DEVLETİN DERİNLİĞİ VE CONTR-GERİLLA

DEVLETİN DERİNLİĞİ VE CONTR-GERİLLA

Dostumla sohbet ediyorduk. Konu derin devlete gelince bu konuda bildiklerimi söyledim. Dostum, “Hocam, mesele bu kadar basit değil; daha karmaşık ve bizi şaşırtacak ilişkiler vardır” dedi.  “Nasıl yani?” dedim. Dedi ki: “Devletin asıl derinliği, devleti yöneten bir kısım idarecilerin kanun dışına çıkması anlamına gelir. Fikirlerinden rahatsız olduğu bazı adamları öldürmek, silahlı örgüt kurmak, sonra kurduğu o silahlı örgütün istediği mecrada gitmediğini veya aşırılıklara kaçtığını görünce, karşısına dikilmek üzere yeni bir örgüt daha kurmak… İşte devlet bu şekilde derinleşir.

Dostum beni şaşırtacak sözler söyleyince, kendisine, “Lütfen biraz daha açın” dedim. Dostum şöyle dedi:

“Hocam Türk halkı ilk defa Başbakan Bülent Ecevit’in ağzından “Derin devleti” duymuştu. Ecevit, “Maalesef devletin içinde contr-gerilla vardır” demişti. Yani devletin içinde rutin dışına çıkan ve yasal olmayan işler yapan bir örgütü kastetmişti. Bu örgütün ortaya çıkması da şöyle olmuştu. Türkiye 1974 yılında Kıbrıs’a çıkartma yapıp Rumları bertaraf edince, ABD Türkiye’ye bir ültimatom verdi ve, “Benim silahlarımı Kıbrıs’ta kullanamazsın.” dedi. Meğerse o yıllarda derin devlet hesabına çalışanların maaşlarını ABD veriyormuş. ABD Kıbrıs savaşından dolayı bu maaşları kesti. Genel Kurmay, Ecevit hükümetinden ilave bir bütçe istedi. Ecevit bu paraların nereye gideceğini sorunca mesele ortaya çıktı. ABD tarafından kesilen maaşlar böylece hükümet tarafından verilmeye başlandı ve Contr-gerilla da böylece ortaya çıkmış oldu.”

Dostuma,”Söylediklerinize bakılırsa PKK’nın kurulmasının da derin devletin işi olduğu anlaşılmaktadır. Bu nasıl olmuş?” diye sordum. Dostum dedi ki:  “Birçok devlet yetkilisinin açıkça beyanına göre PKK,  devlet istihbaratı denetiminde kurulmuş bir örgüttür. Kuruluş amacı da, Doğu ve Güneydoğuda liselerin yaygınlaşmasından sonra kontrolsüz bir şekilde gelişen ve Kürtçülük hareketlerini temsil eden irili ufaklı silahsız örgütlerle mücadele etme zafiyetinin ortaya çıkmasıyla, mücadeleyi daha kolay yapmak ve okumuş Kürtleri silahlı bir ortama çekmekti. Böylece hem silahlı Kürt grupların üzerine gitmek daha çok hukuka uygun olur hem de okuma yoluyla gelişme gösteren siyasal Kürtçülükle mücadele etmek daha kolay olurdu.” Duyduklarıma inanamıyordum. Dostum devamla şöyle dedi:

“Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı derler ya… Türkiye’de de böyle bir şey oldu. PKK’nin 1984 yılında Eruh’ta başlattığı ilk olaydan 7-8 yıl sonra, örgüt derin devletin asla istemediği bir istikamette gelişmeye başladı. Bunun iki ana sebebi vardı: Birincisi, Türk istihbarat birimlerinin, PKK konusunda İsrail istihbarat örgütleriyle işbirliği yapmasıydı. En büyük yanlış buydu. Çünkü İsrail, Kürt hareketini daha canlı ve uzun bir gelecekte mücadeleyi sürdürebilir bir duruma getirmek için elinden gelen her türlü gayreti gösterdi. Zira Irak’ta Araplara karşı bir Kürt devletinin kurulması ve Irak’ın bölünmesi, herkesten çok İsrail’in işine yarayacaktı. İsrail bu iş için bazen ABD’yi kullandı, bazen de İran’ı… Şu anda Kuzey Irak’ta Araplarla mücadele edebilecek seviyeye gelmiş bulunan Kürt hareketi ve mevcut olan fiilî Kürt devleti İsrail’in ürünüdür. Bunun bilmeyen yoktur. İkincisi ise, Derin devlet yetkililerinin, laikliği öne çıkarıp PKK ile mücadeleyi ikinci sıraya koymalarıydı.  Derin devlet bütün varlığıyla, İran’ın şeriatı ihrac etme tehlikesine karşı önlem almaya çalışırken İran, PKK ve Türkiye içindeki diğer terör örgütlerine her türlü desteği sağlamaya çalışırken, derin devlet laiklik peşinde koşturuyordu. İşte bu iki sebepten dolayı derin devlet tarafından kurulan PKK, güçlenerek çok farklı bir istikamete gitmeye başladı. Devletin PKK ile mücadeleyi programına alması ise, Kürt halkının içinde PKK’nın taban bulmasına yaradı. Denilebilir ki, örgüt derin devletin denetiminden tamamen çıkarak başka devletlerin istihbaratlarının denetimine girmiş oldu. Derin devlet buna önlem almak için başka silahlı örgütler kurdu ve PKK’yı bir müddet sakinleştirdi. Daha sonra PKK yine derin devletin istemediği bir mecrada, üstelik birçok devletin denetimine girerek olaylar çıkarmaya başladı ve günümüze kadar geldi.”

Dostumu dinledikçe hayretler içinde kaldım doğrusu. Ama çözüm sürecine girilmiş olması en büyük tesellimizdir.  Bu umudumu dostumla da paylaşmak istedim ve kendisine, “Sen süreçten ümitli misin?” dedim. Şöyle dedi: “Kürtlerle Türklerin tek çareleri barıştır. Barış süreci 30 yıl önce yaşanmalıydı. Devletin ırkçı politikalara sahip olması vatandaşları birbirine düşürdü. Artık bu kirli, dolambaçlı ve düşmanlarımızın iştahını kabartan savaştan kurtulmalıyız. Ben şahsen barış adına iyi umutlar besliyorum. Hem Türklerin hem de Kürtlerin geleceğe daha güvenli bakmaları için bu fırsatın kaçırılmaması gerekir. Bu topraklarda hep birlikte kardeşçe barış içinde yaşayabiliriz.”

Dostuma teşekkür ettim ve bu konuyu yazacağımı kendisine söyledim.