Eski Said'in Felsefe İle Meşguliyeti ve İzzet-i İlmiyesi
Eski Said'te yüksek bir vakar ve bir izzet-i ilmiye açık bir şekilde görülmekteydi. Bediüzzaman, Yeni Said döneminde bu yüksek seviyedeki vakar ve izzetini, iman ve Kur'an hizmeti için muvakkaten bırakmış ve Kur'an hizmetine feda etmiştir.
Nitekim onun yanlışlara ve dine karşı yapılan tecavüzlere karşı sustuğunu hiçbir zaman göremeyiz. Eski Said, "idare-i maslahat" yolunu tutup muhalifleriyle, özellikle de İslam'a saldıran insanlarla uzlaşmak gibi bir hayat tarzını benimsemediği gibi, sonucu ne olursa olsun muhatabının yanlışını edebi bir üslupla yüzüne vurmayı her zaman uzlaşmaya tercih etmiştir.
Mesela, Divan-i harb-i örfi mahkemelerinde, 31 Mart hadisesi münasebetiyle şeriatı istemekle suçlananlar Beyazıt meydanında asılırken Eski Said mahkeme reisi olan Hurşit Paşa'nın yüzüne karşı şöyle haykırıyor: "Şeriatın bir tek hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat sebeb-i saadet ve adalet-i mahz ve fazilettir.... Ahirete kemal-i iştiyak ile müheyyayım (hazırım). Bu asılanlarla beraber gitmeye hazırım."
Yine Tımarhaneden sonra gözetim altında iken, Zaptiye nazırı Şefik Paşa'nın, padişahın selamıyla birlikte otuz lira maaşı kendisine teklif ettiğini naklederken şöyle diyor: "Ben maaş dilencisi değilim. Bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim, milletim için geldim. Hem de bu bana vermek istediğiniz rüşvettir ve hakk-ı sükûttur.
Nazır "iradeyi red ediyorsun, irade ret olunmaz" dedi. Cevaben dedim: Reddediyorum, ta ki, padişah darılsın, beni çağırsın, ben de doğrusunu söyleyeyim. Nazır, "neticesi vahimdir" dedi. Cevaben dedim: "neticesi deniz de olsa geniş bir kabirdir. İdam olunsam bir milletin kalbinde yaşayacağım."
Yine 28. Mektupta, namaz kıldığı camiye baskın yapan hükümet memurları ve jandarmanın bu çirkin hareketlerini değerlendirirken "Bilmecburiyye dört noktayı Eski Said lisanıyla beyan edeceğim" der. Yine kendi ifadesiyle, "Ellerimiz kelepçeli olarak süngülü neferatla sevkımızı düşündüm. Şiddetli bir hiddet geldi. Birden kalbe ihtar edildi ki, hiddet değil, belki kemal-i iftiharla şükür ve sevinçle bu vaziyeti karşılamak lazımdır" diyerek Eski Said'te var olan izzet, şiddet ve hiddet damarına vurgu yapıyor.
Eski Said'in felsefî okumalar yaptığı ve her türlü felsefî tartışmalara girdiği bilinen bir gerçektir. Ancak Onun amacı felsefecilerin lisanıyla onlara cevap vermekti. Yoksa onların meşrep ve mesleklerini benimseyip tıpatıp onlar gibi düşündüğü ve bu yüzden felsefî kitapları okuduğu söylenemez.
Elbette ki Avrupa'nın fen ve felsefesi Eski Said'in zihninde bir derece yerleşmiş bulunuyordu. Fakat hiçbir zaman Felsefenin etkisinde değildi. Başka bir deyimle, Eski Said, Batının saldırılarına ve meydan okumalarına karşı Batı felsefesinin üslubuyla cevap vermeye çalışıyordu.
Nitekim yeni Said döneminde kendisine sorulan bir soruda şöyle deniyor: "Diyorlar ki, Neden Eski Said vaziyetini değiştirdin? Neden manevi mücahidin-i İslam tarzında gitmiyorsun? Yeni Said bu sorunun cevabında Eski Said'e göndermeler yaparak şöyle diyor: "Eski Said ile mütefekkirin kısmı felsefe-i beşeriyenin ve hikmet-i Avrupaiyenin düsturlarını kısmen kabul edip onların silahıyla onlara mübareze ediyorlardı.....O surette İslamiyetin hakiki kıymetini gösteremiyorlardı."
Bu ifadelerden anlaşılıyor ki, Eski Said az da olsa felsefe ile meşgul olmuştur ve bu meşguliyet Yeni Said tarafından tenkit edilmektedir. Başka bir yerde geçen "Meslek-i felsefiye ile münasebette bulunan Eski said'in Yeni Saide inkılâp ettiği hengâmda..." şeklindeki ifade de Eski Said'in felsefecilerin mesleğini kısmen benimsediğini ve onların kitaplarıyla meşgul olduğunu göstermektedir.
Özetleyecek olursa Bediüzzaman'ın bir tek gayesi vardır; o da İslam'a ve Kur'an'a hizmet etmektir. Ne ile meşgul olmuşsa bu amaçlar için meşgul olmuştur.
Hoşça kalınız.