Dilipak Sordu: Urfa’daki Ortak Karargah neyin nesi!.
ABD ile Türkiye'nin ortaklığında Şanlıurfa'da kurulan karargah ile ilgili tartışmalar devam ediyor. Yeni Akit Gazetesi yazarı Abrurrahman Dilipak bugünkü yazısında, "Urfa’daki Ortak Karargah neyin nesi!. " diye yazdı.
Yeni Akit Gazetesi yazarı Abrurrahman Dilipak, "Erdoğan sonrası" başlıklı yazısında "Urfa’daki Ortak Karargah neyin nesi!." sorusunu sordu ve AK Parti içinde bundan sonrası için yol haritası ve yeni kadrolar konusu ciddi anlamda kafa karışıklığına sebeb oldu" ifadelerini kullandı.
Dilipak, AKP içerisindeki tartışmalara da değinerek, "Son zamanlarda çok fazla sağlığı ile Erdoğan, operasyonlarla Süleyman Soylu ve Maliye Bakanı tartışmaların odağındaki isimler. Krizi kontrol edemiyorsanız, döner sahibini vurur. Tıpkı hedefine ulaşmayan Bumerang gibi" diye ifade etti.
Dilipak, , "Erdoğan karşıtı lobinin" Erdoğan sonrası için bir yol haritası üretmeye çalıştığını da iddia ederken, söz konusu yol haritasının ise İsrail seçimlerinden sonra netleşeceğini belirtti.
Dilipak, "Eylül ortalarında İsrail seçimlerinin sonucu belli olacak. Sonra ne olacağını hep birlikte göreceğiz. Dost kim, düşman kim, kim kiminle beraber, daha net belli olacak. Birilerinin Erdoğan sonrasına ilişkin yol haritası daha net belli olacak" dedi.
Abdurrahman Dilipak'ın yazısı şu şekilde:
Belirsizlik söylentiye sebeb oluyor. Son olaylar, yani ABD ile Fırat’ın doğusu ile ilgili kurulan diyalog, HDP’li belediyelere yapılan operasyon ve AK Parti içinde bundan sonrası için yol haritası ve yeni kadrolar konusu ciddi anlamda kafa karışıklığına sebeb oldu. Kamplaşma, hesaplaşma, Media, STK ve iş dünyası ile kurulan paralel ilişkiler can sıkıcı boyutta!
İzmir yangını, Kaz dağları, Türk Tanıtma Ajansına yapılan atama, AK Parti’nin 18. kuruluş yılı tartışmalarının önüne geçti. Davudoğlu polemiği ise büyüyor. Sahi S400 konusu ne oldu!. Urfa’daki Ortak Karargah neyin nesi!. Döviz fiyatlarının bununla ilgisi var mı? Sorular soru içinde.
“Def-i mazarrat celbi menafiden evladır”. Yeni tartışma başlıkları açmak, yeni tehdit anlamında hedefler ve muarızlar ve muhalifler üretmek bu noktada bana çok mantıklı gelmiyor
Son zamanlarda çok fazla sağlığı ile Erdoğan, operasyonlarla Süleyman Soylu ve Maliye Bakanı tartışmaların odağındaki isimler. Krizi kontrol edemiyorsanız, döner sahibini vurur. Tıpkı hedefine ulaşmayan Bumerang gibi. Erdoğan’a bu lobi hiç güvenmedi. “Onsuz olmuyor” diye kadroda yer almasına ses çıkarmadılar ama şiir okudu diye siyaset yasağı getirenler onlardı. Daha sonra siyasete taşınmasında da onlar vardı. Fakat işler bekledikleri gibi gelişmeyince o sürecin sonunda 15 Temmuz yaşandı. BOP süreci noktalandı. Şimdi yeni bir süreç örgütlenmeye çalışılıyor.
Bu konuda ABD ve Avrupa’ya güven konusunda bizim acı tecrübelerimiz var. Sözkonusu olan İsrail, FETÖ ve PKK ise, birilerinin eli ile birilerini tasfiye ederken, o birileri ile de kullandıkları kaynağı hedef haline getirebilirler. Ya da bir senaryoda geri dönülmez noktaya gelinmişse, orada bu projeye karşı çıkan bir ikinci kanat varsa onu bir şekilde tasfiye ederler. Bakınız Kennedy ya da içeriden bir örnek, Hiram Abbas, Eşref Bitlis, Hablemitoğlu.. Bugün ortaya çıkan tehdit, dünkü tehditlerden çok farklı. Ve bu tehdit sadece Türkiye ile sınırlı da değil. ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Çin, Hindistan, Rusya, Suudi Arabistan, BAE, Japonya, Kore, Hong Kong, hatta İsrail.. fark etmiyor. Farkında olmalısınız, Hong Kong’daki göstericilerin ellerinde İngiliz bayrağı değil, Amerikan bayrağı var! Dünya politik bir meteor kuşağına doğru hızla ilerliyor. Sadece siyaset değil, iş, media, STK, finans dünyasından birilerinin de kapısı çalınabilir..
Bakın bunlar sadece kendilerinden olmayanlarla değil, kendi içlerinde de kanlı bir hesaplaşmaya hazırlanıyorlar. J. Empstein’ın intiharını da bu çerçevede okumamız gerek. 17 Eylül İsrail seçimleri bu gelişmeler açısından yön ve yol gösterici olacak. Bu tarihin sembolik bir anlamı var. Batılıların dostluklarına güvenenler aldanırlar. Onları dostları yok, çıkarları var. Global çetenin adamları Lucifer’e kurban edecekleri adamları ve örgütleri beslerler.. Hele onu para ve makam yanında kadınla da “mutlu” ediyorlarsa, o Lucifer’e adanmış, kesileceği zamanı bekleyen bir koyundan başkası değildir.
Bir önceki seçimlerde Netanyahu’nun partisi LİKUD az bir oyla önde olsa da sandalye dağılımı bakımından eski Genelkurmay Başkanı Benny Gantz ve Yair Lapid liderliğindeki Mavi Beyaz ittifakı mecliste 35’er milletvekiliyle temsil edilmişti. İsrail vatandaşı yaklaşık 2 milyon Filistinli iki ayrı ittifak çatısı altında girdi. Filistinlilerin seçime katılım oranı düşüktü. Ama iki ittifak da barajı aştı. Eşitlik ve Barış için Demokrasi Cephesi (HADAŞ) ile Değişim için Arap Hareketi’nin (TA’AL) kurduğu ittifak 6, Ulusal Demokratik Birlik (BELED) ile Birleşik Arap Listesi’nin oluşturduğu ittifak ise 4 milletvekili çıkardı. İsrail Eğitim Bakanı Naftali Bennett ile Adalet Bakanı Ayelet Shaked liderliğinde kurulan Yeni Sağ Partisi baraj altında kalırken, eski Savunma Bakanı Avigdor Liberman’ın partisi İsrail Evimiz (BEYTEYNU) yüzde 4,13 oy olarak barajı aştı ve mecliste 5 milletvekilliği aldı. 9 milyonluk İsrail nüfusunun yüzde 11,1’ini oluşturan ultra-Ortodoks Yahudileri (Harediler) temsil eden ŞAS (Doğulu Tevrat Muhafızları) ile Yahudi Birleşik Tevrat (Yahudot HaTora) partileri de yüzde 6,13 ile yüzde 5,94 oy alarak bir kez daha meclise girdi. İki devletli çözümden yana olan Avi Gabbay başkanlığındaki İşçi Partisi yüzde 4,48 oy alarak 6 milletvekiliyle meclise girmeye hak kazanırken, yine iki devletli çözümü savunan Meretz Partisi ise çok az bir farkla barajı aşarak 4 milletvekili çıkardı. Maliye Bakanı Moşe Kahlon’un liderliğini yaptığı KULANU (Hepimiz) Partisi 4, eski bir asker olan Rafi Peretz liderliğindeki HaBayit HaYehudi (Yahudi Evi) ise 5 milletvekiliyle meclise girdi. Geçen seçime 41 parti katılmış, bunlardan sadece 11’i % 3,25’lik seçim barajını aşabilmişti. Bu tablo bile Yahudilerin aklının ne kadar karışık olduğunu göstermektedir. 30 Parti %3.25 oy bile alamadı ve baraj altında kaldı. Katılım oranı önceki seçime göre düştü.
Netanyahu sağcı partilerle birlikte bir koalisyon kurmaya çalışıyordu. Fakat aşırı Ortodoks Yahudi din okulu öğrencilerinin askerlikten muaf tutulmasını düzenleyecek bir yasa konusundaki uzlaşmazlık, koalisyon girişiminin çökmesine yol açtı. Böylece İsrail tarihinde ilk defa hükümeti kurma görevi verilen bir kişi bunu başaramamış oldu. Bu da ABD’nin “yüzyılın projesi”nin ertelenmesi sonucunu doğurdu. Bugün “Fırat’ın doğusu” ile ilgili gelişmeler biraz da bu çerçevede zaman kazanmaya yönelik. Yoksa Mısır, Suudi Veliahd Prens, Dahlan, BAE hepsi hazırdı. Şimdi gözler 17 Eylül’de yapılacak seçimlere çevrildi. Trump’ın seçimi kazanması, Evanjeliklere Kudüs’te bir zafer armağan etmesi ile mümkün. Bu da bölgede ABD’nin bir düzen kurması şartına bağlı. Bu işte Arap ayağı tamam. İran da bir şekilde kontrol edilmeye çalışılıyor. Kilit ülke Türkiye.
Bakın Türkiye’deki krizlerin arkasında olan lobi, şu günlerde Ankara’da krizin açılması, çözülmesi yönünde lobi yapmak, danışmanlık yapmak, çözüm üretmek için ortalıkta dolaşıyor.
Öte yandan; Trump’ın adamları İsrail’de fazla mesai yapıyor.
Netanyahu bugüne kadar ki, İsrail’de en uzun süre başbakanlık yapmış kişi. İsrail›in 120 sandalyeli parlamentosunda bugüne kadar çoğunluğu sağlayan tek bir parti bile olmadı. Ülke hep koalisyonlarla yönetildi. Bu seçim kampanyasında ABD ile ilişkiler, yeni yerleşim yerleri, rüşvet suçlamaları en çok konuşulan konular. Netanyahu, ‘Yahudi yerleşimleri ilhak edilecek’ vaadi Filistin tarafında en çok eleştirilen konular arasında ilk sıralarda. Kudüs konusunda açık bir tartışmanın riskli olacağını biliyorlar. Onun içinde o konuda tartışmaya girmiyorlar, ama “Yüzyılın projesi” olarak o iş sanki tamamen Amerikalılara havale edilmiş gibi gözüküyor.
Eylül ortalarında İsrail seçimlerinin sonucu belli olacak. Sonra ne olacağını hep birlikte göreceğiz. Dost kim, düşman kim, kim kiminle beraber, daha net belli olacak. Birilerinin Erdoğan sonrasına ilişkin yol haritası daha net belli olacak.
Selâm ve dua ile..