Eski Said'in özelikleri
Bediüzzaman'ın hayatında “Eski Said” deyimi, Rusya'da geçirdiği esaretten sonra 1918 yılında İstanbul'a gelmesiyle birlikte başlayan ve 1921 yılının son aylarına kadar devam eden “Ruhi inkilap”tan önceki hayatını sembolize eden bir deyimdir. Bediüzzaman, Risale-i Nur'un muhtelif yerlerinde, yaklaşık 45 yaşlarında iken bir dönüşüm yaşadığını, Eski Said'ten Yeni Said'e dönüştüğünü sıklıkla ifade eder.
Ancak denilebilir ki, Eski Said'in yeni Said'e dönüşümü bir olgunluk ve manevi bir ruhsal seyir ifade eder. Başka bir deyişle, Yeni Said'i Eski Said'ten ayıran en büyük özellik, kuşkusuz Bediüzzaman'ın maddi ve sosyal hayatında görülen bir takım değişiklikler değildir. Eski Said'le Yeni Said'i birbirinden ayıran en önemli özellik ruhi ve kalbi, yani manevi inkişaflardır.
Eski Said'in hayatı, Osmanlı devletinin son dönemlerine rastladığı için büyük sıkıntılar ve karmaşık olaylarla doludur. Bu açıdan, Eski Said'in hayatında görülen temel vasıflar, Osmanlı'nın son karmaşık döneminden bir takım özellikler taşımaktadır. Bu özellikleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
1) Eski Said'in hayatının bir kısmı “istibdat” dönemi diye adlandırılan II. Abdülhamit devrine, bir kısmı da hürriyetin ilanından sonraki döneme (1908), yani İttihat ve Terakki dönemine rastlamaktadır. İstibdadın tüm engellemelerine, içten ve dıştan gelen tüm baskılara rağmen çok faal ve düşünen bir kafa yapısına sahip olan Eski Said, öncelikle cehalete, fakirliğe ve tefrikaya karşı büyük mücadeleler vermiştir. Genelde Osmanlı ülkesinin, özelde de doğunun fakirlikten kurtulması için büyük gayretler göstermiştir. Diğer taraftan, Batının meydan okumalarına ve felsefi teorilerine karşı, Kur'an ve Sünneti savunur nitelikte çok kıymetli ve gerekli düşünceler üretmiş ve bu düşüncelerini o günkü gazetelerde yayınlamayı başarmıştır.
2) Eski Said, Muhakemat (Arapça Saykalü'l-İslam veya Reçetetü'l-‘Ulema), Munazarat (Arapça, Reçetetü'l-‘Avam), Talikat (Arapça Mantık), el-Hutbetü'ş-Şamiyye (Arapça), Şu'a'at, Rumuz, İşarat, Tulu'at, SÜNUHAT, devaü'l-Ye's, Hutuvat-ı Sitte (Arapça ve Türkçe) Türkçe Muhakemat, Türkçe Münazarat, Nutuk, Divan-i Harb-i örfi, İşaratü'l-‘İcaz (Arapça) ve Leme'at gibi eserler telif etmiştir. “El-Mesneviyyu'l-‘Arabiy'u-Nuri” adlı Arapça eserini de ara dönemde, yani Eski said'ten Yeni Said'e geçiş döneminde telif etmiştir. Müellifin kendisi, Arapça olarak telif ettiği Muhakemat, Munazarat ve el-Hutbetü'ş-Şamiyye gibi eserlerini sonradan Türkçeye tercüme etmiştir. İşaratü'l-‘İcaz ve Mesnevi'yi de küçük kardeşi Abdülmecid'e tercüme ettirmiştir. Fakat Muhakemat, İşaratü'l-‘icaz ve Lema'at, konuları ve ihtiva ettikleri ilimler açısından diğerlerinden farklıdırlar. Yeni Said, Eski Said'in en son eserinin Lema'at olduğunu, İşaratü'l-‘İcaz'ın Risale-i Nur'da mühim bir mevki işgal ettiğini, Lema'at ve Talikat'ın birer şaheser olduğunu ifade etmiştir.
3) Eski Said, yaşadığı dönemlerde siyasal iktidarları yakından takip etmiştir.
Osmanlı devlet yapısını yakından tanımak istediği için devlet bürokrasisinde görev alan üst düzey yetkililer, gençliğinden beri onun dikkatini çekmiş, onlarla yakından ilgilenmiştir. Bitlis ve Van'da bulunduğu sıralarda valilerle çok yakın ilişki içinde olması bunun açık bir delilidir. Ancak nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun, Yeni Said döneminde olduğu gibi Eski Said döneminde de Bediüzzaman'ın konumu hep muhalefet ve uyarıcılık olmuştur.
4) O hiçbir zaman bir ikbal veya dünyevi bir menfaat için devlet ricaliyle ilişki kurmamıştır. Bu yüzden Osmanlı padişahı dâhil tüm devlet erkânını ağır bir dille eleştirme cesaretini gösterebilmiştir.
1908 II. Meşrutiyet devriminden sonra kurulan olağan üstü mahkemelerde söylediği “Şeriatın bir tek hakikatına bin ruhum olsa feda etmeye hazırım”, ”Şeriata uymayan padişah da olsa hayduttur.” ve “eğer meşrutiyet (demokrasi) bir zümrenin istibdadından ibaret ise ve hilaf-i şeriat hareket ise, bütün cinler ve insanlar şahit olsun ki, ben mürteciyim.” Şeklindeki sözleri o konudaki cesaretini ve iktidara karşı ne kadar muhalif olduğun açıkça göstermektedir.