‘Ergenekon hayâleti’ gören birileri var; ama, onlar kim, sahi?
‘Ergenekon hayâleti’ gören birileri var; ama, onlar kim, sahi? başlığıyla yazan Selahaddin Eş Çakırgil, gündeme ilişkin önemli tarihi notlar düştü.. İşte o yazı:
Şimdi, bu isim, TSK’nin en yüksek komuta kademelerindeki nice muvazzaf veya emekli komutanların ve diğer subayların, hükümete karşı darbe yapmakla suçlanarak tutuklanıp yargılanmaları konusunda 27 Ocak akşamı, bir tv. (HT) kanalında, ‘bu subayların vatansever ve milliyetçi olduklarını, ABD'nin önümüzdeki günlerde İran'ı işgal etmeye kalkışacağını, Ergenekon operasyonlarıyla TSK içindeki vatansever askerlere karşı bir komplo kurularak bu anti-Amerikan subayların tasfiye edilmesinin planlandığını’ söylemiş ve sözlerini, "Ergenekon, altını çizerek söylüyorum Türk ordusunda TSK içinde amerikan karşıtlarının tasfiyesidir. Nokta ve bir de ünlem koyuyorum. Başka bir şey değildir. Çünkü aynı olaylar içinde şu anda Silahlı Kuvvetler’in içerisinde bir kısım insanlar var. Ama, (sadece) Amerikan karşıtları alınıp ortadan kaldırılmak isteniyor. Sebebi de, Amerika'nın İran'a olası müdahalesinde orduyu kendi istedikleri hale getirmektir. Ama şerefli türk ordusu bu oyuna gelmez diye düşünüyorum.." şeklinde bitirmiş..
Bu gibi korkutmalarla veya çoğumuzu hassas yerimizden vuracak ‘İran’ı savunmak’ görünümlü ifadelerle, TSK gibi bir kurum içinde yuvalanmış bir güruhça döndürülmek istenen zulüm çarklarını mâzur göstermenin de ötesinde, hattâ himayeye çalışmanın; birilerinin vatanseverlik ve çarpık milliyetçilik anlayışlarına kuvvet şurubu ikram etmenin müslüman halkımıza getirileri nelerdir, bunlar da düşünülmelidir..
Unutulmasın ki, Amerikan emperyalizmi veya bir başkası İran’a vurmak isterse, bunun için TSK temel bir dayanak noktası konumunda değildir.. Çünkü Afganistan Amerika’nın elindedir, Irak elindedir, İran Körfezi’nin güneyindeki bütün arab rejimleri elindedir.. Kezâ, İran Körfezi, Hind Okyanusu, Kızıl ve Akdeniz’de donanmaları sürekli bulunmaktadır.. Aynı şekilde, başkomutanlığını devamlı kendi elinde tuttuğu NATO’nun bir üyesi olması hasebiyle, Türkiye de elindedir.. Böyleyken, sadece İran’ı vurmak için Türkiye’ye ihtiyaç duyulduğu gibi bir varsayımla bu satranç tahtasında yer almaya çalışmanın mantığı tartışılmalıdır..
Böyleyken, bu görüşlerle Ergenekon, Balyoz gibi yargılamaların iddianamelerinde yer alan ve sanık komutanlarca ‘bir savaş oyunu’ diye geçiştirilmeye çalışılan entrikaların, hıyanet planlarının bu şekilde değerlendirilmesi üzerinde daha bir önemle durulmalıdır.. Üstelik geçmiş bütün askerî darbelerde de benzer entrikalarla halkımıza en ağır zulümler revâ görülmüşken ve o zulümlerin acı sonuçları hâlâ da bertaraf edilememişken..
Sözkonusu ismin sıradan birisi olduğu sanılmamalıdır..
Böyle bir ismin, Ergenekon Yargılamaları ile ilgili bu açıklamaları, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konudur...
Bu sözlerinden dolayı onu kimileri suçlayacak, kimileri siyasette büyük oynamak ve stratejik düşünmek adına alkışlayacaklardır..
Unutulmamalı ki, onun merhûm lideri de, sürdürdükleri çizgi ve benimsedikleri görüşün ‘en büyük temsilcisinin TSK olduğuna dair sözleri verdiği mülâkatlarda net olarak ifade eder ve bunlar medyada yayınlanır ve takibçilerince de genelde, ‘Vardır bir bildiği ya da hikmeti..’ diye geçiştirilir; onun ve takibçilerinin bu açıklamalarının bir temenni olduğu benimsenerek hazmedilirdi..
Ve amma son 50 yılda 4-5 kez askerî darbe yaparak ülkenin ne büyük acılar çekmesine vesile olan TSK’nın en üst komuta kademesinde bulunanlar ise, o lideri ve o çizgisini de, ‘kemalist-laik rejimin en büyük düşmanı’ olarak niteleyip safdışı etmek için, -bir avuç kemalist- laikler ve emperyalist odakların manyetik alanı dışında olan hemen herkese ve- bütün ülkeye de nice yeni büyük acılar çektiren askerî müdahalelerini sürdürmekteydiler, devamlı.. Ama, o merhûm lider, o müdahaleleri de, bir avuç insanın yaptığını, bu yüzden büyük gövdenin suçlanamıyacağını belirtmekteydi.. O büyük gövdenin, baş durumundaki o yüksek komuta kademelerine engel olup olmadığı/ olamıyacağı konusu ise izahsız kalırdı..
Şimdi de, o liderin halefi konumunda gözüken bir diğer ismin, 28 Şubat zorbalığı döneminin nice sivri komutanları başta olmak üzere, bir kısım subayların Ergenekon, Balyoz ve benzeri dosyalar adı altında hazırlanan ve nice korkunç belgeleri de binlerce sahifelik iddianâmelerde ortaya dökülmüş bulunan duruşmalara böyle bir bakış açısının olması, tabiatiyle ilginçtir..
Doğrudur ki, yargılamalar bitmeden, sadece iddialarla kimse suçlanamaz.. Ama, kimse, o yargılamalar esnasındaki iddiaların geçersizliği veya suçlamaya yetmiyeceği hükme bağlanmadan, temize de çıkarılamaz..
*
Tabiatiyle, bu gibi açıklamaları, çok büyük bir satranç oyununun daha sonraki merhalelerini düşünerek atılmış adımlar olarak niteleyenler de olabilir; başta türlü düşünüp suçlamalarda bulunanların da olabileceği gibi..
1977 seçimleri öncesinde, MHP’ye ve Türkeş’e destek vermeye başladığı sırada merhûm Necîb Fâzıl, bu şahsın ad ve soyadıyla kafiyeli ve de şairâne bir şekilde oynamıştı, bir kızgınlık ânında; uyuz ve sefil gibi kelimeleri de kullanarak.. Ve bir arkadaş da o konuşmanın ses kaydını hemen bu isme ulaştırmak için İstanbul’dan taa Ankara’lara koşmuş ve ses kasetini ona dinletmişti de; bu isim, o bandı dinleyince, beklendiği gibi herhangi bir sert tepki vermek yerine, bir kahkaha patlatarak geçiştirmişti o sataşmayı..
*
Evet, üzerinde düşünülmesi gereken, son derece ibretlik gelişmeler bunlar.. Dikkatle ve rikkatle değerlendirilmelidir ve değerlendirilecektir. Ama, şimdi de yine aynı şekilde geçiştirebilecek midir; onu da zaman gösterecektir..
Ama. bu açıklama, bazı konuların tartışılıp derinlemesine anlaşılmasına zemin hazırlıyabileceğinden, yine de iyi olmuştur..
*
80 yıl öncelerde rûhen katledilen bir ‘ölü’, cismen de ölmüş..
Bir çok yanlışlarına rağmen, Osmanlı’nın emperyalist dünya için yine de, müslümanların elindeki büyük bir güç ve bertaraf edilmesi gereken bir büyük düşman kutub olduğu açıktı..
Birinci Dünya Savaşı ve acı sonuçları mâlum.. O büyük güç, uğranılan ağır yenilgi sonunda parça-parça edildi ve her bir parçanın üzerine ve parça-bölük halkların herbirisinin tepesine de ‘kurtarıcı’ olarak gösterilen yığınla kuklalardan birisi oturtuldu, savaşın galibi olan emperyalist güçlerce..
Uzun savaşlardan yorgun , bitkin ve yenilmiş ve topraklarının büyük bir kısmını yitirmiş olarak çıkan müslümanların Anadolu coğrafyasındaki bölümü de bu acı ve zehirli lokmadan nasibini aldı..
Kemalist-laik rejimin şefleri, müslüman halkın inancına karşı, emperyalistlerin direkt olarak sergilemeye cesaret edemedikleri bir savaşı en katı laik uygulamalarla sahneye koyarken. O bitmiş- tükenmiş halkın çaresizliği, mecalsizliği en büyük avantajlarıydı..
Halsizlikten ayakta duramıyan, açlık ve acıdan hemen hiçbir şey hissetmeyen, âdeta ameliyat masasında narkoz edilmiş bir bünye halinde duran o günkü toplumumuza, ‘inkilab’ adına, ‘devrim’ adına, toplum mühendisliği emelleriyle en jakoben/ tepeden inmeci ve en diktatörce uygulamalar dârağaçlarıyla ve sarhoş nârâlarıyla kabul ettiriliyordu..
Âdeta, bir ‘teceddüd / yenileşmecilik ve yenilikçilik dini’ şırınga ediliyordu, müslüman halkın beynine.. Bu yapılanların insan hak ve hürriyetlerine aykırı olduğunun ileri sürülemeyeceği de anayasalarca kayıt altına alınarak..
Yani, bunların aslında insan hak ve özgürlüklerine aykırılığı fiilen zımnen itiraf olunarak..
Yapılan o ‘inkilab’ların neler olduğunu tekrar saymaya ne gerek var.. Yıkılan ve yıkılması için bir topyekun savaş açılan bütün inanç ve kültür değerlerinin, halkın kutsal bildiği bütün değerlerin yerine ‘laik kutsal’ların konulduğunu anlamak için, ülkenin tek resimli, tek heykelli bir resmî ideoloji diyarı haline dönüştürüldüğünü ve ‘ikon’laştırılan bir siyasî kişinin ölümü üzerinden 75 yıla yakın bir süre geçmiş olduğu halde, onun, müslüman halka karşı hâlâ da bir korkuluk halinde kullanıldığını ve mezarının bir ‘laik kutsal mekan’ halinde ziyaretgâh haline getirildiğini ve devlet erkanının ve ‘taife-i laicus’un, o mezara hemen her vesileyle gitmesinin artık bir tabiî hal gibi kanıksandığını hatırlamak yeter..
İşte o perişan dönemin en yaldızlı isimlerinden birisi, Kerimân Hâlis isimli bir kızcağız var idi.. Ülkemizde yapılan o laik uygulamaların ödüllendirilmesi için, uluslararası şerr odaklarınca 1932-33’lerde ‘kainat güzeli’ seçilmiş ve laik rejimin ‘tek adam’ı da, bu neticeyi, halkımıza, bu milletin ne gözalıcı güzelliklere sahib olduğunun ‘kemalist inkilablar’ca ortaya çıkmasının bir işareti olarak göstermeye kalkışmıştı.. Ki, hâlen de ‘güzellik yarışmaları’ vs. adı altında yapılmakta olan o gibi organizasyonların dünyada hangi emperyalist- şeytanî odaklar eliyle ve hangi yöntemlerle ve hangi emeller için tezgahlandığı da yapıldığı bilinmektedir..
İşte, o Kerimân Hâlis isimli ve rûhen taa o zamanlarda öldürülmüş olan kız, 99 cismen de ölmüş, evvelki gün..
Bedeninin gençlik görüntüsünün parıltıları onyıllarca bir halkın kandırılması için kullanılan ve buna kendisi de bir asrı bulan ömrü boyunca sesini çıkarmamış olan bu kadının bir de ölüm ânındaki görüntülerini verseydi laik çevreler, ortaya nasıl bir tablo çıkardı?
Sadece şu kadarını belirtelim ki, o günlerde, o ceberrutluk rejiminin tepesindeki ‘tek adam’la mülâkat yapan bir fransız gazetecisi, ‘müslüman bir halkın içinden o gibi yarışmalara katılmayı göze alabilecek birilerini çıkarmanın müthiş bir şey olduğunu ve bunu ve bazı kadınların açılmasının nasıl başardığını’ sorunca; o kişi de, ’Çok kolay oldu, güzelliğine güvenen ortaya çıkar deyince kolayca açıldılar!..’ diye karşılık vermişti.
O, bedenlerinin güzelliğiyle övünenler veya övündürülenler, o bedenlerin manevî güzelliklerden ne kadar nasibli veya nasibsiz olduklarını düşünememiş olsalar bile; cismen öldükten sonraki durumlarını da bir güzellik olarak kabul edebilirler mi dersiniz?
Selahaddin Eş Çakırgil/ Haksöz haber