıların kontrolündeki, onların ajanları durumundaki isyancılara veriliyor.
Bir memur çocuğu, Mason Üniversitesine 4 milyon bağışlıyor, 37 milyon dolarlık uçağa biniyor. Daha dün sıradan bir imam olan biri bir papaz okuluna 2 milyon dolar bağışlıyor. Onlar bu paralarla bizi canlı canlı ameliyat ediyor. Biz ise hala “Bize bir şey olmaz” diyoruz. Türköne’nin, şunun bunun sayıklamalarını tartışıyoruz. Kurbağa gibi yavaş yavaş pişiriliyoruz vesselam. Güneşi, ancak doğuştan körler göremez. Bu büyük fitneyi görmek istemeyenlere, yarın ahrette “Ben sizi uyardım!” diyeceğiz. Keşke yanılmış olsak, keşke.
El Cezire’nin Diyarbakır’dan canlı isyan yayınlamasına imkân verilmemelidir.
Sözüm size, bana, hepimize.
[1] http://www.kurannesli.info/bilgibankasi/yazi.asp?id=1153
[2] Milliyet 12 Nisan 2010
[3] http://dinlerarasidialog.blogcu.com/fethullah-gulen-cemaatinin-2-milyon-dolar-bagisladigi-papaz-okul/6957254
[4] 19 Mart 2009 Zaman