GAZETECİLİK zor iş.
Röportajcılık belalı.
Birkaç haftadır Zeynep Erbakanın peşindeyim.
Her şey ayarlanıyor, uçak biletleri bile alınıyor.
Bir telefon...
İptal.
Geçen haftaki iptal sebebi, Bir hafta sonra konuşursak daha çok şey anlatabilirimdi.
İkna oldum, daha doğrusu keleğe geldim!
Tamam dedim.
Bu hafta yine her şey ayarlandı, avukat-mavukat, uçak biletleri alındı, fotoğraf organizasyonu yapıldı.
Biraz önce bir telefon.
Ben Zeynep Erbakan...
Telefonun ahizesini elimle kapatıp, Yooooo, hayıııır, olamaaaaaz diye bağırdım.
Çünkü gerçekten de bir Türk filmi sahnesiydi başıma gelen, anlamıştım.
Yine iptal edecek.
Nitekim etti.
Boşuna gelmeyin, bu röportajı yapamayacağız! dedi.
Nasıl depresif bir ses, nasıl mutsuz, nasıl güçsüz, nasıl yorgun...
Hoppala! dedim, Biz 7 yaşında çocuklar değiliz. Böyle son anda iptal olmaz. Daha doğrusu bir olur, bir olmaz, olmaz. Bana ayıp, gazeteye ayıp, avukatınıza ayıp. İkidir bilet alıyoruz. İnsanlar size nasıl güvenecek?
Durdu, Ben sizi ekranlardan tanıyorum dedi.
Hangi ekranlardan? diye sordum, Ben televizyona çıkmıyorum ki. Televizyonda program filan da yapmıyorum, ben sizi Hürriyete pazar röportajı için arıyorum.
Aaa gazete mi? Gazeteyse hiç olmaz! Güvenmiyorum... dedi.
Nedenmiş o? dedim.
Ve aramızda konuşma, absürd bir diyaloğa döndü.
Canlı yayın olsa neyse dedi, Ya da kasede çekseniz ileride yayınlasanız...
İsterseniz kamerayla da gelirim! dedi.
Bir sürü bir mana içermeyen cümleden sonra konuşma bitti.
Tekrar aradığımda telefon kapı duvar. Avukatını aradım, Elimde sorularımla kaldım. Ne yapacağım? dedim.
Valla bilmiyorum. Gelmeye kalkmayın, görüşmeyecek çünkü dedi ve ekledi: Ben de şaşkınlık içindeyim. İkide bir fikir değiştiriyor. Tutarsız ve dengesiz davranıyor. Davayı bırakıyorum, çünkü ben de başa çıkamıyorum...
AYŞE ARMAN - HÜRRİYET