EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİNDE URFA
Nuh tufanından sonra kurulan eski şehirlerden biride bu Peygamberler diyarı Urfadır. Semut kavminden Rohay adında bir hükümdarın yapısıdır.Roha ve Reha isimlerinden Urfa haline gelmiştir. Sonra Nemrut buranın su ve havasından hoşlanıp yaşadığı sürece ilahlık iddiasında bulunarak tam iki yüz yıl burada yaşadı. Hazreti İbrahimi Nemrut bu şehirde ateşe attırmıştır. Hazreti İsa buraları Kayserinin idaresinde iken gelip bir kiliseye inmiş. Onun için buraya Diri Mesih derler. Hâlen bilinir. Havariler burada incili çok hüzünlü bir sesle okumuşlardır. Onun için o makama Rehâvi demişlerdir.
Nihayet Emeviler den Muaviye Şamdayken asker gönderip burayı Rumlardan alarak İslam ülkelerine katmıştır. Sonra Abbasilerden Memun bir sebeple buraya gelip İbrahim Halil türbesini onartmıştır. Birçok hükümdarın eline geçtikten sonra 922 tarihinde birinci Selim mısıra giderken burasını Hadım Sinan Paşa almıştır. Sonra Sonra Sultan Süleyman onarttırmış, sonrada baka kalesini Amid hâkimi tarafından almıştır. Kalenin asıl adı Urfadır. Yakınında Raka Kalesi olduğundan onun eyaleti hâlâ padişah defterhanesinden gelen emirlerde Raka eyaletine mutasarrıf veziri falan paşa diye yazılır. Defalarca arpalık yoluyla üç tuğlu vezirlere ihsan olunmuş yüksek bir mevkidir. Yılda kırk bin kuruş geliri vardır. Bin adet askeri, eyaletinde üç zeamet, yüz otuz iki tımarı vardır. Alaybeyi, çeribaşı, yüzbaşı vardır. Kanun üzere toplan bin dört yüz silahlı askeri olup alaybeyi bayrağı altında sefere giderler. Paşası da hassına göre bin iki yüz askerle sefere gider.
Urfa eyaleti sancaktır. Cemasi sancağı, Habur sancağı, Kıble tarafında üç konaklık içeri Habur Nehri vardır ki Kerkükten geçer ve Murata kavuşur. Dicle sancağı kıblesine düşer, beş konak içeri çölde ve Fırat nehri kenarındadır. Beni Rebia sancağı kıble tarafında, Baka çölünde beş menzil yerdir. Suruç sancağı kıblesinde olup çölde bir konaktır. Baka sancağı Urfadan dört konak içeri harap bir yerdir. Süleyman Han zamanında Baka eyaletin merkeziydi. Şimdi sancak merkezi Urfadır.
Bütün beyler orada otururlar. Eyaletin mal defterdarı yoktur. Defter kethüdası, defter emini, çavuşlar kethüdası ve çavuşlar emini vardır. Burası eski bir eyalet olup nice kez arpalıkla üç tuğlu vezirlere verilmiştir. Sultan Ahmet zamanında akrabalarımızdan Kütahyalı Fırakizadeye beş yüz akçe ile ihsan olunmuştur. Yılda kadısına yedi bin kuruş gelir olur.
Kadı nahiyeleri: Suruç, Harran, Baka, Samsattır. Bu nahiyelerin sahipleri, yurt sahipleri olan Türkmenlerle Kürtlerdir. Dağlık yerleri çoktur. Şehir Halilürrahmanın Nazargâhıdır. Dört mezhepten fetva sahibi Şeyhül İslamın yanında birçok memuru vardır.
Urfa Kalesinin üst bölümünde Damlacık adında kayalık yüksek bir dağ vardır ki lanetli Nemrutun yaylak merkeziymiş. Bu dağın yarısında göğe yükselmiş yalçın bir kaya üzerinde büyük taşlarla yapılmış sağlam surlu yüksek bir kaledir. Her taşı fil büyüklüğünde vardır. Yuvarlak şekilli olup benzeri olmayan güzel bir kaledir. Burç ve kaleleri çok güçlüdür. Çevresinde hendeği yoktur. Zira dört tarafı gayya kuyusu gibi uçurum kayalardır. Batı tarafına açılan çok güçlü ve sağlam demir kapısı vardır. Burada yirmi ev vardır ki kale ağası bunlarda oturur. İki yüz kadar askeri, cephanesi, buğday ambarı ve su sarnıçları bulunur. Kale kapısının iç yüzünde birde camisi vardır. Minareleri küçük fakat güzeldir. Bundan başak bir imareti de yoktur. Evler iç kalede olduğundan bağımsız ve bahçesiz asker evleridir. Hazreti İbrahimi lanet olası Nemrutun ateşe attırdığı mancınık bu kale içinde durur. İki adet yüksek sütunlardır. Aşağı varoşundaki büyük kale dört köşe eski bir kaledir. Taşları çok büyük olup iç kalenin eteğinde yapılmıştır. Bununda burç ve kaleleri sağlamdır.
Bu varoşun üç kapısı vardır. Bağdat tarafına doğuya açılan Bey kapısı, Batıya açılan Samsat kapısı gene batıya açılan Harran kapısı. Burası yukarı kale gibi kayalar üzerinde olmayıp alçakta geniş bir yerdedir. Bu Urfa kalesi Fırat nehrinin doğu tarafında bir konak uzaklıktaki Tasdir dağları içinde olup daha çok kuzeye doğru meyillidir. Rum kaleye bir konak mesafededir. Yolları Kürt eşkıyaları yüzünden korkuludur. Bu şehrin yüksek kalesi ile kat kat sur ve varoşunun iç ve dışında toplam iki bin altı yüz kireç ve toprakla örtülü evleri vardır. Bağlı, bahçeli, akarsulu, hamamlı büyük sarayları vardır.
Urfanın camileri meşhurdur. Hepsi yirmi iki mihraptır. İç kalede eski mabet olan Minaresiz cami, Paşa sarayı yanında çok cemaati olan Kızıl cami Nemrut zamanından kalma çok eski bir kilseymiş. Harun Reşit fethinde kiliseden değiştirilerek cami yapılmıştır. Hâlâ minarelerinde Erganon haneleri vardır. Ak cami; buda eski bir yapıdır. Hazreti İbrahim Halil caminin ilk yapıcısı Halife Memun dur. Bazar camisinin de cemaati çoktur. Sultan Hasan camiside güzel bir camidir. Tarihli camisi, Caygirli camisi, İhreyn camisi, Bey kapısı camisi, Hekim dede camisi, Kara meydan camisi, Uğurlu meydan camisi gibi daha çok sayıda cami vardır. Bunun yanında altmış yedi de mahalle mescidi vardır. Bazı mahallelerde iki ya da üç tekke vardır. Çünkü halkı çok dindardır. Tarikat ehli, iyi huylu kimselerdir.
Medreselerde Urfada önemli bir yer tutar. Kızıl cami medresesi, Firuz bey medresesi, Sultan Hasan medresesi. Her camide ayrıca talebe odaları da vardır. Ama bunların özel hocaları ve gelirleri vardır. Üç adet Kuran ve hadis okunan yeri vardır. Öğrencileri kalabalık ve bilginlerinin sayısı da fazladır. Bütün ilimlerin öğrenimini yapmış, tefsirci, hadisci ve derin bilgi sahibi kimseleri vardır. Otuz adet ebcet okuyan mektebi vardır. Kızıl cami mektebi, Hazreti İbrahim Halil mektebi, Sultan Hasan mektebi önde gelenleridir. Her yılbaşında bayramlık giyimleri vakıf tarafından yetim çocuklara dağıtılır. Surre ve hediyeleri boldur. İmaretleri de vardır. İbrahim Halil tekkesi imaretindeki bütün gelen giden misafirler ve komşulara günde iki kez pilav verilir. Çorbası da boldur. Tekkelerden birincisi Hazreti İbrahim Halil tekkesidir. Kale içinde iç hisar dibinde Halife Memun yapısıdır ki Rum, Arap, Acem de kısaca bütün İslam ülkelerinde ünlüdür. Sözün kısacası acayip ve garip bir tekke ve gezinti yeridir. Anlatılmasında dil yetersizdir.
Birçok salonu, odası, kileri, mutfağı ve çeşitli misafir odaları vardır. Şeyhi sofra sahibi, sevimli, garipleri seven, bilgili bir kimsedir. Yoksulu sevindirir. Tarikat öncüsü, doğru ve gerçek bilgi sahibiydi. Yedi gece misafir olduk. Murteza paşanın kendisine verdiği armağanları teslim edip hayır dualarını aldık. Bir kimse yedi gün yedi gece bu tekkeyi ziyaret etse yedi muradı yerine gelir derler. Tatlı suyundan içenler Allahın emri ile Hafakan hastalığından kurtulur. Bunun için Urfa halkında hafakan hastalığı olmayıp dinç olurlar. Bu tekkede nice fakir erenler vardır ki baş ve ayak açık fakirlikle övünür, hâl sahibi Allah yolunda kimselerdir.
Buranın hamamları da ünlüdür. Urfada sekiz hama vardır. Paşa hamamı gayet hoş su ve havası olup güzel bir yapıdır. Samsat kapısı hamamı, Hacı bey hamamı, Arasta hamamı, Muharrem hamamı, Keçeci hamamı ve Meydan hamamı. Bunlar herkese açık hamamlardır. Toplam yetmiş adet saray hamamı vardır. Önce Tayyar Mehmet Paşa sarayında iki güzel hama vardır ki padişah hamamı gibi yapılmış güzel ve görülmeye değer bir hamamdır. Bundan başka öteki saraylarda da güzel hamamlar vardır.
Hamamların yanında çok güzel hanları da vardır. Çarşı içinde kargir yapı olan yetmiş hanı vardır. Yüksek bir han olup İbrahim Halil nehri içinden geçer. Hacı İbrahim hanı, Samsat kapısı hanı, bey kapısından dışarı Sebil hanı. Samsat kapısından dışarıda mağaralardan hanlar vardır ki her biri beşer altışar yüz at alır. On adet kudret eli ile kayadan oyulmuş, benzeri olmayan kervansarayları da vardır. Bunların içinde insan kaybolur. Allahın şaşılacak hikmetidir ki bu mağaralar temmuz ayında serin ve belki soğuk olup kışınsa hamam gibi sıcak olurlar.
Çarşı ve pazarı da görülmeye değerdir. Toplam dört yüz dükkân vardır. Şehrine göre çarşı ve pazarı gelişmiş, düzenli değildir. Her zaman kıymetli eşyalar bulunur. Saraç hanesi İbrahim Halil nehri kenarında olduğundan temizdir. Bağdat serdabı ( Yeraltındaki soğu depo ) şeklinde olup geniş bir yolun iki tarafında düzgün, güzel ve mevsimi geldikçe zambak ve çeşitli çiçeklerle bezenir, gelen gidenin dimağları kokulanır. Buralarda bütün bilim sahiplerinin ve binlerce bilginin toplandıkları yerler vardır. İki bedesteni vardır, biri eski yapı kargir kubbeli sağlam bir binadır. Öbürü Tayyar oğlu Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış olup uzunca yapılmıştır, üç adet demir kapısı vardır. Bütün kıymetli yakut, zümrüt ve mücevherler bulunur. Şehrin içinde ve dışında birçok su değirmeni vardır ki bunların başak yerde benzeri yoktur. Pazar değirmeninde günde elli kilo un öğütülür. Gezinti yeri bir değirmendir. Bunun yanında çok sayıda değirmen vardır: Arasta değirmeni, Tayyar paşa değirmeni, Saki Fakih değirmeni, Arasta başı değirmeni ve Kadı değirmeni. Bunun aşağısında Debbağ hane vardır ki orası da güzel yerdir. Onlardan aşığı çürük su üzerinde birçok değirmen vardır ki güzel değildirler.
Urfanın suyu ve havası son derece ılıman olup yazı yaz, kışı kıştır. Kış mevsiminde kar yağar, baharda yağmur yağar. Burası dört mevsimin bulunduğu bölgede olup on yedinci örfi iklime düşer. Dostlardan iyi huy sahibi, şirin ve edalı dilberleri olur. Temiz, lekesiz, terbiyeli, edepli, örtülü ve güzel sözlü hatunları vardır. Elbise, sanat, yiyecek ve içecekleri ilginçtir. İleri gelenlerin hepsi samur, sincap kürkü ve atlasa giyerler. Orta halli olanları çeşitli kısa elbise giyerler. Türkmenler ve Kürtler kendi dilleriyle konuşurlar.
Pamuk ipliğinden kaputu bezi olur ki Musul bezinden daha güzel ve temizdir. Ürünlerinden buğdayı, arpası, mercimeği, nohut ve pamuğu bol yetişir. Yiyecek ve içeceğinden narı ünlüdür. Bu şehrin Harran tarafından Halil nehrinin iki tarafı baştanbaşa bağ ve bahçe olduğundan yazın ve kışın sebzesi boldur. İç kalenin arkasındaki damlacık dağının üzeride bahçeliktir. Buradaki narların her biri bir okka ve bazen beş yüz dirhem gelip insan kellesi kadar olur. Bağdat, Niksar ve Gemlikte dahi böyle sulu nar yetişir. Hatta İstanbulun ve Karaferiyerin lefan narıyla baş başa gelir. Gerçi Maraşta da nar çok olur. Hatta fırınlarda kurutup başak ülkelere de gönderirler. Fakat bu Urfa narı her tarafta makbuldür. Hatta En nârufaki hetüş şita (Ateş, kışın meyvesidir)demişlerdir. Dostun biri fakihe (meyve) kelimesinden alarak nardan maksat yenecek nar zannedip özellikle Urfa narı demiştir. Gerçekten de az bulunan gayet sulu nardır. Has ve beyaz lavaş ekmeği, saçta pişirilen beyaz yufka ekmeği, tandır kebabı, helvası, dut şarabı ve ipeği çok ünlüdür.
Urfa halkı son derce misafir seven, garipleri koruyan, dost insanıdır. Gece gündüz misafirsiz yemek yemezler. Yiğit, güçlü, mert meydan erleri vardır. Cenabı Hak bu şehir halkına İbrahim Halil bereketi vermiş, çok zengin yerdir. Halilürrahman tekkesi olduğundan burada zulüm eden hâkim hiç yaşayamaz, mutlaka bir kazaya uğrar.
Bin iki yüz elli altı tarihinde yaptığımız seyahatte bu Urfa şehrinde Trabzonlu Ketenci Ömer Paşazade Baki Paşa buranın hâkimiydi. Sarayında misafir kalıp sabah akşam kendisi ile sohbet ederdik. Bir gün paşa Hazreti Halilürrahman vakıflarını denetler ve inceler, halka hak yönünden görünerek, birçok yerini tamir eder şekilde para toplama yoluna düşer. O gece rüyasına bir ihtiyar girer. Boyu çok yüksek olup elinde asası, dilinde Ya Kahhar sözüyle gelip paşanın önünde masası üzerinden birçok emri alır. Elindeki asa ile paşayı döve döve sorar: Ne için benim vakfıma el koymak istersin ?derken hemen Baki paşa can havli ile uykudan uyanıp Halilullah vakfını yoklamaktan vazgeçer. Sabahleyin rüyasını İmamına ve bana anlatıp yorumlanmasını istedi.
Ona : Hayır ola sulatanım! Halil fukarasına sadaka ve kurbanlar gönderip ruhu için hatim okutturun dedim. Paşa dediğim gibi yapıp türbesine yüz sürerek her şeyden elini çekerek temizlendi. İşte Urfa böyle bir yerdir. Halkı Halil sıfatlı, temiz kalpli, imanlı ve Allah yolunda kimselerdir.
Urfanın hayret verici eserleri vardır. Urfa kalesinin doğu tarafında damlacık adında yüksek bir dağ vardır. Lanetli Nemrutun yaylalardaki merkeziymiş. Bunun eteğinde ve şehir içinde binlerce mağara vardır ki her birinde ikişer üçer yüz at ve başka hayvan yatar. Binlerce Arap ve Kürt konar ve göçer.
Mağaraların birinde İbrahim Halil makamı vardır. Nurlu bir mağara olup kavisli bir kapısı bulunur. Nemrut Hazreti İbrahimi ateşe atmadan önce bir mağaraya aç ve susuz kalsın diye hapseder. Allahın hikmeti buya mağaranın bir tarafından ince bir su akmaya başlar. Bu mucizeyi gören nice kâfir İslam la onurlanıp mutlu olmuşlardır. Hâlâ o mağarada İbrahim Halil makamından temiz su akmaktadır. Her kim bu sudan içerse koyun eti yemiş kadar güçlü olur. Kırk gün içse kırk çeşitli hastalıktan kurtulup beden rengi beyaz inci gibi olur. Üç gün bu sudan içen hileden, sevdadan, hayalden, korkudan uzak olur. Bikrimse ne kadar evhamlı olsa bu sudan üç gün içse gayet zinde olur. Bir adam bu sudan içse Dizanteri hasatlığına tutulmuş olsa bile kurtulur. Eğer adamın kabızlık durumu var ise Allahın emri ile düzelir. Bu su Hazreti İbrahim Halil için aktığından hekimler tahlil edip yetmiş derde şifadır demişler. Süt lezzetinde olup temmuz ayında gayet soğuk olur, kışın adeta ılık olur, üzerinden buğular çıkar. Burası herkesin ziyaret yeridir
Bu Urfa şehrinin kayalarında büyük mağaraların çok olmasının sebebi kâfirler zamanında her birinin bir çeşit put hane olmasıdır. Her birinde binlerce rahip doluymuş. Her bir mağaranın birer çeşit ziyareti olurmuş. Bu hesap üzerine, gün başına birer put gedeler (tapınaklar) varmış. Yunan tarihlerine göre Hazreti Davut Kudüste Mescidi Aksayı yaptırmadan önce Mabet hane Urfadaymış. Hâlâ Hıristiyanların çoğu Kudüsü ziyaret ettikten sonra Urfayı da ziyaret eder. Hz. İsa Beytullahın denilen yerde doğduğu için itibar varsa da yine bütün Hıristiyanlar Urfaya önem verip Avrupadan bura için adaklar gönderirler.
Halilullah tekkesinde olan balıkları avlamak ise yasaktır. Bir defasında adamın biri bu balıklara balık otu döker, balıkların büyük bir kısmı zehirlenip ölür. Kötü iş yapan adam balıkları çantasına koyup evine götürür. Balıkları pişirip yediğinde balıktaki zehir adama geçer. Çocukları ve ailesi ile birlikte zehirlenerek ölür. Bu olay herkesin dilinde söylenmektedir. Ama tekkenin dışındaki balıklar avlanıp yense bir zarar olmaz. Bu da ilahi bir sırdır.
İbrahim Halil mancınığı da görülmeye değer nesnelerden biridir. Urfanın yukarı kalesinde, yalçın bir tepe üzerinde, şehre doğru eğik kızıl bir kayanın üzerinde bir mancınık vardır. Bu mancınık Hazreti İbrahim Aleyhisselamı ateşe atmak için yapılmıştır. Bu kayanın üzerinde minare gibi iki adet yüksek sütun vardır. O asırda zemberek ve sapan gibi kalın ipleri varmış. Hâlâ zamanımızda mübarek bayramlarda salıncak denilen şeyler vardır ya buna benzer bir salıncak içine koyup sallamışlar. Tam istenilen yer gelindiğinde İbrahim Nebi havaya atıldığı an zembereklere çarpıp havaya fırlatılmış. Yedi kere parlayan Şimşek gibi Cebrail Aleyhisselam gelip Ya İbrahim seni kurtarayım mı ? deyince İbrahim Beni Allah kurtarır sığınağım odur demiş. Sonra ateş içine düşünce Cenabı hak Hazreti İbrahime ateşi gül bahçesi eylemiştir. Hâlâ on iki adet mancınık sütunları gibi durmaktadır ki görülmeye değer doğrusu. Urfada daha birçok garip ve ilginç eser vardır ki anlatılması gerekir. Eh ben bu kadarını yazabildim.
Şehir içinde büyük bir ağaç kökü vardır. Ona İbrahim makamı ziyaret ağacı derler. Lanetli Nemrut zamanında Hazreti İbrahim dünyaya geldiğinde bütün müneccimler Ya Nemrut! Bu saatte bir çocuk doğdu, senin devlet ve dinine, canına kast eder. Hemen onu buldurup öldür! diye haber verdiler. Nemrut bütün şehirleri arattırıp anasından doğmuş nice günahsız çocukları öldürtür. İbrahim Nebiyi annesi söz edilen ağaç kovuğunun içinde saklar. İbrahim Aleyhisselam parmağını ağzına koyup emmiştir. Allahın emri ile Hazreti İbrahimin kendi parmağından süt akmış ve onunla beslenmiştir. Hâlâ çocukların beşikteyken parmaklarını emmeleri Hazreti Cebrailin öğretmesiyle İbrahim Aleyhisselamdan kalmadır.
O ağaç kökü binlerce yıldır çürümüş olmasına rağmen halen durmaktadır. Ağızdan ağza söylenip meşhur olmuş olup herkes tarafından ziyaret edilmektedir. Bura önemli bir ziyaret merkezidir. Onun için buraya İbrahim Nebi Makamı derler.