ŞERİAT, TAİKAT, MARİFET, HAKİKAT

ŞERİAT, TAİKAT, MARİFET, HAKİKAT

Ramazan ayı münasebetiyle bazı gazetelerde, büyük evliyalara isnat edilen tuhaf olaylar anlatılmaktadır. Güya Beyazıd-i Bistami’nin şöhretini duyup onu ziyarete gelen yabancı bir adama, Beyazid-i Bistamiy’i tanıyan muhalifler onun faydasız, yaramaz ve aşağılık birisi olduğunu söylerler. Duyduklarına inanamayan ve hayrete düşen yabancı adam, Şeyhin evini öğrenir ve evine gider. Bakar ki gözleri kan çanağına dönmüş yaşlı bir adam ve yanında huriler kadar güzel bir genç kız, elinde de dolu bir kadeh ile bir şarap fıçısının yanında duruyor. Fakat Şeyh hayrette kalan yabancıya durumu izah eder. Fıçıdaki sıvının şarap olduğunu, ancak Cenab-ı Hakk'ın ondan sarhoş yapma özelliğini aldığını, bu yüzden onu rahatlıkla içtiklerini, yanında duran kızın da kendi kızı olduğunu ifade eder.

Şimdi, edna derecede aklı olan birisine göre bu hikâyenin aslı-esası olabilir mi? Fakat benim merak ettiğim şey bunu uyduran insanların ne demek istedikleridir? Acaba bunu uyduran insanlar Beyazid-i Bistami’ye ne gibi bir fazilet isnat etmek istiyorlar? Bunu anlamak oldukça zordur. Oysa Kitaba ve Sünnet’e bağlı olan Beyazid-i Bistami hazretleri böyle dolambaçlı yollarla neden keramet göstersin ki? Üstelik İmam Kuşeyrî Hz. Beyazid-i Bistami’yi anlatırken onun şu sözünü aktarır: "Kişinin havada uçacak kadar kerametlerle donatıldığını görseniz dahi buna kanmayın. Siz onun Allah'ın emirleri ve yasakları karşısındaki tavrına, Şeriat hududu koruyup korumadığına, şeriatı uygulayıp uygulamadığına bakın".(Risale el-Kuşeyriyye, I/103)

Hz. Ali (ra) der ki: “Bizim dostumuz, Kitap ve sünnete bağlı olanlardır. Ne kadar nesep yönünden bize uzak bile olsalar… Bizim düşmanımız ise, Allh’a ve onun Resulüne isyan edenlerdir. Ne kadar bize yakın olan bir soydan bile gelseler…”

Bu büyük zatların takipçisi olan Yunus Emre Dervişliğin ve Allah yolunun yolcularının şartlarını anlatırken şöyle der:

 

Dervişin dört yanında dört ulu kapı gerek,

Nereye bakar ise, gündüz ola gecesi.

Evvel kapı şeriat, emr-u nehyi bildirir.

Siler günahlarını, her bir Kur’an hecesi.

İkincisi Tarikat, kulluğa bel bağlaya…

Yola doğru girenin yarlıgaya hocası.

Üçüncüsü marifet, can gönlün gözün açar,

Bak mana sarayına, araşa değin yücesi.

Dördüncüsü hakikat, ele eksik bakmaya…

Bayram ola gündüzü, kadir ola gecesi.

Bu şeriat güç olur, tarikat yokuş olur.

Marifet sarplık durur, hakikattir yücesi.

Dört kapıdır kırk makam, yüz altmış menzili var,

Erenlere açılır, velayet derecesi.

Âşık Yunus bu sözü muhal diye söylemez.

Mana yüzün gösterir, ol şairler kocası.

Yunus Emre özetle şunu demek istiyor: Derviş olanın, Allah yolunda yürüyüp de velayet derecesine ulaşmak isteyenin dört yanında dört kapı olması gerekir. Hangi yöne bakarsa gecesi gündüz olur. İlk kapı şeriattır. Allah’ın emir ve yasaklarını bildirir. Kur’an’ın her bir harfi onun günahlarına kefaret olur. İkincisi tarikattır. Ehl-i kemalin yoludur. Ancak burada da kulluk ve tevazu esastır. Üçüncüsü marifettir. İnsan marifetle kalp gözüne hikmet sürmelerini sürmüş olur. Gönül artık mana saraylarının yolcusudur. İşte o mana sarayları arşa kadar yücelir. Dördüncüsü ise hakikattir. Bu makamda insanlara kem gözle bakmamak şarttır. O zaman gündüzün bayram gecelerin de kadir gecesi değerinde olur. Ancak bu makamların her birisi de, öyle kolay elde edilen makamlar değildir. Ancak kişinin samimi bir şekilde çalışması ve Allah’ın lütfü ile elde edilebilir.