DİLENCİLERİN HİLESİ

DİLENCİLERİN HİLESİ

Babamın dayısı Hacı Hemé, Osmanlının son zamanlarına yetişmiş, uzun yıllar Köy muhtarlığını da yapan deneyimli bir adamdı. Başından çok şeyler geçmiş, 1. Ve 2. Dünya savaşı yıllarını ve yaşanan kıtlıkları görmüş, deyim yerindeyse feleğin çemberinden geçmişti. İlk evliliğinden kızları olmuştu. Onun eşi Zeynep abla ( Piré Zeyné) da çok tecrübeli ve bilge bir kadındı. Hacı Hemé daha sonra ileri yaşlarda tekrar evlendi ve bu kez erkek çocuklara da sahip oldu. Kürtçenin yanında Arapça ve Türkçeyi de iyi konuşurdu. Zaten bu üç dili bilen birisi bilge sayılırdı. Tam bir Osmanlı beyefendisiydi. Yetmişli yıllarda 95 yaşlarında vefat etti.

Kendisi anlatırdı: Bizim köy kalabalık, suyu bol ve bahçeleri çok olan bir köy olduğu için çevre köylerden buraya gelip sebze ve meyve satın alanlar olduğu gibi dilencilik yapanlar da çok olurdu. Dilenciler genelde ya caminin önünde veya köyün ileri gelenlerinden birisinin evinin önünde, ya da köy meydanında dururlar. Birisi arbana çalar diğeri de Arapça kaviller (kasideler) söylerdi. Ancak kaviller çok dikkat çekici olmalıydı ki, halk ilgi göstersin. Böylece halkın dikkatini çemiş olurlar, onları dinleyen ve kavillerden etkilenen halk istediklerini verirdi.

Bir gün bahçeden eve döndüm, baktım ki evimize yakın köy meydanında bir kalabalık vardır. Ne olduğunu merak ettim ve belki olumsuz bir hadise olmuştur diye hızlı adımlarla koştum. Köy meydanına vardığımda kavil söyleyen bir adam gördüm. Bir diğeri de oturmuş, elinde bir hançerle “Yâ Hayy” deyip, kavil söyleyenin nağmelerine uygun bir şekilde göğsüne vurdukça vuruyor. Etraflarında toplanmış insanlar büyük bir heyecan içinde onları izliyor. Kimisi, özellikle kadınlar, bakmaya dayanamayıp izlemekten vazgeçiyor, Kimisi de hayretler içinde seyredip sonra yardım edip gidiyor.

Hançere baktım, oldukça keskin ve ucu da sivri görünüyordu. Ben kendi kendime, “Allah Allah, bu nasıl bir iş böyle. Hançer adamın göğsüne batmıyor. Ama bunda mutlaka bir iş olmalı” dedim. Sonra Arapça kavil söyleyen adamı dikkatle dinledim, şöyle diyordu:

 (لّاتُمَيِّلْ خَنْجَرْ مِنْ عَلَي دَفِّكْ   وَاللهْ تُخَرِّبْ بَيْتِكْ) [Lâ Tümeyyil Hançer Min Alâ Deffik Vallah Tuharrib Beytik] “Sakın hançeri göğsündeki tahtadan ayırma, vallah malını harap edersin.” Bunu manzum ve acıklı bir melodiyle defalarca söylüyordu: (لّاتُمَيِّلْ), (لّاتُمَيِّلْ)… (لّاتُمَيِّلْ خَنْجَرْ مِنْ عَلَي دَفِّكْ   وَاللهْ تُخَرِّبْ بَيْتِكْ).

Halk Arapça bilmediği için etkileyici bir kaside dinliyorlardı. Hilelerini fark edince adamın elinden hançeri aldım, sonra göğsündeki tahtayı çıkardım. “Bu ne haldir, halkı kandırmaya utanmıyor musunuz? Topladığınız bu para ve aynî yardımları sizden geri alacağım” dedim. Adam korku içinde, “Hacım vallahi fakir insanlarız, biz de böyle dikkat çekici bir yol bulalım dedik. Çok köyleri dolaştık, bir tek siz hilemizi anladınız” dedi. Ben kendilerine verilen yardımları geri almadım. Onlar da torbalarını omuzlayıp mahcup bir şekilde köyden ayrıldılar.