ELVAN’A KIYDILAR!

ELVAN’A KIYDILAR!

 

 

Elvan… Elvan Arapça bir kelime ve “renkler” anlamındadır. Ama ben size renklerden bahsetmeyeceğim. Aksine dünyayı kısacık hayatıyla renklendiren bir insandan, talihsiz bir kızdan söz edeceğim. Başka bir deyimle, bugün size anlatacağım, Güneydoğunun yürek yakan öykülerinden birisi... Gerçi Türkiye’nin ve İslam coğrafyasının her yerinde bu tür acı veren öyküler vardır ama ne yazık ki, Doğu ve Güneydoğuda can alan bu öyküler daha fazla…

Elvan mutlu görünen bir ailenin beş çocuğundan biri ve kızların en büyüğü… Kendisinden büyük üç oğlan, kendisinden küçük bir de kız vardı. Annesinin adı Hatice, babasının adı Saffet… Köy hayatından henüz kurtulamamış bir kasaba’da yaşıyorlar.

Saffet’in bir berber dukanı vardı. Resmi bir iş için şehre gitmek isteyen kasabalılar gelip onda tıraş olurlardı. Kasaba şartlarında işi iyi sayılırdı. Ne de olsa, belli bir geliri vardı. Hatta çiftçilikle uğraşan ve rençperlik yapanlara göre Saffet bir şehirli sayılırdı.

Saffet ve eşi, dertleri ve kederleri olmayan, sıkıntıları ve borçları az olan mutlu bir aile görüntüsü veriyorlardı. Daha açık bir iafedyle, durumları iyi olmamakla beraber geçinip gidiyorlardı. Ta ki Suriye’den bir akrabaları onlara misafir gelinceye kadar…

Evet, bağ bozumu zamanıydı; geceler uzun ve kış yaklaşıyordu. Bir gün Suriye’de yaşayan altmış yaşlarında bir akrabaları onları ziyarete geldi. Adı Abdülkerim idi. Maddi durumu iyi sayılırdı. Çoluk çocuğuyla kendilerine ait arazilerde teknik tarım yapıyorlar ve iyi para kazanıyorlardı. Suriye şartlarında zengin sayılırlardı. Ancak eşi yaşlandığı için Abdülkerim yeniden evlenmeyi planlıyordu. Suriye’de uygun bir aday bulamamış, aklına Türkiye’deki akrabası Saffet gelmişti. “Hele Saffet’e bir varayım. Bana bir yol gösterir” diye düşündü ve yüklü miktarda hediyelerle Saffet’e misafir olmuştu.

Saffet ve eşi Hatice, Suriye’den gelen misafirin gelişine bir anlam verememişlerdi. Hoş-beşten sonra Suriyeli Abdülkerim evlenmek için Türkiye’ye geldiğini açık açık söyledi ve ilave etti: “Doğrusu, evlenmişken genç bir kızla evleneyim diye düşünüyorum. Eğer yaşlı birisiyle evleneceksem zaten yaşlanmış bir eşim vardır. Üstelik masraftan ve paradan asla kaçınmayacağım. Kızını bana vermek isteyene istediği kadar başlık vermeye hazırım” dedi.

Suriyeli Abdülkerim henüz Saffet’in kızı Elvan’ı görmemişti. Akşam namazından sonra yer sofrası kuruldu. Yemekleri sofraya taşıyan annesine Elvan yardım ediyordu. Suriyeli Abdülkerim yemekleri sofraya taşıyan Elvan’ı ilk defa görmüş ve güzelliğine hayran kalmıştı. Hemen Saffet’e yanaştı: “Saffet Ağa, bu senin kızın mı?” dedi. Saffet “Evet, Elvan benim kızımdır. Ama henüz çok küçük; on beş yaşındadır” dedi. Abdülkerim fırsat kolluyordu: “Siz on beş yaşındaki kızlara küçük mü dersiniz. Bizde kızlar daha küçük yaşlarda bile kocaya verilir. Eğer sizler de uygun görürseniz onunla evlenmek isterim” dedi. Baba Saffet bu teklif üzerine, hüzünle karışık belirsiz bir düşünceye daldı ve uzun süre konuşmadı.

Yemek yendi; yemekten sonra sohbet yapıldı. Misafiri ziyarete gelen komşular ve akrabalar evlerine döndüler. Suriyeli Abdülkerim ile baba Saffet yalnız kalmışlardı. Misafir odasına serilmiş yataklarına gittiler ve biraz daha sohbet ettiler. Abdülkerim yatmadan önce büyük miktarda (50 bin TL) başlık teklif ederek ısrarla Elvan’ın kendisine verilmesini istiyordu.

Baba Saffet, bu kadar parayı duyunca, küçük dediği Elvan’ı gelin etmeyi düşünmeye başladı ve: “Beyim, müsaade ediniz; annesiyle bir danışalım. Eğer nasipse ve fikrimiz bir olursa kızımızı sana veririz” dedi. Hem Abdülkerim hem de Saffet heyecan içinde yattılar.

Sabahleyin ilk iş olarak hanımı Hatice’ye durumu aktardı. Anne Hatice, kızının küçük olmasından ve damat adayının yaşlı olmasından yakındıysa da, elli bin liranın pis kokusu baba Saffet’in aklını başından almıştı. Verilecek başlığın çokluğundan söz ederek hanımını ısrarla ikna etmeye çalışıyordu. Aradan iki gün daha geçti, nihayet anne Hatice de Elvan konusunda ikna olmuştu. O gece kararlarını verdiler: Elli bin lira karşılığında Elvan’ı Suriyeli Abdülkerim’e teslim edeceklerdi.

Düğüm çözülünce Suriyeli Abdülkerim seyahatini uzattı; amacı Elvan gelini bir defada alıp evine gitmekti. Düğün hazırlıklarına başlandı ama henüz Elvan’ın haberi bir şeyden yoktu. Baba Saffet eşine: “Durumu kıza bildir Hanım!” dediyse de anne Hatice bir türlü acı haberi kıza vermek istemiyordu. Nihayet bir gün anne Hatice, Elvan’a durumu anlattı. Henüz bağlarda hayvan otlatan Elvan neye uğradığını şaşırdı. Dünyası başına yıkılmıştı. Genç kızlık hayalleri, evlilik planları hep suya düşmüştü. Bir anda bütün geçmiş ve gelecek hayatı gözünün önünden geçti. Kafası allak bullak olmuştu: “Nasıl bu girdaptan kurtulabilirim?” diye düşünmeye başladı.

Ertesi gün, Elvan’ın babası ve damat adayı Abdülkerim erkenden şehre gidip ön hazırlıklara başlayacaklardı. Biraz altın biraz da çeyiz alıp döneceklerdi. Elvan ise o geceyi düşünerek geçirdi. Bir damla uyku bile gözüne girmemişti. Sabaha kadar bu iğrenç durumdan kurtulmayı düşündü. Aklına ilk gelen evden kaçmak oldu. Fakat “Beni bulup öldürürler; üstelik ailemi de rezil rüsva etmiş olurum” diyerek bu fikrinden vazgeçti. Sonunda bir tek çıkış yolu kalmıştı: İntihar… Evet, Elvan bu girdaptan kurtulmanın çaresi olarak en sonunda intihara karar vermişti. Ama nasıl?

Evlerinin önünde su dolu büyük bir havuz vardı. Sabah namazı vakti, henüz kimse uyanmamışken, ellerine ve ayaklarına taşlar bağlayarak havuza atlamaya karar verdi. Sabaha doğru, ezanlar okunmadan planladığı gibi havuza atladı. Atlarken kimsenin ruhu duymamıştı. Elvan belindeki taşlarla yavaş yavaş suyun altına inerken sabah ezanı da okunuyordu: Allahu Ekber… Allahu Ekber… Havuzdaki, dibini gösterecek kadar berraktı.

Her şeyden habersiz olan Baba Saffet ve damat adayı Abdülkerim’i, şehirde yoğun bir iş bekliyordu. Düğün hazırlıkları yapacaklardı. Sabahleyin erkenden kahvaltı yaptılar ve şehre giden ilk dolmuşa binerek gittiler. Anne Hatice ise diğer çocuklara kahvaltı hazırladı onların safraya gelmelerini bekliyordu.

Nihayet biri dışında herkes sofrada hazır olmuştu; Sadece Elvan yoktu. Aradılar, fakat izine rastlayamadılar. Komşulara sordular, kimse onu görmemişti. Erkek kardeşlerinden birisi havuzda ellerini yıkamaya giderken Elvan’ın havuzun dibinde yattığını gördü. Gözlerine inanamadı. Hemen annesine koşarak durumu haber verdi. Ailenin kıyameti kopmuştu. Anne ve çocuklar can evinden vurulmuşlardı. Cenazeyi sudan çıkarıp hastane morguna kaldırdılar.

Ellerinde beşibirlikler, bilezikler ve çeyizlerle şehirden dönen baba Saffet ve damat adayı Abdülkerim acı haberi dönüş yolunda almışlar ve kahredici bir üzüntüyle sarsılmışlardı. Elvan’ın intiharından duydukları üzüntüden felekleri şaşmıştı adeta. Düğün yerine cenaze merasiminin hazırlıkları başlamıştı… Herkesin göz pınarları çeşme olmuş akıyordu. En çok dizlerini dövenler anne Hatice ve baba Saffet idi. Damat adayı Suriyeli Abdülkerim ise, bir yardan derin bir vadinin içine düşmüş gibi çaresizdi…

Dilerim bu öyküler birilerine ibret olur da yaşlılarla evlendirilmek zorunda bırakılan Elvanlar bir daha hayatlarına kıymazlar.