Erdel prensliği (sekelistan) bağımsızlık istiyor‏

Milli Sekel Konseyi (MSK) Sekelistan’da bölgesel özerklik almak için harekete geçti.

Erdel prensliği (sekelistan) bağımsızlık istiyor‏

İlk olarak 10 Mart'ta Romenlerin işgalinden kurtulmak ve seslerini tüm dünyaya duyurmak için Sekelistan şehiri Marosvasarhely'de protesto Mitingi düzenleyecekler.
Kendi inanışlarına göre Atilla’nın 453’te ölümü ve devamında gelen Hun İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında Karpat Havzası’nda muhkem bir yere çekilen 3000 Hun savaşçısının torunları olan Sekeller artık kendi geleceğini tayin etme hakkının kullanılmak istediklerini söyleyen   Milli Sekel Konseyi Temsilcisi; Levente Gergelyfi Borbély;  sekel halkı, dünyanın başka yerlerinde belli bir dereceye kadar kabul edilebilir olduğunu her geçen gün daha fazla farkına varmaktadırlar. (Sayıları bir kaç bin olan fakat uluslararası camia tarafından tanınan bağımsız devletlere sahip olan halkların bulunduğu Okyanusya’dan bahsetmek bile gereksiz).  Sekel Halkı’nın barışçıl mücadelesinin zorluğuna ve Avrupa Birliği içerisinde elverişsiz bir ortamda bu mücadelenin yürütülmesine rağmen, geleneksel dirençleri sayesinde sonunda uluslararası seviyede destek kazanacağı mızı umut ediyoruz” dedi.


Sekelistan masallardaki gibi neredeyse hiç bilinmeyen bir ülkedir. Bu ülkeyi efsanelerin ve yanlış bilgilerin ardında kalmış bir kara parçasının sonunda bulabilirsiniz. Transilvanya’nın doğusunda, esasen Karpat Dağlarının doğu silsilesinde yer alır. Yüzölçümü yaklaşık 13,500 km2  (Lübnan’dan biraz daha büyük) nüfusu ise 700,000 civarındadır (İzlanda nüfusunun iki katından daha fazla).

Sekellerin Tarihçesi

Sekeller, Macar lehçelerinden birinin farklı ağızlarını konuşurlar; fakat farklı bir topluluktur. Sekellerin kökeni efsanelerin arasında kaybolup gitmiştir. Kendi inanışlarına göre Atilla’nın 453’te ölümü ve devamında gelen Hun İmparatorluğu’nun çöküşü sonrasında Karpat Havzası’nda muhkem bir yere çekilen 3000 Hun savaşçısının torunlarıdırlar. 895’te Macarlar gelene dek burada varlıklarını devam ettirmişlerdir. Orta Çağ’ın Macar vakayinameleri de Sekellerin Atilla’nın torunları olduklarını ve Macarlar geldiklerinde orada bulunduklarını kaydetmektedirler.

Bazı tarihçiler ise Sekellerin bölgeye Macarlardan evvel geldiklerini fakat Hunların değil Avarların torunları olduklarını kabul etmektedirler. Bazıları ise Macarlarla beraber geldiklerini ve Esegel veya Eskil denilen topluluğun torunları olduklarını düşünmektedirler. (İsimleri Arap ve İran kaynaklarında sadece S’k’l sessizleri ile kaydedilmiştir). Bu topluluğun anavatanı bugünkü Başkurdistan civarıdır. Bir diğer grup tarihçi ise Hazar İmparatorluğu’ndan gelen Kabarlar olduklarını düşünmektedir.

Ataları kim olursa olsun, Sekel kültürü, eski sosyal ve siyasi teşkilatlanmaları göstermektedir ki kesinlikle bir Türk Boyu ile ilişkilidirler.  Sekeller,  eski Göktürk Alfabesi’ne çok benzer bir alfabe olan kendi alfabelerine sahiptirler. Milli renkleri mavidir ve üzerinde altın sarısı bir güneşle gümüş rengi bir hilal olan bayrakları gök mavisidir. Sekellerin 6 boyu ve her boyun 4 kolu vardı. Birçoğunun adı Türkçedir. Ayrıca, Sekeller Macar Ağızları konuşmalarına karşın, dillerinde Macarcadakinden daha katı bir ünlü uyumu söz konusudur.  Yine bu özellik de dillerinin Türkçe ile olan ilgisini göstermektedir.

Macarların gelişinden sonra Sekeller, sınırları korumak için bu bölgelere dağıtıldılar. Savaş zamanında görevleri hücum durumunda öncü kuvvet olarak, geri çekilme durumunda ise artçı kuvvet olarak savaşmaktı.

Daha sonra, 11. yy.ın başından itibaren Sekeller önce güney, sonra da doğu sınırlarını korumak amacıyla çoğunlukla Transilvanya’da toplandılar. Burada teşkilatlanarak Latince (zamanın resmi dili) Regnum Siculorum (Sekel Krallığı) dedikleri ülkelerini oluşturdular. Bu ülke Macar nüfusunun bulunduğu bölgelerden farklı bir şekilde teşkilatlanmıştı. İlçeler yerine, ‘sedes’ (makam sandalyesi) denilen yönetim birimlerine ayrılmışlardı. Her bir makamın kendi meclisi vardı; fakat tüm milleti ilgilendiren konularla bir üst kurum olan Sekel Milli Meclisi ilgileniyordu. Ülke Sekellerin içişlerine müdahale etmeyen Macar Kralları tarafından derebeylik olarak tanınıyordu. Buna karşılık Sekeller de geleneksel askeri görevlerini yerine getirmek durumundaydılar.

1526’da Macar Devleti’nin çökmesinden sonra Osmanlı Sultanları da Sekel Muhtariyeti’ni tanıdılar.

Fakat Transilvanya’nın Macar yöneticileri bu toprakları işgal edip buralarda yaşayan insanları kendi hizmetleri için kullanmak amacıyla Muhtar Sekel Devleti’ni ortadan kaldırmaya niyetlendiler. Bu müdahale bir takım savaşlarla ve haklarını savunan Sekellerin isyanlarıyla karşılık buldu. Sekellerin bu özerk durumu Avusturya İmparatorluğu’nun 18. yy.da Transilvanya’yı işgal etmesinden sonra daha büyük bir darbe aldı. 1848’de Avrupa’yı silip süpüren ihtilaller dalgası Transilvanya’ya ve Sekelistan’a da ulaştı. Sekeller kendi hükümetlerini kurmak istediler fakat Macarlar buna karşı çıktı ve Sekel ileri gelenlerini Macar İhtilali’ne katılıp siyaset işlerini Macarlar’a bırakmaya ikna ettiler. Sekeller bunu kabul ettiler ve askeri güçleri ile birlikte Macarlar’a katıldılar.

Bu gelişmelerin zamanlaması Macarlar için isabetli olmuştu çünkü Transilvanya Macarları, Romanya’nın sebep olduğu korkunç bir felaketle karşılaşıyordu. Romenler, tarih sahnesinde ilk kez 10 yy.’da Bizans Kaynakları’nda Balkanlarda yaşayan yarı göçebe bir topluluk olarak kaydedilmişlerdir.1 13. yy.’dan itibaren Transilvanya’nın birçok bölgesine sızıp yerleşmiştirler.

Romen tarih kitaplarından bir kaçını okuduğumuzdaysa, Romenlerin eskiden beri Transilvanya bölgesinde yaşadıklarını, her zaman nüfusun çoğunluğunu oluşturduklarını “öğrenebilmekteyiz.” Bu kitaplara göre, Romenler mütemadiyen yerleşik, barışçıl ve zeki insanlardı; Avrupa’da yüksek bir medeniyet geliştiren ve hatta bazı yönlerden Yunan ve Roma medeniyetlerinden  de  üstün  olan  ilk   yerleşimciler   arasındaydılar.   Bu kitaplarda Romenlerin yerliliğinin “en eski dönemlere” uzandığına gayretle dikkat çekilmektedir. Hatta iddialarına göre insanoğlunun pek çok bilimsel başarısının ilk mucitleri de Romenlerdir. Bunun aksine etraflarındaki diğer bütün halklar, bölgeye barbar göçebeler olarak gelerek Romenlerin barışçıl gelişmelerini engellemiş olan işgalcilerdir. Romenlerin en eski dönemlerde var olduklarına dair hiç bir güvenilir kanıt yoktur ancak davalarını desteklemek isteyen Romen arkeologlar 1980’lerde bizzat eşyalar üretip onları toprağın altına gömmüşlerdir. Böyle bir mantık dâhilinde şunun gibi bir çıkarsama pekâlâ yapabiliriz: dinozorlar esasında eski bir Romen dili konuşan Romenzorlardır; Büyük Patlama da aslında on üç milyar yıl önce proto-Romenler tarafından gerçekleştirilmiş Romenlere özgü bir Patlamadır!

1848’deki ihtilal havası Transilvanya’daki Romenler’e varlıklarını tarih sahnesinde ciddi olarak ilk kez tasdik ettirmeleri için büyük bir fırsat vermiştir.

Macar İhtilalcilerin ana hedeflerinden bir tanesi, Macaristan’ın Avusturyalılar tarafından işgalinden sonra ayrı bir yönetim      birimi haline getirilen Transilvanya ile yeniden birleşebilmekti. Bu girişim, Transilvanya’yı kendilerine isteyen Romenler ‘in büyük tepkisine sebep oldu. Bu tepkileri iyi değerlendiren aşırı Romen milliyetçileri kısa sürede Romen Milli Hareketi’nin liderliğini ele geçirdiler. Bu yöneticiler, Romen halkına şanlı Roma Lejyonerlerinin doğrudan torunları olduklarını, Roma Kültürü’nün gerçek taşıyıcıları olduklarını ve Transilvanya’nın en eski sakinleri olduklarını; bu sebeblerden dolayı da bu bölgenin tarihi bir hak olarak sadece kendilerine ait olduğunu başarılı bir şekilde prapaganda ettiler. Bu anlayışa göre Transilvanya’da Romenler dışında bulunan herkes işgalci barbarlar idiler ve bunlar arasında Romenlerin başına gelen bütün talihsizliklerden sorumlu olan Macarlar en kötüleri idi. Bu sorunun tek çözüm toplu imha idi ve bunun tam zamanı idi. Romen ruhban sınıfı da köylü kitlelerini harekte geçirmede büyük rol oynadılar. Rahipler halka “Tanrı şimdi üç aylığına uykuya yatmıştır o yüzden istediğinizi yapabilirsiniz” şeklinde telkinlerde bulundular. Milli Romen Asemblesi’nde ise Macarların bebeklerinin ve kedilerinin bile öldürüleceğine yemin edildi.

Eski Roma Lejyonlarını örnek alarak teşkilatlanan Romenler, Avusturya ordusunun yardımı ile ve Saksonlarla ittifak içerisinde hareket ederek Transilvanya’nın bazı vilayetlerini ele geçirdiler ve bu bölgeleri Dako-Romanya diye adlandırdılar. Daha sonra bu Dako-Romanya’da siyasi ve kültürel hayat aşağıdaki gibi cereyan etmiştir:

Birçok köy ve kasabadaki Macar ahali saldırıya ve tecavüze uğradı, soyuldu ve katledildi. Bu kıyımlar, Romen halk müziği ve içki âlemleri eşliğinde kadın ve erkeklerin bilfiil katıldıkları büyük kutlamalar şeklinde yürütülmekte idi. Bu kutlamlarda sokakalar kurbanların kanları ile boyanmakta ve yanan evlerden yükselen alevler ile aydınlatılmaktaydı. Kurbanlar linç edilmekte, koları bacakları kesilmekte, kazığa oturtulmakta veya ateşte kızartılıp etleri öldürülmeyi bekleyen kurbanlara yedirilmekteydi. Bazı kurbanların ise canlı canlı karınları yarılmakta ve bağırsakları kendi ağızlarına tıkılmakta idi. Bu kutlamalrda sprtif faaliyetler olarak hedeflerin canlı kurbanlar olduğu cirit atma ve nişancılık müsabakaları düzenlenmekte idi. Bu kutlamalarda düğünler de yapılmaktaydı. Güzel kızlar, ailelerinin katilleri ile anında evlenmeyi kabul ettikleri takdirde bağışlanmaktaydılar. Bu kıyımlardan kültür kuruluşları da nasiplerini almışlardır. Transilvanya’nın en eski koleji olan Nagyenyed Koleji yağmalanmış ve kütüphanesinde bulunan Macar Tarihi ile ilgili kitaplar imha edilmiştir. Romen Lejyonları, bir yerleşim yeri imha edildikten sonra diğerine hareket etmekte ve bazen de kalıntıları yağmalayan Saksonlar tarafından takip edilmekteydiler.2

1848’de Transilvanya’da olanlar, Avusturya Ordusu’nun ve Avusturyalı yetkililerin desteği ile Romenler tarafından gerçekleştirilen bir soykırımdı.

Ekim 1848’de Sekeller ihtilale katıldılar ve Sekellerin yardımı ile Romenler ve Avsusturyalı destekçileri Transilvanya’da mağlup edildiler. Ancak Macar İhtilali, Çar Rusyası tarafından ezildi ve ihtilalcilerin çoğu Osmanlı hâkimiyetindeki sahaya çekildiler.

İhtilalin bastırılmasından sonra mutlakiyetçi Avusturya Yönetimi geri döndü. Macar ve Sekel liderleri idam edildiler veya hapse atıldılar. Romen liderler ise “hizmetlerinden” dolayı rütbeler alıp maaşa bağlandılar (bu liderler günümüz Romanya’sında hala milli kahramanlar olarak anılmaktadırlar).

Avusturya ve Romen hükümetlerinin hiçbirisi bu soykırım için özür dilememiştir.

Fakat 1859’da İtalyanlara ve 1866’da Prusyalılara yenildikten sonra Avusturya İmparatorluğunun gücü oldukça azaldı ve önde gelen bazı Macarlarla uzlaşmayı kabul etti. Bunun sonucu olarak da 1867’de Avusturya İmparatorluğu, Avusturya–Macaristan olarak ikili bir monarşiye dönüştü. Bu yeni devlette Macaristan içişlerinde kendi siyasetini takip edebilmiştir. Ancak, dışişleri ve savunma konuları Avusturyalıların elinde kaldı.

Yeni Macar Hükümetinin 1867’den sonra ilk yaptığı işlerden biri Sekelistan’ı ve diğer Sekel kurumlarını tasfiye etmek, yani resmi olarak Sekel milletinin varlığını sona erdirmek olmuştur. Bu, Macarların 1848’de onlara yardım eden Sekellere bir teşekkürleriydi. Macar siyasetçileri, “Siz Sekeller Macarca konuşuyorsunuz, öyleyse Macar olmalısınız” tezini savunuyorlardı.

Sekelistan’ın parçalara ayrılmasından sonra, bölge ihmal edildi ve iktisadi olarak çöktü. Sonuç olarak birçok insan yurtdışına göç etti.

Ancak Sekeller yok olmadılar ve kim olduklarını unutmadılar.

1877’de Türk-Rus Savaşı esnasında Sekeller Türk ordusuna yardımcı olmak amacıyle Sekel Lejyonu adıyla bir birlik kurdular.3

Avusturya–Macaristan İmparatorluğu 1918’de Birinci Dünya Savaşı’nın bir neticesi olarak çökmesi ve Macarların ülkeyi koruymadıklarının açıkça görülmesi üzerine Sekeller, Sekeller Cumhuriyeti’ni kurmayı denediler. Finliler, Estonyalılar, Letonyalılar, Litvanyalılar, Tatarlar gibi diğer küçük halkların yaptıkları gibi milletlerin kendi geleceklerini tayin edebilme (self determinasyon) hakkından faydalanmak istediler. Fakat hem çöken Macaristan’ın siyasetçileri hem de Fransızlardan yardım alan işgalci Romanyalılar tarafından engellendiler. Sonuç olarak Sekelistan, Transilvanya ile beraber, Fransa ve İngiltere tarafından, onlara destek olan Romanya’ya bir ödül olarak verildi. Batılı güçler yerel halkın fikrini asla sormadılar. Batı Demokrasisi Sekeller için bu şekilde işlemiştir! Neden?

Muzaffer Batılı Güçlerin liderleri, Avrupa’da eskisinden daha adil olacak ve milletlerin kendi geleceklerini tayin etme hakkına saygılı olacak yeni bir statüko kuracaklarını iddia ettiler. Ancak, Fransa ve Britanya’nın liderleri başta olmak üzere, Birinci Dünya Savaşını başlatanlara değil Hint-Avrupalı olmayan halklara karşı yönetilmiş kinci ve ırkçı insiyaklarla hareket etmekte idiler. Britanya’nın Versay delegasyonu sekreteri Harold Nicolson’ın “Peacemaking 1919” adlı kitabındaki sözleri, yalnızca ona has olmayan bu yaklaşımı açık bir şekilde olrataya koymaktadır:

“Macaristan’a karşı olan hislerim daha başkaydı. Bu Turanlı kabileye karşı geçmişte ve halen kuvvetli bir nefret duyduğumu itiraf ediyorum. Kuzenleri Turkler gibi birçok şeyi yok edip hiçbir şey ortaya koymadılar”

Yani Macarlar gibi milletler onlar için sadece Asyalı ilkel kabilelerdi. Macaristan’ı Macar nüfusunun üçte birini yabancı boyunduruk altına soktular. Sekeller de bu arada kendilerini Romenlere sunulmuş bir hediye olarak buldular.

1918’den 1940’a kadar Sekelistan Romanya işgali altında idi. Romanya, kültürel ve milli farklılıklar gösteren tebasına karşı tutumuyla her zaman kötü bir üne sahip olmuştur. Daha 1877’de bağımsız bir ülke olarak ortaya çıkar çıkmaz liderlerinin ilk icraatı Müslüman tebaayı, yani Dobrucalı Türkleri ve Tatarları, vatandaşlık hakkından mahrum etmek olmuştu. Romanya hükümetleri Sekelistan’da Romenleştirme çabalarının yanında yerel halk tarafından konolizasyon şeklinde hissedilen siyasetler gütmüşlerdir. Yıllarca Sekelistan, özellikle olağanüstü hal hukuku altında tutulmuş ve Sekelleri, Romanya Parlamentosunda temsil eden kimse olmamıştır. Ne yazık ki Romen otoritelerinin bu suistimalleri ile ilgili şikâyetler Milletler Cemiyeti tarafından duymazlıktan gelinmiştir.

Kuzey Transilvanya ve Sekelistan, 30 Ağustos 1940’da Almanya ve İtalya Dışişleri Bakanlıklarının baskıları neticesinde, İkinci Viyana Anlaşması gereğince, 1940 ve 1944 yılları arasında Macaristan’a bırakıldı. Ancak Sekelistan’a hiçbir özerklik tanınmadı.

1944’te Sekelistan, iki hafta öncesine dek Nazi Almanyasının müttefiki olan Romenler tarafından desteklenen Sovyetlerin Kızıl Ordusu tarafından işgal edildi. Romenler memnuniyetle Sekelistan üzerindeki yönetimlerini tekrar oluşturdular. Romenlerin gelişi, yerel halka karşı işlenen birçok vahşeti de beraberinde getirdi. Örneğin, 26 Eylül 1944 Günü, Maniu Muhafızları Szárazajta (Rom. Aita Seacă) Köyü’nde on üç kişiyi baltalarla kafalarını uçurmak ve vurmak suretiyle öldürdüler. Bu muhafız birliği, İkinci Dünya Savaiı’ndan sonra Sekelistan’ın Kuzey Transilvanya ile birlikte Romanya’ya geri verilemsi kerektiğine karar veren Batılı Güçlerin büyük saygı gösterdiği Milli Köy Partisi’nin lideri olan Julius Maniu’nun adına hareket ediyorlardı.

1952’de yeni anayasanın onaylanmasından sonar Romen otoriteler (isteksizce ve Sovyet baskısı altında) yaklaşık olarak Sekelistan topraklarına tekabül eden coğrafya üzerinde özerk bir bölge kurdular. Fakat gerçekte bu bölge asla özerlliğe sahip olmadı. 1968’de bu özerk bölge de lağvedildi.

Komünist dönemin başlangıcında Romen milliyetçiliği ülkedeki Sovyet varlığı sayesinde büyük oranda kontrol altında tutuldu. Ancak Kızıl Ordu’nun 1958’te Romanya’dan ayrılması, ülke liderlerine diğer azınlıkların yanında Sekelistan ile de iştigal etme fırsatı verdi. 1968’den sonra ise Romenler, yarı bağımsız dış siyasetlerine bir ödül olarak Batılı Güçlerin hiç de iyi niyet içermeyen desteklerini de kazanmaları üzerine büyük bir baskı ve kolonileştirme rejimi oluşturdular. Sonuç olarak Seksenlerin sonuna doğru Sekelistan’daki durum dayanılmaz hale gelmişti.

Mevcut Durum ve Bakış Açıları

Komünizmin çöküşünden sonra, bütün Avrasya’da baskı altında bulunan birçok küçük halk onları baskı altında tutan devletlere başkaldırabildiler. Netice olarak bu halklar kendi geleceklerini tayin etme haklarını Gagavuzların özerkliği veya Baltık Halklarının özgür devletleri gibi değişik seviyelerde ortaya koydular. Sonuç olarak da Birinci Dünya Savaşı sonrasında keyfi olarak tesis edilen iki devlet (Yugoslavya ve Çekoslovakya) ortadan kalktı.

Ne yazık ki, Romanya’nın işgal ettiği topraklarda durum pek değişmedi. Sekelistan hala baskı altındadır. Halkı, insan hakları ihlallerine, ayrımcılığa, işkencelere maruz kalmakta ve kendi toprak ve milli kaynaklarından mahrum edilmektedir. Hâlihazırda, Sekellerin yalnızca bir grup olarak hakları gasp edilip kendi geleceklerini tayin etme haklarını kullanmaları engellenmemekte, adları da resmi olarak tanınmamaktadır. Kendi, alfabelerini kullanmaları da engellenmektedir. Dahası, Sekellerin bu vahim durumu uluslararası camia tarafından bilinmemekte ve duyulmamaktadır. Neden?

Öncelikle, Romanya, küçük bir halkın kendi geleceğini tayin etme hakkını kullanması için uygun bir yer değil. Seçkin sınıfın siyasi kültür ve gelenekleri, nüfusun büyük bölümünün düşünme tarzı ırkçılık ve kökleri ülkenin geçmişinde olan bir hoşgörüsüzlük eğiliminin etkisi altındadır. Romanya, yağmacı, ırkçı ve rüşvetçi bir seçkinler sınıfı tarafından yönetilmekte ve ülkede gerçek bir demokratik siyası kültürün eksikliği görülmektedir.4

İkinci olarak da Sekeller, kendilerine yardım edeceklerin en başında olmaları beklenen Macarlar tarafından milli uyanışlarında engellenmişler ve hala da engellenmektedirler. Tarihi süreç göstermiştir ki, Sekeller ve Macarlar arasındaki ilişki hiç bir zaman sağlıklı bir ilişki olmamıştır. Macarlar her zaman Sekelleri kullanmaya ve suistimal etmeye çalışmışlardır. Bu durum bugün de devam etmektedir. Komünizmin çöküşünden sonra, Transilvanya’daki Macarlar,   ana kuruluşları olan Romanya Macarlarının Demokratik İttifakı (RMDİ) adlı kuruluşları vasıtasıyla Sekeller kuruluşlarının tesis edilmesini engellemeye çalışmışlar ve Sekel Özerkliği fikrine başından beri karşı çıkmışlardır. Bunu yaparak da baskıcı Romanya’ya iyi bir hizmet yapmış oldular.

Macaristan da Sekellerin kötü durumu karşısında faydasız hatta düşmanca bir tavır sergilemiştir. Macaristan mümkün olduğunca kısa bir zamanda AB ve NATO’ya kabul  edilebilmek  için  1996’da  (Batı  baskısı altında) Romanya ile bir anlaşma imzalayarak kardeşlerini Romenlerin baskılarına terk etmiştir.

Sadece Macaristan Hükümetleri değil Macaristan Halkı da kardeşlerine karşı samimiyetsiz ve duyarsızdır. 2004 yılında düzenlenen bir halk oylamasında Macaristan Halkı’nın çoğunluğu, işgal altındaki bölgelerde bulunan Macarlara ve Sekellere vatandaşlık verilmesine karşı pratik olarak oy kullanmışlardır.

Resmi olarak hem Transilvanya’daki ve hem de Macaristan’daki Macar ileri gelenleri Sekellerin kendilerini Macar olarak ilan etmeleri beklentisi içerisindedirler; fakat Sekellere sadece oyları ve istatistik olarak Macar nüfusunu arttırmak için ihtiyaç duymaktadırlar. Romenler sık sık Sekellere “Macaristan’a gidin” veya “Asya’ya gidin” demektedirler. Ancak Macaristan’a gittiklerinde ise Macar yöneticiler ve hatta halk tarafından aşağılanmaktalar ve onlara Romen olmadıkları halde “Evinize gidin Romenler” denilmektedir.

Görüldüğü gibi Macarlar, kültürlerinin birçok unsurunu kaybettikten sonra milli bilinç seviyesi düşük mankurt bir millet haline gelmişlerdir. Kardeşlerini önemsememekte, yalnızca Batılı komşularını taklit etmekte ve onlar gibi olmak istemektedirler.

Macar tarihçiler de Sekellerin Hun geleneklerini yıpratmak için büyük çaba sarf etmişlerdir. Macar okullarında çocuklara Türklerle akraba olmadıkları ve sadece Fin-Ugor Halkları ile akraba oldukları öğretilmektedir. Ancak gerçek hayatta Fin-Ugor kardeşliliğinin bir işlevi yok gibidir. Finliler ve Estonyalılar, Avrupa Birliği sınırları içerisinde baskı altında bulunan “akrabaları” konusunda oldukça kayıtsız kalmaktadırlar. (Baskı altındaki Macarlar ve Sekeller Romanya’da değil de A.B. üyesi olmayan bir ülkede olsalar belki ilgi gösterebilirlerdi).

Son olarak üçüncü neden ise Birinci Dünya Savaşı sonunda Sekelleri sadık müttefikleri ve akrabaları olan Romenlerin işgali altına sokan Batı Güçlerin siyasi varisi olan Avrupa Birliğinin, yani esas suçlunun ikiyüzlü siyasetidir. Dünya çapında başka ülkeleri yargılamaya oldukça hevesli olan liderleri, demokrasilerinin yüksek standartlarını yüksek perdeden anlatırken, 2007’de Sekellerin Romanya’daki durumunu anlatan ve durumu protesto eden birçok mektuba rağmen, Romanya’yı mutlu bir şekilde AB üyeliğine kabul ettiler. Bu kararla AB içinde Sekellere yapılan bu baskının kabul edilebilir bir durum olduğu ortaya konulmuştur. Gerçekten de Romanya’nın Sekellere yaptığı baskı, hâlihazırda AB şemsiyesi altında devam edebilmektedir. Aslında dolayısıyla Sekeller AB baskısı altındadır da denebilir.

Bütün olumsuzluklara karşın Sekellerin milli uyanışı devam etmektedir ve artık durdurulamayacak bir noktaya ulaşmıştır. Bu uyanış, 1990 yılında Genç Sekeller Forumu (GSF) adı altında kurulan küçük ama dirayetli bir teşkilatın Macarların haddini bilmez ve faydasız yönlendirmelerine kulak asmamaları ile başlamıştır. Toplantılarda milli Macar sembolleri yerine Sekellerin sembollerini ilk kez kullanmaya başlayanlar bunlardır. Genç Sekeller, Göktürk Alfabesi ile bağlantı olan eski Sekel alfabesini yeniden canlandırdılar. Yerleşim yerlerinin girişlerine bu alfabe ile yazılmış resmi yazılar asarak Sekellerin hala var olduklarını, farklı olduklarını ve köklerini bildiklerini ortaya koydular.

Genç Sekellerin girişimi, dönemin olumlu tarihsel eğilimleriyle uyum içindeydi ve yerel halk tarafından iyi karşılanmıştı. Ancak Romanya Macarlarının Demokratik İttifakı adlı kuruluşun liderleri bu durumdan hoşlanmadılar ve Genç Sekelleri medyada kötülemek ve onların faaliyetlerini engellemek için ellerinden geleni yaptılar.  Bu, tarihte ender görülür- ya da belki de benzeri görülmemiş- utanç verici bir olaydı: Milli bir azınlığın (Romanya’daki Macarlar) çıkarlarını savunduğunu iddia eden bir kuruluş, küçük bir milletin (Sekeller) özerk girişimlerini önlemeye çalışarak baskıcı bir devletin (Romanya) yönetimlerine çok iyi hizmet ediyordu. Bunun sonucunda, Genç Sekeller Forumu ortadan kalktı.

Fakat faaliyetleri alev alarak arkasında Macar küllerinin altında hala parıldayan yeterli sayıda Sekel kehribarı bıraktı. Bu kuruluş artık faaliyet göstermese de 1990 yılında başlatmış oldukları girişim, 2003 yılında kurulan Milli Sekel Konseyi (MSK) adlı başka bir kuruluş tarafından kısmen devam ettirilmektedir.  Ancak Milli Sekel Konseyi kurucu üyelerinin, programının ve dilinin arka planı ne yazık ki bu kuruluşun Sekellerin menfaatlerini gerçekten etkili bir biçimde savunan bir güç olarak nitelendirilemeyeceklerini göstermektedir. İlk olarak, üyelerinin çoğu Romanya Macarlarının Demokratik İttifakı adlı kuruluşun öğütlerini izleyerek Genç Sekellere saldıran ve onları eleştirenler arasındaydılar. Ayrıca kuruluşlarını Doğu Avrupa diktatörlüğünün yıkılmasının sunduğu tarihsel pencereden yarar sağlayamayacak kadar geç kurdular. Milli Sekel Konseyi bağımsız olarak değil sözde Transilvanya Milli Macar Konseyi (TMMK)’nin bir toplantı yeri olarak kurulmuştu. Transilvanya Milli Macar Konseyi’nden ayrılmış olmalarına rağmen, bağımsız bir Sekel duruşundan hala yoksundurlar. Sekelistan için özerklik istiyor olsalar da milli Sekel sembollerinin kullanımını destekliyor, Sekel Milleti terimini kullanıyor ve kendilerini – Genç Sekellerin aksine – hala Macar milletinin üyeleri olarak görüyorlar. Milli ve politik bilinçleri henüz  olgunlaşmamış: dikkatli bir şekilde uluslararası sahneye doğru giden bağımsız, dinamik ve becerikli bir politika yürütmektense, Macarların çıkarlarının ve hayali politikalarının gölgesinde oyalanıyorlar.

Her şeye rağmen bugün, Sekelistan’da bölgesel özerklik almayı hedefleyen güçlü bir hareket var. Sekeller artık kendi geleceğini tayin etme hakkının kullanılmasının dünyanın başka yerlerinde belli bir dereceye kadar kabul edilebilir olduğunu her geçen gün daha fazla farkına varmaktadırlar. (Sayıları bir kaç bin olan fakat uluslararası camia tarafından tanınan bağımsız devletlere sahip olan halkların bulunduğu Okyanusya’dan bahsetmek bile gereksiz).  Sekel Halkı’nın barışçıl mücadelesinin zorluğuna ve Avrupa Birliği içerisinde elverişsiz bir ortamda bu mücadelenin yürütülmesine rağmen, geleneksel dirençleri sayesinde sonunda uluslararası seviyede destek kazanacağı umut edilmektedir.