Esed'in Emriyle Hama Katliamına Katılan Bir Subayın İtirafları
Suriye’nin Hama kentinde yaşayanlar, 1980–1982 yılları arasında, tarihte eşine-benzerine rastlanmayan bir katliama şahit oldular. O tarihlerde, komünist olan Sovyetler Birliği henüz ayaktaydı; Amerika Birleşik devletleri de sözde haksızlığa uğrayanların yanında yer alan bir devlet görüntüsünü vermeye çalışıyordu. Suriye’nin başında, şimdiki Beşşar’ın babası Hafız Esad vardı. Seddam’ın adı çıkmıştı ama Hafız Esad için “diktatör” kelimesi fazla bir şey ifade etmezdi.
Ben, Hama katliamının detaylarıyla ilgili olarak size, Baas partisi ve Hafız Esad’ın emriyle katliama katılmış olan bir görgü tanığının anlattıklarını nakletmekle yetineceğim. Pişmanlık duyan tanığın adı: İbrahim. İbrahim Üsteğmen rütbesinde ve aynen şunları söylüyor:
“Tüm insanlığa sesleniyorum. Yaşadığım ve fiilen katıldığım insanlık dışı katliamın ağırlığı altında bu güne kadar rahat bir uyku uyuyamadım. İnsanlık, bu utanç verici hal için belki şimdi bir şeyler yapabilir umuduyla bu satırları insan hakları savunucularına sunuyorum. Allah’a kasem ederim ki, bu anlatacaklarımın tümü doğrudur; fazlası var, eksiği yoktur. Bunları bizzat kendim yaşamış talihsiz bir insanım. Hatta utancımdan ve işitenleri şoke edeceğinden dolayı bazı şeyleri anlatmayacağım.”
“Ben Şam’ın güney banliyölerinden ve Şam havaalanına bitişik olan Gasule’deki bir askeri alayda görev yapıyordum. 1980 yılının kış aylarıydı. Alaya hareket emri gelmişti. Bizim alayımız, her biri 600 askerden oluşan üç taburdan ibaretti. Alay yüzer kişilik askeri birliklere bölündü. Bazıları zırhlı birliklerdi, bazılarında havan, bazılarında füze vardı; bazıları ise kalaşinkof ya da seri atış yapabilen piyade silahlarına sahiptiler. Kuşkusuz el bombalarını atabilen birlikler de vardı. Bizim birliğin komutanı Mahmud el-Mualla adlı bir şahıstı.”
“Güneş doğduktan sonra Hama’ya doğru hareket ettik; öğleden sonra saat dört sularında Hama’ya ulaştık. Hama havaalanına yakın bir kasaba olan Mahrada’ya yerleştik. Kente varır varmaz tüm alayın yerleşebileceği bir küçük çadır kent kurduk. Yüzlerce araç ve yedek silah depolarımız yanı başımızdaki çadırlarda hazır bekletiliyordu.”
“Dördüncü günün gece yarısından sonra ani bir emirle yataklarımızdan kaldırıldık. Çünkü saldırı emri gelmişti. Ama nereye ve kime saldıracağımızı henüz bilmiyorduk. Küçük birlikler halinde kamyonlara bindik ve Hama kent merkezine doğru ilerledik. Nihayet Tarablus caddesine gelmiştik. Tarablus caddesi çok geniş bir cadde olup sağlı-sollu sokaklara açılmaktaydı. Şafakla birlikte caddenin etrafındaki evleri aramaya başladık. Bize verilen emre göre 15–75 yaş arası herkesi tutuklayıp Bostanu’s-Saadeh adlı bir mevkide toplayacaktık. Topladığımız insanların İhvanü’l-Müslimin adlı cemaatin mensupları olduklarını bize söylediler.”
“Evlerinden pijamalarıyla topladığımız bu zavallı insanları Hama top sahasının da bulunduğu toplanma merkezindeki bir duvarın dibinde öldürmeye başladık. Bazen, kadınlar hariç tüm aileyi kurşuna diziyorduk. Eğer kadınlarla ilgili gelen özel ihbarlar olsaydı onları da öldürüyorduk. Aşağı yukarı günde 600 ila 1000 arası insan öldürüyorduk. Öldürdüğümüz insanların haddi hesabı yoktu. Bunların kim olduklarını, neden öldürüldüklerini bilmiyorduk. Sadece “Bunlar ihvandandır” diyorlardı. Hiç kimsenin konuşmasına da fırsat verilmiyordu. Bazıları kurşunlarla hemen ölmedikleri için iniltileri hala kulağımdadır. Fakat elimden bir şey gelmiyordu.”
“Evlerden topladığımız gençler ve yaşlıların bir kısmı namaz üzerindeyken, bazıları abdest alırken, bazıları da yataklarında yatarken tutuklanıyorlardı. O kadar nurani ve güzel simaları vardı ki, bunların öldürüleceklerini düşündükçe kahroluyordum. Çünkü hepsi masum insanlardı. Onları öldürdükçe kahrolmama rağmen ufak bir tereddüt göstermem halinde öldürüleceğimi biliyordum. O yüzden sesimi çıkarmıyordum. Ama her şeye rağmen, ucunda ölüm bile olsa, neden sesimi çıkarmadığımı hala kendime soruyorum ve kendimden o kadar utanıyorum ki, bugüne kadar bir insan olarak nasıl yaşadığımı sorguluyorum.”
“Bizim birliğin komutanı Ali Haydar adında bir ateistti. Sürekli içimizde dolaşıyor ve Hafız Esad’ın selamını bize iletiyordu. Bizzat Reis Hafiz Esad’ın gönderdiği talimatı bize okumuştu. Bu korkunç talimata göre durumu ve sosyal mevkii ne olursa olsun vaziyetinden şüphe edilen herkesin öldürülmesi gerektiğini yazıyordu. Bu yüzden birçok doktor, mühendis, iş adamı, profesör, komutan, polis, öğrenci ve Baytar öldürdük. Öldürülenler kepçe ile kamyonlara doldurulur ve Hama yakınlarındaki ormanlık alanlara önceden hazırlanmış çukurlara gömülüyordu. Kamyonlara yüklenirken, Hatta çukurlara atılırken bile ölmeyenlerin iniltilerini hep duydum ve kahroldum.”
“Öldürülen her masum insanın bir hikâyesi vardı. On beş yaşındaki çocukların “Ağabey, Vallahi babamın bir suçu yok, onu götürmeyin” dediğinde “Gel bakayım, sen çok konuşuyorsun” diyerek onu da öldürüyorlardı. Bu türden öldürülen gençlerin sayısı yüzlercedir.”
“Bu katliam, 1980 yılının ilk aylarında şiddetli olmak üzere fakat daha sonra yavaşlayarak 1982 yılına kadar sürdü. Şu anda Hama’da sadece kadınlardan ve çocuklardan oluşan ailelerin sayısı çoktur. Katliam işlemleri sona erdikten sonra, adrese gece baskını yapmak suretiyle tutuklamalar başladı; o kadar ki, Hama çarşısında dolaşacak kimse kalmamıştı. Bu arada bir yolunu bulup kent dışına, ya da komşu ülkelere kaçanlar da yakalanıp oralarda öldürülüyorlardı.”
Suriyeli bu askerin anlattıklarına şunu ilave edebilirim: Türkiye’ye kaçanlar bile, o zamanın ihtilal Cumhurbaşkanı Kenan Evren’le anlaşılarak yakalanıp Suriye’ye teslim ediliyorlardı. Çünkü Kenan Evren’e göre onlar da terörist sayılıyordu.