DEVLETİN MALI NEDİR?
Yıllar önce idareciliğe (ilköğretim okulu müdürlüğüne) başladığım ilk günlerde, bir evraka imza atmam gerektiği zaman kalem konusunda tereddüt yaşamıştım. Elim gayrı ihtiyari cebimdeki kendi kalemime gitmiş, evrakı bekleyen arkadaş ise masadaki kalemi işaret etmişti. O tereddüt anında İslam tarihinden meşhur bir olay gelmişti aklıma:
Hani bir gece Halife Hz Ömer çalışırken odaya ashaptan biri gelir, selam verip oturur. Hz. Ömer selamı almadan önce yapmakta olduğu işi bitirir, sonra yanmakta olan mumu söndürüp başka bir mum yakar, daha sonra da misafirinin selamını alır.
Sahabe, onun bu davranışının sebebini sorunca da şöyle cevap verir:
Demin devletin işini yapıyordum. Mum da devletin malı idi. Özel işlerimi o mumla yapamazdım. Onun için söndürüp kendi mumumu yaktım.
Şimdi ufak da olsa ben de yöneticiydim; bundan sonra kendi işimle devletin işlerini birbirinden nasıl ayıracaktım?
Kısa süre sonra farkına vardım ki, mesele mum ya da kalemi değiştirmek kadar basit değil. Hayat o zamanlardaki kadar sade değil ki kolayca ayırasın. Mesela o zamanlar cep telefonu yok, evi arayacak olsam okulun telefonunu kullanmayacak mıyım? Misafirime ikram ettiğim su, abdestten sonra yüzümü kuruladığım peçete, çocuğumun ev ödevi için bilgisayar yazıcısından çıkardığım kâğıt, mesai dışında açık bıraktığım klima ve daha nice nice ayrıntı.
İşin içinden çıkamayınca bilgisine güvendiğim birisine sordum. Ara ara devletin kesesinden kullandığın kadar bir miktar parayı infak et, gerisi için de Allaha sığın dedi.
Şimdi çeşitli kademelerde yöneticilik yapan dindar kardeşlerimizle ilgili öyle şeyler duyuyorum ki, onlar adına üzülsem mi, yoksa ben mi çok safım diye yerinsem mi bilemiyorum.
Daha göreve gelir gelmez makam odasını en lüks bir şekilde tefriş eden, kartonpiyerini, mobilyasını tekrar tekrar değiştiren, kendine özel dinlenme odaları yapan, spor yapmak amacıylasadece kendisi için oda tahsis edip en pahalı spor aletleri ile dolduran, kaynak buldukçaarabasının modelini yükselten, özel misafirlerini devletin hesabından en pahalı yerlerde ağırlayan, arabasını özel işlerinde kullanan, eşini çocuklarını bindirip gezdiren, hatta onlara kullandıran, toplantı boyunca soğumasın veya ısınmasın diye arabasının klimasını çalışır durumda bıraktıran ve daha neler neler yapan kardeşlerimiz
Sorulduğunda ya da açıkça sorulmazsa bile kafalardan geçirildiğini tahmin ettiklerinden kendim için yapmıyorum ki, kurumun prestiji/itibarı için, kurumsal kimliği geliştirmek adına yapıyorum, yoksa yarın ayrılırsam beraber mi götüreceğim türünden gerekçeleri de hazır.
Ya devlet işlerini yapmak için emrine verilen personeli, kendisinin ve ailesinin özel işlerinde kullanan, bağının bahçesinin işlerine koşturan, devletin hizmetlisini şahsi hizmetçisi gibi çalıştıranlara ne demeli?
Onlara, bir gün Hz. Ömerin at üstünde giderken elinden kamçısı düşünce etrafındakilerden onu kendisine vermelerini istemeyip, bizzat atından inerek kendisinin aldığını hatırlatmayalım mı?
Bir de hediye adı altında aldıkları var ki bazılarını hiç rahatsız etmiyor.
Onlara da şu olayı hatırlatmak isterim:
Zekat toplamamemurlarından biri, görevini yapıp Medineye dönünce Resulullahın huzuruna varıp;
Ey Allahın Resulü! Şu sizin zekât mallarınız, bunlar da bana verilen hediyelerdir dedi. Bu söze canı çok sıkılan Peygamber Efendimiz hayretle sordu: Tuhaf şey! Sen doğru sözlü bir adamsan söyle bakalım, ananın-babanın evinde otursaydın gene de bu mallar sana hediye olarak verilir miydi?
Bununla da yetinmeyip minbere çıktı ve;
"Size ne oluyor ki! İçinizden birilerişöyle şöyle yapıyor deyipolayı anlattıktan sonra Allah'a yemin ederim ki, sizden kim haksız yere bir şey alırsa kıyamet günü haksız olarak aldığı şeyi yüklenerek gelecektir dedi.
Rüşvet alanlardan, hırsızlık ve yolsuzluk yapanlardan ise söz etmeye değmez.
Kitabına uydurularak yapılanlar belki bu dünyada bizi kurtarabilir ama Esas Kitaba uyar mı? Hesap Gününde hesabını verebilir miyiz?