Derviş Hoca'nın Mikrofonu

Derviş Hoca'nın Mikrofonu

Nur içinde yatsın; Derviş Hoca'yı birkaç kez görmüştüm. İlim, ahlak, sabır ve metanet, fatanet ve hazır-cevaplılık… Ne kadar güzellik arasan onda vardı. Bir fazilet abidesiydi adeta. Hani, o da görünmez gözyaşlarını ekmeğe katık edenlerden biriydi. Aslen Diyarbakırlı olan bu zat Urfa'da uzun yıllar vaizlik ve fahri müderrislik yapmıştı. Başından geçen bir öyküyü dostlarına anlatmıştı. Ben de Ahmed Hoca'dan dinlemiştim. Onu rahmetle anmamıza vesile olur diye anlatacağım:

Malum, vaizlerin bir görevi de hapishaneye giderek hapis yatanlara nasihat etmek, kader mahkûmu denilen insanlara moral vermek ve onları dinimiz hakkında bilgi sahibi yapmaktır. Urfa Müftülüğü de Derviş Hocayı hapishane vaizi olarak görevlendirir. Hoca efendi önce hapishane müdürüyle tanışır, onun bir çayını içer, sonra koğuşları teker teker gezerek hal hatır sorar ve mahpuslara moral vermeye çalışırdı.

Bu görev bir yıl devam eder. Fakat hükümet değişir ve hapishane müdürü de başka bir vilayete tayin olur. Onun yerine başka bir müdür atanır. Yeni gelen müdür vaizden, hocalardan ve dini sohbetlerden fazla hoşlanmayan birisiymiş. Önce vaiz hocanın hapishaneye gelmesini engellemek istemiş, fakat bu görevin Diyanet ile Adalet Bakanlığı arasında imzalanan bir sözleşmeye ve ilgili yönetmeliğe bağlı olduğunu anlayınca bu işten vazgeçmiş.

Anacak yeni müdür rahat durmamış ve başka bir şey düşünmüş. Bir odaya bir masa-sandalye koyar, masanın üstüne de bir mikrofon yerleştirir. Vaazın bu odada yapılmasını arzu eder. Derviş Hoca yeni müdürün gelişinden haberdar olur. Önce onu makamında ziyaret eder, çayını içer ve : "Sayın Müdürüm; izin verirseniz şimdi de koğuşları ziyaret ederek sohbetimi yapmaya çalışayım" der.

Fakat o da ne? Derviş Hoca, hiç beklemediği bir teklifle karşılaşır. Müdür der ki: "Hocam, zahmet edip de koğuşları dolaşmana ne gerek vardır. Ben sizin için yeni bir yayın odası hazırladım; merkezi bir sistem de kurdum. Siz bu odada konuşurken mahpuslar da kendi koğuşlarında sohbetten istifade ederler. Bu daha pratik değil mi?"

Derviş Hoca bu teklifi duyunca memnun olur, ayrıca Müdür Beye teşekkür eder. Sonra düzenlenen yayın odasına girer, mikrofonun düğmesini açar ve konuşmaya başlar. Her hafta mutad olarak bu sohbetlere devam eder. Zaman zaman ayaküstü Müdür Beyle karşılaşıyorsa da her ikisinin de fazla zamanı olmaz

Derken hükümet tekrar bozulur ve bu müdürün de tayini çıkar, yerine başka bir müdür atanır. Yeni gelen Müdür ise eskisine göre daha çok muhafazakâr bir kimliğe sahipmiş. Derviş Hoca bu yeni gelen müdürü de ziyaret eder ve çayını içer. Fakat Derviş Hoca henüz izin istemeden Müdür: "Hocam, isterseniz birlikte koğuşları dolaşalım. Ben de size refakat edeyim" der. Derviş Hoca şaşırır ve: "Müdür Bey, zahmet etmeyiniz; ben yayın odasından da sohbetimi yapıyorum zaten" der. Bu kez şaşırma sırası Müdür Beydedir; der ki: "Hocam ne yayın odası! Bizim yayın odamız falan yoktur. Odada gördüğün sadece çalışmayan bir mikrofondur.  Üstelik Masanın altına inen kablosu hiçbir yere bağlı değildir."

Derviş Hoca bunu duyar duymaz, o anda çelikten bir el kalbini sıkmış gibi olur. Büyük bir acıyı kalbinin ta derinliklerinde his ederek "Ya, öyle mi?" der. Bir yıl boyunca sadece dört duvara konuştuğunu ve hiç kimsenin kendisinden istifade etmediğini büyük bir üzüntüyle anlamış olur.  Duyduğu manevi acıdan kim bilir ne kadar müteessir olmuştu. Düşünün; insanları terbiye etmekle meşgul olan Derviş Hoca gibi vaizlerin, bazı şahsiyetlerde her faziletin ölümünü görmüş olmaları ne kadar da acı! İlahi nizamı tanımayanlar, nizamsızlığın en acı örneklerini verebiliyorlar.

Nur içinde yatsın.