Çelişkiler Çemberi
Buna itirazı olan varsa çok basit bir örnek verebilirim; bu konularda biraz duyarlı olan/bu konulara çok kafayı takan bir arkadaş, bir gün Cuma namazı çıkışında erkenden çıkıp cami kapısında durmuş ve camiden her çıkana şu soruyu sormuştu; bu günkü Cuma hutbesinin konusu neydi? İnanın çoğu değil, sadece üç kişi bilmişti hutbenin konusunu… Bakın hutbenin içeriğini demiyorum, sadece konusu diyorum… Dolayısıyla:
Her zaman bu ülkede ki insanların yüzde doksan sekizi veya yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğunu söyleriz. Tabiî ki bu istatistiklere göre böyledir. Peki, o zaman ben soruyorum; madem tamamına yakını Müslüman bu insanların; bu kadar kötülük, ahlaksızlık, gayri İslami hareketleri kim/kimler yapıyor…
Bir ülkenin nüfusunun tamamına yakını (hepsi demiyorum) Müslüman olduğu halde; o ülkede neden Kur’an-i Kerim yasak olur. Ki yasa ile Kur’an kurslarına gitmek sınırlandırılmıştır. İlköğretimi bitirme yâda en az on iki yaş şartı vardır.
Baş-örtüsü Kur’an-i Kerimin kesin ve tartışılmaz emri olmasına rağmen her yerde yasaklanıyor, neredeyse sokakta bile yasaklamak üzereler ki; bu kadarına şimdilik cesaret edemiyorlar.
—Kumar devlet eliyle yapılmaktadır. (milli piyango ve iddaa gibi)
—Faiz sistemin vazgeçilmez gelir kaynağıdır. Devletin gelir getiren tüm resmi organlarında faiz uygulanmaktadır.
—Fuhuş devletin izniyle yapılmaktadır. Sistemin gelir kaynaklarından biridir. Genelevlerin de ki kadınlar devletin güvencesi altındadırlar. Genelevlerin güvenliğini sağlayan memurların çoğu Müslüman dır. Hatta bu memurların bazıları namaz da kılıyorlardır. İçerisinde ‘İslam’ın yaklaşmayın’ dediği fuhşun yapıldığı bir evi korur, ezan okunduğu zaman belki namaz kılan da (mutlaka) vardır. Kendisine Namazı emreden ‘dinin’ “sakın zinaya yaklaşmayın” emrinden habersizce tabi…
—Aynı şekilde içki üretimi; tekel yıllarca devletindi. Devlet eliyle içki yapılıyordu ve halen devletin izniyle yapılıp tüketiliyor.
Evet, sistem laik sistem ve laik bir düzende bu tür şeyler mubahtır. Laik sistemde namaz kılan fişlenir, başörtülü olan insanlar okullardan atılır, devlet dairelerinden kovulur.
Tamam, laik bir sistemde bunlar mubahtır çünkü referansları din/dini telkinler, emirler değildir. Peki, şurada büyük bir çelişki yok mu? Laik sistemde diyanetin varlığı veya devlete bağlı olması bir çelişki değil-mi-dir? Laik sisteme bağlı bir kurum olan “diyanetin” resmi görevlileri camide; “kumarın, içkinin, faizin ve zinanın” yasak olduğunu söylerken; maaşını ise bu saydığımız ‘İslam’ dinine göre kesinkes yasak olan/haram olan fiillerden alınan vergilerle alması; bu çarkın büyük bir çelişki çemberinde olduğunu-döndüğünü- göstermez-mi?
Düşünün bir müftü/bir vaiz cemaatin karşısına çıkıyor ve diyor ki; “içki, Kumar, faiz, zina gibi şeyler dinimizde haram kılınmıştır. Bunlar büyük günahtır. Bunlara yaklaşmayın.” Hakeza imam hutbeye çıkıyor ve bunların hepsini Kur’an, ayet ve hadis-i şerife göre açıklıyor. Doğru, güzel ve yerinde, bunların söylenmesi görevleri gereği gayet derecede normal bir şey…
Fakat bunları cemaate söyleyen müftü/vaiz/imam daha sonra camiden çıkıyor ve o gün maaş günü olduğu için doğru gidip maaşını çekiyor.
—Ve bu maaşın içerisinde ‘genelev de fuhuş yapan kadınların gelirleriyle elde edilen verginin payı var.
—Vatandaş elektrik veya su borcunu zamanında ödeyemedi diye alınan faizin parası var.
—İçkiden alınan verginin katkısı var.
—Oynattığı kumardan elde ettiği paranın katkısı var.’
Kişiler İslam dininin tamamına/İslam akidesine inanarak Müslüman olurlar. İslam dininde ise İçki haram, kumar haram, faiz haram, zina haram… Laik bir düzende ise bunların hepsi helal/mubah/serbest…
Ve yine tüm bunları yasaklayan bir dinin temsilcisi/laik sistemin izin verdiği, İslamı ve Müslümanları temsil etmesi için kurulan bir kurum da (diyanet) var. Bu kurum da çalışanların tamamının ‘maaşları’ bu saydığımız haram işlerden elde edilen gelirlerle/elde edilen paralarla ödendiği ve/veya bu paraların bir kısmının karşıladığı da aşikârdır/kesindir.
Ve dil sorununda büyük tezat/süper çelişki: bakınız günümüzde artık kadınlar bile erkeklerin (kocalarının, eşlerinin) soy isimlerini kullanmak istemiyor ve mahkemelere koşuyorlar, mahkemeler de kadınlara hak veriyor.
Birçok yazar, çizer, feminist, aydın, özgürlükçü, sanatçı vb. kişiler kadınların eşlerinin soy isimlerini kullanmalarının kadınlara haksızlık olduğunu… bu özgürlük savunucuları; yıllarca aynı yatağı, aynı hayatı paylaşacağı kocasının, hayat arkadaşının ‘soy ismini’ almalarının kadınlar için zül olduğunu, kadınların kişilik haklarına bir baskı olduğunu söylüyorlar .
Günümüzde birçok insan bunu özgürlüğü kısıtlama ve birey hakkını engelleme olarak kabul ediyor… Fakat aynı kişi ve kişiler; bu ülke nufusunun yarısına yakınını oluşturan ‘Kürt’ halkının kendi öz dilinde konuşma , eğitim görme ve her faaliyetini anadilinde yapma isteklerini ise ; “ülkeyi bölme olarak görüyor ve bunu bir hak olarak kabul etmiyorlar.”
Şimdi biz kendi kocasının, hayat arkadaşının soy ismini bile kullanmamayı hak kabul edip başka bir kavmin diline ve kültürüne mecbur edilen ve buna itiraz eden bir halkı bölücü diye yaftalayan mantığa çelişki mantığı demeyelim de ne diyelim?
Dolayısıyla size (herkese) soruyorum; sizcede tüm bu olaylarda bir çelişki yok-mu-dur? Bunlar sorgulanması gereken, eleştirilmesi ve yerilmesi gereken ciddi sorunlar değil-midir? Selam ve dua ile…