Erdoğan Urfa vekilini tebrik etti
AK Parti gurup toplantısında partililere seslenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, APAnın 5. Genel Kurul toplantısı için gittiği Suriyenin başkenti Şamda oy birliğiyle APA Başkan Yardımcısı seçilen AK Parti Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı Şanlıurfa Milletvekili Abdulkadir Emin Öneni tebrik etti.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 07.12. 2010 Salı günü TBMMde AK Parti gurup toplantısında yaptığı toplantıda Asya Parlamenterler Asamblesi Türk Gurubu Başkanı Şanlıurfa Milletvekili Abdülkadir Emin Önenin Suriyenin başkenti Şamda yapılan APA 5. Genel kurul toplantısında yaptığı konuşma ve oy birliğiyle APA Başkan Yardımcılığına getirilmesinden dolayı tebrik ettiğini söyledi.
Başbakan Erdoğan şöyle dedi;
41 ülkenin üyesi olduğu, az önce Suat Beyin, Grup Başkan Vekilimin ifade ettiği Asya Parlamenterler Asamblesinin Suriyenin Başkenti Şamda yapılan 5. Genel Kurulunda Şanlıurfa Milletvekilimiz Abdülkadir Önen Bey, Asya Parlamenterler Asamblesinin Mali İşler ve Personelden Sorumlu Başkan Yardımcılığına seçildi. Ve ben huzurlarınızda kendisini tebrik ediyorum, kendilerine çalışmalarında da başarılar diliyorum.
Bilindiği gibi, Şanlıurfa Milletvekili A.Emin Önen, önceki hafta, Suriyenin başkenti Şamda yapılan Asya Parlamenterler Asamblesi (APA) 5. Genel Kurul çalışmaları çerçevesinde Suriye dönem başkanı, Türkiye ise Başkan yardımcısı seçilmişti.
Toplantıda konuşan ve Türkiyenin, bölgesinde nükleer silahlanmaya karşı olduğunu belirten Önen, iki günden bu yana devam eden APA toplantılarında Türkiyenin bu politikasının yinelendiğini ifade etmişti.
AK Parti Şanlıurfa Milletvekili Emin Önen, Biz Türkiye olarak, bölgemizde nükleer silah istemiyoruz. Hiçbir ülkede istemiyoruz. Sadece barışçıl amaçlarla kullanılan nükleer enerjiden yana olduğumuzu dile getirdik demişti.
APA mevzuatında nükleer silahlar ve nükleer enerjiye ilişkin tanımlarda sıkıntı olduğunu belirten Önen, Bu çerçevede sunduğumuz üç önergenin üçü de oybirliği ile kabul edildi diye konuşmuştu.
Türkiyenin bölgesinde lider ülke olduğunu belirten APA Türk Gurubu Başkanı Önen, Türkiyenin bölgesinde huzur ve barış istediğini ve bunun sağlanması için üstüne düşeni yapmaya devam edeceğini söylemişti.
41 ülkenin üye, 19 ülkenin gözlemci sıfatı ile yer aldığı APAnın dönem başkanlığını yürüten Endonezya iki yıllık görev süresini tamamlayarak, başkanlığı Suriyeye devretti. Türkiye ise APAnın yeni dönem başkanı olan Suriyenin yardımcılığını yapacak.
AK Parti Dış İlişkiler Başkan Yardımcısı, Asya Parlamenterler Asamblesi (APA) Türk Gurubu Başkanı ve APA Başkan Yardımcısı Şanlıurfa Milletvekili Abdulkadir Emin Önen, 2007 yılı Genel seçimlerinde Şanlıurfa Milletvekili seçilmişti. Evli ve 1 çocuk babası olan A.Emin Önen, İngilizceyi çok iyi ve Çinceyi de orta derecede biliyor.
Başbakan Erdoğanın AK Parti Gurup toplantısında yaptığı ve Şanlıurfa Milletvekili Abdülkadir Emin Öneni tebrik ettiği konuşmanın tam metni...
07.12.2010
Çok değerli misafirler, çok değerli milletvekili arkadaşlarım, hanımefendiler, beyefendiler; sizleri sevgiyle, saygıyla selamlıyor, Partimizin haftalık Olağan Grup Toplantımızın ülkemize, milletimize ve demokrasimize hayırlar getirmesini Allahtan temenni ediyorum.
Oldukça yoğun bir şekilde süren Meclis çalışmalarında tüm milletvekillerimiz öncelikle ortaya koydukları gayretle, performansla bu son seçim kampanyasına kadar kalan süreci en iyi şekilde değerlendireceklerine inanıyorum. Kendilerine şimdiden başarılar, kolaylıklar diliyorum.
Türkiye seçim atmosferine tam manasıyla girmeden önce milletimiz için, ülkemiz için aciliyet arz eden önemli yasaları inşallah kampanyaya kadar çıkarmış olacağız. Borçların yeniden yapılandırılması başta olmak üzere vatandaşlarımızı doğrudan ilgilendiren yasaları, Türk Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu gibi ekonomi ve günlük hayat için önemli yasaları bu süreçte Meclisten geçirmiş olacağız. 12 Eylülde kabul edilen Anayasa değişikliğinin gerektirdiği uyum yasaları da aynı şekilde mümkün olan en kısa zamanda yasalaşacak ve Anayasa değişikliğinin etkilerini de daha yakından hissetmeye başlayacağız.
Tabii önümüzde iki hafta sürecek bir bütçe maratonu bulunuyor. AK PARTi İktidarının hazırladığı 9. bütçeyi de demokratik bir olgunluk içinde sağduyulu bir şekilde her zaman olduğu gibi nezaketten ve yapıcı üsluptan taviz vermeden müzakere edecek, inşallah ay sonunda onu da tamamlamış olacağız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, özellikle AK PARTi Grubunun özverili çalışmaları neticesinde son 8 yılda gerçekten tarihi bir performans gösterdi. Öncelikle Anayasada belirtilen seçim tarihlerine riayet ederek Meclisin seçim tartışmalarıyla, seçim belirsizliğiyle vakit kaybetmesinin önüne geçtik. Hatırlayınız, 3 Kasım 2002 öncesi dönemde bir seçim yapılıyor, üç ay sonra yeni bir seçim telaffuz edilmeye başlanıyordu. Milletvekilleri, daha Türkiye Büyük Millet Meclisinin koridorlarını öğrenmeden, Meclisin nasıl çalıştığını anlayamadan yeni bir seçimin kaygısına düşüyorlardı. Seçim tarihlerinden aylar önce Meclisin çalışmaları yavaşlıyor, hatta duruyordu. Milletimiz vekillerden acil yasaları çıkarmasını beklerken, vekiller milletin derdinden uzaklaşıyor, kendi dertlerine düşüyorlardı. Bunların tamamına son verdik. 8 yılda Meclisi azami bir verimlilik içerisinde çalıştırdık. Muhalefetin engellemelerine, yavaşlatma girişimlerine, polemiklerine, gerginlik üretme taktiklerine prim vermeden işimize baktık ve son derece önemli yasaları çıkarttık çıkarıyoruz. Aynı şekilde bu sürece devam edeceğiz değerli arkadaşlarım. Seçim öncesi Meclis kapanıncaya kadar her saati, dakikayı değerlendirerek, milletimize hizmete devam edeceğiz. Aziz milletimiz bize oy verirken, bizi buraya vekilleri olarak gönderirken çalışmamız, üretmemiz, kendisi için geceyi gündüze katmamızı istedi. Muhalefet yorulabilir, bıkabilir, usanabilir, bunlar bizim lügatimizde yer almıyor ve biz son ana kadar gayretle, aşkla, şevkle çalışmaya devam edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, en son Grup toplantımızdan bugüne içeride ve dışarıda yine çok önemli çalışmalarımız, temaslarımız oldu. Öncelikle Lübnan temaslarımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Zira Kosovada şahit olduğumuz manzaranın ardından Lübnanda gördüğümüz ilgi ve teveccüh, Türkiyenin dış politikadaki başarılı çizgisini bir kez daha teyit etmiş oldu. Başbakan Sayın Saad Haririnin davetlisi olarak gittiğimiz Lübnanda, öncelikle Cumhurbaşkanı Sayın Süleymanla, Meclis Başkanı Sayın Berri ile görüştük. Ardından ikili görüşmelerimizi gerçekleştirdik. Daha sonra Kavşara bölgesine geçtik ve orada on binlerce coşkulu bir kalabalığa hitap ettik. Aynı zamanda Aydamunda yaptırdığımız okulun açılışını Sayın Hariri ile birlikte orada gerçekleştirdik. Ertesi gün Arap Bankalar Birliğinin şahsıma tevdi ettiği ödülü aldıktan sonra, yine Başbakan Hariri ile birlikte Saidaya geçtik. Orada da Lübnanın en büyük hastanelerinden birini, en modern şekilde inşa ettirdiğimiz Saida Travma ve Rehabilitasyon Merkezinin açılışını yaptık. Lübnan temaslarımız çerçevesinde bu ülkede görev yapan birliğimizi ziyaret ettik. Beyrutta yoğun görüşmelerimiz oldu. Siyasi tarafların her biriyle oturduk konuştuk. 8 ayrı grubun temsilcisiyle, 8 ayrı partinin temsilcileriyle, liderleriyle görüştük. Lübnanın istikrarının, iç barışının Lübnan halkı için olduğu kadar, bölge için ne kadar önemli olduğunu, ne büyük önem arz ettiğini kendileriyle dertleşerek birbirimize bunu ifade ettik. Ve özellikle Türkiyenin rolünü burada kendileri de ağırlıklı olarak ifade ettiler.
Lübnan ziyaretimiz, hem dış politikamızın bölgede meydana getirdiği olumlu etkiyi görmemiz, hem de Lübnanın iç barışına katkıda bulunarak ilişkilerimizi daha da geliştirmemiz açısından son derece verimli geçti.
Geçtiğimiz hafta başında ise Avrupa Birliği Afrika Zirvesine onur konuğu olarak davet edildiğimiz Libyaya gittik. Burada zirvenin yanı sıra, şahsıma tevdi edilen barış ödülünü de milletimiz adına teslim aldık. Tıpkı Lübnan gibi Libyada da çok büyük bir heyecan ve teveccühle karşılandık.
Şimdi şunu özellikle ifade etmeliyim değerli kardeşlerim: Bizim yakın coğrafyamızda gördüğümüz ilgi, heyecan, coşku, aslında bölgemizde ne kadar büyük bir hasretin, ne kadar büyük bir özlemin var olduğunu gösteriyor. Sokaklara, caddelere, dükkanlara, evlerin balkonlarına, meydanlara taşan coşku ve heyecan, esasen halklar arasındaki, ülkeler arasındaki yüzyıllık kopukluğun, yüzyıllık uzaklığın aslında ne kadar manasız ve isabetsiz olduğunu ortaya koyuyor. Tarihi geçmişimiz olan komşu ve dost ülkelere yönelik ilgisizliğin, kopukluğun makul bir gerekçesi olamaz değerli kardeşlerim. Türkiye gibi devlet, bölgesindeki gelişmelere kayıtsız kalamaz, komşularıyla, bölge ülkeleriyle ilişkilerini ihmal edemez. Bölgesiyle ilgilenmek, bir ülke için eksen kaymasına işaret etmez. Bölgesine bigane kalmak, eksenini yitirmekle izah edilebilir. Büyük devlet olmak, büyük düşünmekle mümkündür. Kendi ülkesinde Sivasın ötesine geçemeyenler, uçağa binip yurt dışına gidemeyenler, Balkanlara, Orta Doğuya, Orta Asyaya bigane kalanlar, Türkiyenin uluslararası çıkarlarını, milli menfaatlerini koruyamazlar. Türkiyeyi iddialarından, çıkarlarından, tarihi rolünden uzaklaştıran bir dış politika anlayışına hakim kılmak isteyenler, sadece bu ülkeye ve bu millete değil bölge halklarına da büyük bir haksızlık yapmış olurlar. Kimse kendi çapsızlığını, kendi vizyonsuzluğunu, kendi yetersizliğini bölgesel ve küresel bir güç olma gayretlerinin önüne bir engel olarak koyamaz. Sanal korkularla, ideolojik takıntılarla Türkiyenin uluslararası vizyonu daraltılamaz.
Bakın acı bir gerçeği burada dile getirmek istiyorum. Son iki hafta sonunda rektörlerimizle yaptığımız toplantılarda da bunu ifade ettim; bu ülkede geçmişte irtica tehdidi var diye Arap dili edebiyatı bölümleri kapatıldı. Bu bölümlere öğrenci alınmadı. Komünizm tehdidi var diye Rus dili edebiyatı bölümleri kapatıldı. Yine çok acıdır, üniversitelerimiz arasında kendisini Balkanlara, Kafkasyaya, Orta Doğuya, Afrikaya adamış, bu konuda uzmanlaşmış, otorite olmuş üniversiteler bulamıyorsunuz. Orta Doğuyla ilgili enstitülerde, bölümlerde Arapça bilen eleman sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Orta Doğu, Kafkasya, Balkanlar, orijinal kaynaklardan değil İngilizce kaynaklardan takip edildiği için, Türkiyede çok yaygın olan ortak isimlerin dahi İngilizce yazılışıyla aktarıldığına şahit oluyoruz. Bakıyorsunuz, bildiğiniz Hüseyini Hussein, böyle telaffuz ediyorlar, böyle yazıyorlar. Bildiğiniz Muhammedi Mohammed diye yazan ve telaffuz edenler çıkıyor. Bu yabancılaşmanın, bu uzaklaşmanın tek boyutlu dış politikanın bize neler kaybettirdiği çok açık. Bugün biz Muhammedi Mehmet diye kullanmamız, aslında Osmanlının Muhammed ismine duyduğu saygıdandır. Olur ki bir yanlış, ebede mugayir bir şey olur diye önce bu ismi Mehemmed diye yumuşatmış, zamanla bu Mehmete dönüşmüştür. Bu bizim toplumumuzun Peygamberimize olan saygısından böyle bir yumuşatmadır. Bugün Arap ülkelerindeki İngiliz, Amerikan, Alman, Fransız yatırımlarına bakın, Arap ülkelerinin buralardaki yatırımlarına bakın, kaybettiklerimizin sadece bir boyutunu, insafsız bir boyutunu açık olarak görürsünüz.
Türkiye, dış politikada ezberleri bozdu, bozmaya da devam edecek. Türkiye, anlamsız küslükleri sona erdirdi. Anlamsız hasreti sona erdirdi, bu yönde ilerlemeye devam edecek. Kim hangi yorumu yaparsa yapsın, kim hangi yaftayı yapıştırırsa yapıştırsın, açık açık ifade ediyorum, bölgemizde barıştan, adaletten, dayanışma ve kardeşlikten öte hiçbir amacımız, hedefimiz, gayemiz, niyetimiz yok. Haksız olana çıkıp mertçe haksızsın dedik ve devam edeceğiz buna. Haklıyı savunmaya, haklının yanında durmaya cesaretle devam edeceğiz. Dış politikada çıkarlarımızı gözettiğimiz kadar, insanlığı, vicdanı, hakkı, hukuku gözetmeye devam edeceğiz.
Bu ülkenin dış politikasını sadece ve sadece bu millet belirler. Milletten başka hiç kimse bu ülkeye rota, istikamet çizemez.
Bakın bugün dünyanın neresinde afet varsa, felaket varsa, insani yardıma ihtiyaç duyan halklar varsa, bütün imkanlarımızla biz oradayız. Sevgili kardeşlerim, artık Türkiye alan el değil, veren el olmuştur. Önemli olan burası. Haitiye, Şiliye, Tiflise, Darfura, Bosna Herseke, Kosovaya, Afganistana, Somaliye, Lübnana Kızılayımızla ulaştık, TİKA ile ulaştık. Gerektiğinde barış gücü askerlerimizle ulaştık. Pakistanın deprem felaketinde, sel felaketinde yanında olduk. Irakın yeniden yapılandırılmasında her türlü katkıyı sunduk. Gazzenin yaralarının sarılması için milletçe seferber olduk. Aynı saikle, aynı niyetle, aynı samimiyetle İsrailde Hayfadaki orman yangınına da yardım elimizi uzattık. Talimat verdim iki yangın söndürme uçağımız Hayfaya gitti ve oradaki çalışmalara katkı sağladı. İsrail ile meselelerimiz var, sorunlarımız var deyip ormanların yanmasına, tabiatın kül olmasına, insanların ölümüne seyirci kalamazdık. Bu, ne insanlığa yakışır, ne de bizim manevi değerlerimize uygun düşer. Şunu da altını çizerek ifade ediyorum: Biz Gazze için haykırırken, Mavi Marmara için sesimizi yükseltirken hangi hassasiyetle bunu yaptıysak, orman yangınına da işte o hassasiyetle yardım elimizi uzattık. Bizim insanlığımız, bizim vicdanımız, bizim manevi değerlerimiz, çocukların öldürülmesine, sivillerin katledilmesine, yardım gemilerine korsanca saldırılmasına karşı çıkmamızı gerektiriyor. Bizim insanlığımız, bizim vicdanımız, bizim manevi değerlerimiz, ölen insanlara, yanan tabiata sahip çıkmayı, onlara yardım elini uzatmayı bize emrediyor. Eğer bu noktada kafa karışıklığı yaşayanlar varsa, onlar bizi yanlış tanımışlar demektir. Biz Mavi Marmaranın, oradaki 9 şehidimizin ruhaniyetiyle ilgili hassasiyetimizi koruyoruz. Gazzeye yapılanları unutmadık, bu noktada unutamayız. Eğer yeni bir dönem başlatmak isteyenler varsa, tekrar ediyorum; önce suçunu kabul edecek, özür dileyecek ve tazminat ödeyecek. Ve şunu da söylüyoruz, yumuşatıldı ama yeterli değil; ambargolar kalkacak. Bu adımların atıldığını görürsek, biz de o zaman durumu değerlendireceğiz.
Bu adımlar atılmadığı sürece hiç kimse de bizden adım atmamızı beklemesin. Biz kategorik düşünmüyoruz. Biz kin ve nefretle hareket etmiyoruz. Bizim amacımız, bölgede barış ve istikrarın hakim olmasıdır. Bizim gayemiz, bölgede adalet ve refahın tesis edilmesidir. Biz yapılan yanlışı asla sineye çekmeyiz, asla unutmayız. Ama yanlışından dönene de, yok sen yanlışta ısrar et demeyiz.
Değerli kardeşlerim, dış politikamızla doğrudan alakalı olan bir başka hususa da burada değinmek istiyorum. Bildiğiniz gibi bir süredir Amerika Birleşik Devletleri Hariciyesinin gizli yazışmaları bir internet sitesi aracılığıyla yayınlanıyor. İlgili site 250 bin gizli yazışmanın ellerinde bulunduğunu, bu yazışmalardan önemli bir kısmının Ankaradan gönderildiğini ifade ediyor. Şu ana kadar yayınlanan yazışmalarda diplomatlar tarafından gerek Türkiye, gerek diğer ülkeler için son derece seviyesiz, nezaketsiz ve son derece dikkatsiz bir dilin kullanıldığını görüyoruz. Ben ilk gün hatırlarsanız bir şey söyledim; Wikileaks, eteğindeki taşları döksün dedim. Onlar bunu artık kendileri adeta sürekli olarak bunu zaman zaman bir tehdit olarak kullanmayı kendine göre planlıyor. Belli ki buradaki diplomatlar, belli medya kuruluşlarını, belli çevreleri takip ederek kendi niyet ve arzuları doğrultusunda bir çerçeve çizmek istemişler. Bu üslubun ötesinde yazışmaların yayınlanması, yayınlanma tarzı seçilmesi, sansürlenmesi sadece belli ülkelere, belli bölgelere, belli konulara ait yazışmaların yayınlanması da niyet hakkındaki şüphelerimizi artırıyor. Fakat ben şunu söylüyorum: Abdestinden şüphesi olmayanın, namazından şüphesi olmaz rahat olun.
Değerli kardeşlerim, burada özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin kendi diplomasisiyle ilgili çok ciddi bir sorunu ortaya çıkmıştır. Kendi diplomatlarıyla ilgili çok ciddi bir sorunu ortaya çıkmıştır. Tabi ki bu sorun birinci derecede Amerika Birleşik Devletlerinin sorunudur. Yani dünyanın bir numaralı ülkesinin, şu anda diplomaside böyle bir noktaya gelmesi gerçekten düşündürücüdür. Bu çapta bir olayın, sıradan, önemsiz, kendi halinde, münferit bir hadise gibi takdim edilmesi mümkün değildir. Yalan yanlış bilgilere, nezaketsiz yorumlara dayanan bu yazışmaların sızdırılmasını ve yayınlanmasını, bir erdem veya şeffaflaşmayı sağlayan olumlu bir gelişme olarak göstermek isteyenler, resmin tamamını gözden kaçırmış olurlar. Ortada büyük bir ciddiyetsizliğin olduğu ne kadar açıksa, birilerinin bundan farklı hesaplar içinde olduğu da o kadar açıktık. Sağduyu ve serinkanlılık, özellikle diplomaside hayati derecede önemlidir değerli arkadaşlarım. Şimdi birileri diyor ki, efendim şeffaflık. Hayır, kimse her yerde her zaman şeffaflığı savunamaz. Eğer birileri sır kavramını, şeffaflık kavramını bir defa sınırsız diyorsa, bu kendini inkardır. Böyle bir şey söz konusu değildir. Bir meseleyi daha anlamadan, önünü ardını görmeden, niyetini, hedefini analiz etmeden verilen her tepki erkendir ve eksiktir. Onun için de bizler süreci sürekli takip ediyoruz, gelişmeleri izliyoruz ve izlediğimizi de baştan itibaren söyledik.
Değerli kardeşlerim, ne yazık ki Ana Muhalefet Partisi, meseleye böyle yaklaşmaktan hep kaçındı. Daha ilk çıkan belgelerle birlikte konuyu iç politika malzemesi yapmak gibi bir fırsatçılığın içine girdi. CHPnin yabancı diplomatların hezeyanlarına, yalanlarına sarılarak götürdüğü kampanyanın CHP kitlesinde bile rahatsızlık doğurduğunu görüyoruz. Ben önceki gün Sivastaki toplu açılış töreninde de ifade ettim. Sivaslıların güzel bir deyimi var; akıl elden, fikir emanet diye. CHP Genel Başkanı, kendisi politika üretemediği, kendisi bir dil oluşturamadığı için ABDli diplomatların yazışmalarından medet umar hale geldi. Allah aşkına şu hale bakar mısınız, bir ülkenin Ana Muhalefet Partisi işi gücü bırakıyor, yabancı diplomatların iddialarına borazanlık yapıyor. Kendi ülkelerinden o kadar kopuklar, o kadar uzaklar ki iç politikayı dahi yabancı diplomatlara havale etmiş durumdalar. Hatırlayın Vikipedi adlı sitede yazılanlara inanıp Meclis Genel Kuruluna, burada benim dünyanın en zengin 8. Başbakanı olduğumu iddia ettiler. Hatırlıyorsunuz değil mi, bunu iddia ettiler. Şimdi Wikileaksa inanıp İsviçrede 8 banka hesabının peşine düştüler. CHP madem değişiyor, oldu olacak ismini de değiştirip, Wiki CHP yapsın. Günlerdir bir İsviçredir tutturmuşlar. Böyle bir şey yoktur diyoruz, belge getir diyorlar. İddia sizin, iddia malum Amerikalı diplomatların. Madem öyle, gidin belgesini de siz getirin. Hukukta biliyorsunuz değişmez kaidedir; müddei iddiasını ispatla mükelleftir, iddia sahibi iddiasını ispat etmekle mükelleftir. Sizin ardı arkası gelmeyen yalanlarınıza, iftiralarınıza belge yetiştirmeye çalışsak, millete hizmet için bizim vaktimiz kalmaz. Ben buradan açık açık söylüyorum. İddia sahibi, iddiasını ispatla mükelleftir. Daha da ileriye gidiyorum; CHP gitsin, İsviçredeki 300ün üzerindeki bankayı tek tek dolaşsın. Bu hesapların belgesini bulsun, o hesaptaki parayı da, tüm mal varlığımı da CHPye bağışlayacağım.
Biz diyoruz ki, yalan üzerine nasıl siyaset inşa edilmezse, yalan üzerine diplomasi de, dış politika da inşa edilmez. Her zaman söyledim buradan, önceki Genel Başkanlarına da söylemiştik, gelin siz kendinize başka kılavuz bulun diye. ABDli diplomatların iftira üstüne kurulu kılavuzlukları sizi millete götürmez. Esasen CHP Genel Başkanı, iftirayı, çamur atmayı, ardından da pişkinliği bir siyaset haline getirmiş durumda. Bir konuda iftira atıyor, çamur atıyor, ortaya bir iddia atıyor ya da bir görüş söylüyor, ardından cevabını alınca mahcup olmak bir yana, yüzü kızarmak bir yana, işi pişkinliğe vurup sıyrılmaya çalışıyor. Dersimde analar ağlamadı mı diyen arkadaşına önce gereğini yapsın dedi, ardından konu kapanmıştır dedi. Öyle mi? Bu Parlamentoda bunu yaşadık. Genel af dedi, ardından çark etti. Sabah başörtüsü dedi, akşam yalanladı. CHP Genel Başkanlığı için ben aday olmam dedi, hatta eski Genel Başkanını gitti evinde ziyaret etti, gülücükler dağıttı, ben aday değilim dedi, hemen ertesi gün adaylığını açıkladı. Çarşaf liste dedi, blok listeye döndü. Gömleğimin parasını verdim ben aldım dedi, fatura başka yerlerden çıktı. Hatırlayın, CHP Genel Başkanı, 12 Eylül halk oylamasını SBS sınavı zannetti. Ve sabah akşam bir havuz problemidir tutturdu, havuz aşağı, havuz yukarı derken, kendi havuzlu villası ortaya çıktı. Liste uzayıp gidiyor. Aynı tavrı İsviçre bankaları konusunda da sergiledi. Önce iddialara sahip çıktı, kendisini ispata davet edince işi pişkinliğe vurup iddia bizim değil demeye başladı. Eğer iddia sizin değilse, iddia ABDli diplomatlara aitse soruyorum; peki o zaman sen bu topa niye girdin, burada senin rolün ne? Sen küresel yalanların sözcüsü müsün?
Biliyorsunuz biz bunları iyi tanırız. Ergenekona avukatlıktan sonra şimdi de Wikileaksin avukatlığına mı soyundun? Geçen hafta CHP Grup Toplantısında kullandığı ifade aynen şu değerli arkadaşlarım: Bu iddialar yabana atılacak iddialar değil. Bu iddiaların bir kısmını daha önce CHP dile getirmişti. Şimdi Grup Toplantısında bunu söylüyor, cevabını alınca da, bana ne kızıyorsun, Amerikaya kız diyor. Önce AK PARTi hakkında bin bir yalan, tezvirat üretiyorlar, ardından bazı diplomatlar bu yalanlardan kriptolarında bahsedince dönüp kendi yalanlarına inanıyorlar. Artık birisi CHP Genel Başkanına siyasetin bir ciddiyet ve seviye işi olduğunu hatırlatmak zorunda. Ağzına geleni söylemek, boş konuşmak, mugalata yapmak, siyaset tarzı olamaz.
Değerli kardeşlerim, yüzü kızarmamak, pişkinlik yapmak iyi bir haslet değildir. Yüz kızarıklığı edeptendir. Bunların tarzı siyaset yapanlar sandıktan çıkamadılar. Esasen şu son 1 haftadır sergilenen manzaraya bakınca, CHPnin nasıl bir dış politika zihniyetine sahip olduğu, daha doğrusu ciddi bir dış politika anlayışının olmadığı ortaya çıkıyor. Biz, Wikileaks yazışmalarına karşı temkinli davranmaya devam edeceğiz. Şu ana kadar görünen o ki, bu kriptolar hem bahsi geçen ülkelerin iç politikasına, hem dış politikasına şekil vermeye yönelik bir içerik arz ediyor. Dosta, düşmana şu hatırlatmayı yapmak durumundayım: Türkiyenin dış politikasını hiç kimse değil, sadece ve sadece benim milletim belirler.
Dış politikada bize hiç kimse istikamet çizemez. Rotayı, istikameti yalnızca ve yalnızca aziz milletimiz çizer. 8 yılda Türkiye bu anlayışla yürüdü, bundan sonra da aynı anlayışla yolumuza devam edeceğiz. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ülkemizin çıkarlarını, milletimizin çıkarlarını her şeyin üzerinde tutacağız. Türkiyenin itibarını daha da artıracağız. Medeniyetimiz bize yüklediği vizyon ve sorumluluğu en ideal şekilde yerine getireceğiz. Biz kimin ne dediğine, ne yazdığına, hangi dedikoduyu, iftirayı ürettiğine değil hakikatin ne olduğuna ve milletimizin ne dediğine bakacak, yolumuza o şekilde yürümeye devam edeceğiz.
Değerli kardeşlerim, önceki ve geçen hafta sonlarında Başbakanlık İstanbul Dolmabahçe Ofisinde milli birlik ve kardeşlik süreci kapsamında üniversite rektörlerimizle bir araya geldik. İki oturum halinde gerçekleştirdiğimiz bu toplantılarda üniversitelerimizin sorunlarını ele aldık. Yaklaşık 150 civarında rektörümüzün katıldığı bu iki haftalık toplantılarımızı YÖK Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte, ilgili bakan arkadaşlarımla birlikte yaptık. Hocalarımızın görüş ve önerilerini dinledik. Üniversitelerin Türkiyenin kalkınmasında daha etkili olması, başta terör sorunu olmak üzere her türlü sosyal meselede daha aktif rol alması, öncü olması gerektiğini, özgürlükler noktasında kendilerinin gerçekten bu özgürlüklere sahip çıkması gereğini, bütün bunların yanında üniversitelerin soran-sorgulayan merkezler olması gerektiğini, araştıran, araştırmaların yapıldığı merkezler olması gereğini ifade ettim. Şunu memnuniyetle gözledim: Türkiyede üniversite eğitiminde artık ciddi bir heyecan oluşmuş durumda. Eski üniversitelerle yeniler arasında, devlet ve vakıf üniversiteleri arasında hem dayanışma, hem de tatlı bir rekabetin olduğunu gördüm. Hükümet olarak eğitime, bu kapsamda yüksek öğretime yaptığımız katkıların yanı sıra, üniversitelerin kendini yenileme çabaları artık farklı bir sürecin oluştuğunu gösteriyor. Gaziantepteki devlet ve vakıf üniversitelerine başta Suriye olmak üzere çok yoğun bir yabancı öğrenci talebi olduğunu, sadece Trakya bölgemizdeki üniversitelere 3 bin 2 yüz yabancı öğrenci müracaatının yapıldığını öğrendim. Sanayi ile üniversitelerimiz artık daha fazla işbirliği yapıyor. Üniversite artık daha fazla toplumla kucaklaşıyor, toplumsal meselelere yoğunlaşıyor. O toplantı da ifade ettim değerli arkadaşlarım; AK PARTi iktidarına kadar bazı dillerin konuşulması dahi yasaktı. Ama görüyoruz ki, bundan 5 yıl, 10 yıl sonra Hakkarinin, Vanın, Kars, Iğdır, Mardin, Adıyamanın sokaklarında dünyanın dört bir yanından gelmiş farklı dilleri konuşan genç öğrenci kitlelerini göreceğiz. Bizim eğitim noktasında bugün attığımız adımlar inşallah orta ve uzun vade de Türkiyenin çehresini daha da değiştirecek. İnşallah Türkiyeyi çok daha hızlı bir kalkınma sürecine taşıyacak.
Ve değerli kardeşlerim, tabi bütün bunlarla beraber bu arada birkaç gündür gazeteler, televizyonlar sürekli olarak oradaki bazı gençlerin provokatif eylemlerine ağırlıklı yer veriyor. Buna da değinmeden geçemeyeceğim, bu da şudur: Bakınız, protesto şüphesiz ki bir demokratik haktır. Bundan önce de söyledim, Emniyet tabi ki bu tür bir organizasyonun rektörlerle ilgili güvenliğini tesis etmekle mükelleftir. Fakat buraya gelen öğrenciler bir siyasi partinin çatısı altında toplanıp değişik siyasi partilerden belli ideolojinin mensubu olarak orada toplanmak suretiyle kalkıp da buraya gelip burada protesto değil, bakın söyledikleri şey anlamlı, biz de bu toplantıya girmek istedik. Bir insan davetli olan toplantılar vardır, tamamıyla halka açık toplantılar vardır. Sizi böyle bir toplantıya davet mi ettik de geliyorsunuz? Bizim şimdi gençlerle de toplantımız olacak. Ama biz, kusura bakmayın elinde sopayla, taşla, molotof kokteyle, yumurtalarla gezen gençlerle biz toplantı yapmayız, bunu da çok açık ve net söylüyorum.
Biz düşüncesiyle, fikriyle, entelektüel zemini oluşturmaya, güçlendirmeye katkı sağlamak isteyen gençlerle ülkenin gençlerin sorununu konuşuruz. Diğerleriyle zaten siz bu konuyu görüşemezsiniz ki, konuşamazsınız ki. Karşı düşünceye saygısı olmayan ve karşı düşünceye karşı herhangi bir sabır göstermeyen gençlerle neyi konuşacaksınız? Orada ön yargılar var ön kabuller var ve bunlarla birlikte neyi konuşacaksınız? Demokrasi bu değil, demokrasi katkıdır. Özgürlükler bu değil, özgürlükler özgürce düşüncenizi ifade etmektir. Taşla, sopayla, kasaturayla, bıçakla şununla bununla değil. işte bizim bunu aşmamız gerekiyor. Ve şimdi önümüzde inşallah yine Dolmabahçe toplantılarımızın bir periyodunda da gençlerimizle bir araya geleceğiz, gençlerle toplanacağız.
Değerli kardeşlerim, bu hafta da gerek yurtiçinde açılışlarımız, gerek uluslararası temaslarımız yoğun olarak devam edecek. Sivasta Sivas Nuri Demirağ Havaalanının açılışını yaptık. Biliyorsunuz İstanbul Milletvekilimiz Nur Suna Hanımın dedesinin de ismini verdiğimiz bu havaalanı bizim için çok anlamlı oldu. Tabi gerek ekranları başında belki bilmeyenler, duymamış olanlar olabilir, tekrar söylemiş olayım; Nuri Demirağ, Sivasın Divriği ilçesinden. Ve 1936da 8 uçak yapmış. İstanbuldan Divriğiye, düşünebiliyor musunuz, o zamanın koşullarında Divriğide havaalanı yok, uçakla uçmuş ve oraya da inmiş. Ben tarla inişi nedir bilirim. Nerede, Moğolistanda Karakuruma Antonov uçağıyla indik biz tarlaya. Mesele tabi o cesareti ortaya koyması ve merhum Demirağ o cesareti ortaya koydu. 8 uçak. Arkadan 30 uçak siparişi aldı, ama ne yazık ki sen mi Milli Kalkınma Partisini kurarsın, sen mi böyle farklı bir düşünceyle ortaya çıkarsın, önünü kestiler, adeta hayatını ekonomik girişimlerin her şeyini söndürdüler. Biz de onun anısını yaşatmak üzere işte o zaman o süreç ilerleyerek devam etmiş olsaydı bugün Türkiye kendi uçağını yapar hale gelecekti. Şimdi biz bu sürece yeni başladık. İnşallah helikopterlerimiz 2013te uçuyor ve bir taraftan da uçaklarla ilgili çalışmalarımı yapıyoruz.
Değerli kardeşlerim, Sivasta modern bir havaalanına kavuştuk. Daha önce 600 bin kapasiteli bir terminal binası varken, tabi ki şartları ilkel, şimdi 3 milyon yıl kapasiteli bir terminal binasına, modern bir terminal binasına Sivasımızı kavuşturduk. Sivastan şehre olan yolu biliyorsunuz bölünmüş yol olarak hamd olsun bitirmiş vaziyetteyiz. Adeta bir bulvardan şehre giriş çıkış yapılıyor. Ve Karayollarımız ayrıca şehir güzergahındaki çok çok modern kavşak düzenlemelerini de yapıyor. Ve Valilik ziyaretiydi, Belediye Başkanlığı ziyaretiydi, ardından il merkezimizi ziyaretti. Daha sonra Cumhuriyet Üniversitesi Rektörlüğünü ziyaretle o günkü programımızı tamamladık.
Bu hafta Cumartesi günü inşallah Mardinde olacağız. Ve Mardindeki birçok açılış törenlerini toplu olarak gerçekleştireceğiz. Ve akşam da merhum Ahmet Kaya anısına yapılacak İstanbuldaki toplantıya katılacağım. Ve Pazar günü de inşallah Siirtte açılışlarımız var. Bu açılış törenlerini katılacağız ve bu hafta sonunu da bu şekildeki ziyaretlerle gerçekleştireceğiz.
Bugün Pakistan Başbakanı değerli kardeşim Yusuf Gilani davetlim olarak resmi bir ziyaret amacıyla Türkiyeye geldi. Ve bugün görüşmelerimizi yapacağız. İkili görüşmelerimiz, heyetler arası görüşmemiz, basın toplantımız, daha sonra bir yemeğimiz olacak. Ama bu arada Cumhurbaşkanımızla görüşmesi şu anda oldu veya oluyor. Bunun yanında Büyük Millet Meclisi Başkanımızı ziyaret edecekler ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde bugün bir konuşması olacak, yani milletvekillerimize hitap edecekler ve kendilerine ayrıca Cumhurbaşkanımızın biraz sonra veya şu anda takdim etmiş olması lazım, bir madalya töreni var. Ve bu görüşmelerle birlikte yarın yine İstanbuldaki görüşmelerine devam edecekler.
Yarın Polonya Başbakanı Sayın Tusku ülkemizde ağırlayacağız. Hafta sonunda da az önce ifade ettiğim ziyaretleri gerçekleştireceğiz.
Değerli milletvekili arkadaşlarım, değerli misafirler; son olarak iki güzel gelişmeyi de dikkatlerinize sunmak istiyorum.
41 ülkenin üyesi olduğu, az önce Suat Beyin, Grup Başkan Vekilimin ifade ettiği Asya Parlamenterler Asamblesinin Suriyenin Başkenti Şamda yapılan 5. Genel Kurulunda Şanlıurfa Milletvekilimiz Abdülkadir Önen Bey, Asya Parlamenterler Asamblesinin Mali İşler ve Personelden Sorumlu Başkan Yardımcılığına seçildi. Ve ben huzurlarınızda kendisini tebrik ediyorum, kendilerine çalışmalarında da başarılar diliyorum.
Ayrıca hafta sonunda biliyorsunuz Bursanın Mustafakemalpaşa ilçesi Ovaazatlı Beldesinde Belediye Başkanlığı seçimi yapıldı. Ve 1220 oydan 651ni, yani oyların yüzde 53nü alan AK PARTi adayı İlhan Gürkaş Belediye Başkanı seçildi. Seçimde AK PARTi oyların yüzde 53nü alırken, yüzde 53e ulaşırken, CHP yüzde 26, Demokrat Parti yüzde 7,5 ve MHP yüzde 6 oranında oy aldı. Ben Belediye Başkanımızı şöyle hemen bir yanıma davet edeyim. Huzurlarınızda ben Belediye Başkanımızı tebrik ediyorum. Kendilerine başarı dileklerimi iletiyorum. Tabi Ovaazatlının bir anlamlı boyutu vardı, onun için bunu özellikle ifade etmek istiyorum; 12 Eylül referandumunda yüzde 73 oranında Ovaazatlıdan hayır oyu çıkmıştı. 12 Eylül akşamından itibaren hatırlarsanız biz bir şey söylemiştik, hayır diyenleri de anlamaya çalışacağımızı söylemiştik. Ana Muhalefetin Lideri ise, siz -Bursalılar olarak hitap ediyor- niçin İzmir gibi aydın düşünmüyorsunuz dedi. Aramızdaki fark bu. Yani sen Bursalıyı karanlık bir düşüncenin içerisinde göstermeye çalışırsan alacağın cevap budur, olay budur.
Dedim ya, siyaset milletin dilini kavramayı gerektirir. Milletin dünyasına girmeyi gerektirir. Ve biz 12 Eylülden itibaren o yüzde 42yle ilgili çalışmalarımızı başlattık. Nitekim Ovaazatlıya genel başkanlar gitti, partiler buradan yoğun propaganda çalışması yaptı, ancak farklı kesimleri anlamak noktasında AK PARTinin gayretleri sonuç verdi. Güven, samimiyet, dürüstlük öne çıkarak AK PARTi tercih edildi. Aslında son seçimlerde ayrıca orada AK PARTi birinci parti de değildi, buna rağmen böyle bir konuma geldik. Ben sonuçların hayırlı olmasını diliyorum.
Bugün ayrıca Muharrem Ayının ilk gününü idrak ediyoruz. Muharrem Ayının da ülkemiz, milletimiz ve tüm insanlık için barışa vesile olmasını temenni ediyorum.
Grup Toplantımıza başarılar diliyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Sağ olun, var olun, Allaha emanet olun.