DERİN DEVLET Mİ, DERİN ÖRGÜTLER Mİ?
Bazılarının zannettiği gibi derin devlet oluşumu, devlet adına çalışan birkaç elemanın rutin dışına çıkarak birkaç adam öldürmesi veya birkaç olay çıkarmasından ibaret değildir. Derin devletlerin oluşmasında daha karmaşık ve bizi şaşırtacak ilişkiler vardır. Şöyle ki:
Devletin asıl derinliği, en basit deyimle, devleti yöneten bir kısım idarecilerin kanun dışına çıkması anlamına gelir. Fikirlerinden rahatsız olduğu bazı adamları öldürmek, silahlı örgüt kurmak, sonra kurduğu o silahlı örgütün istediği mecrada gitmediğini veya aşırılıklara kaçtığını görünce, karşısına dikilmek üzere yeni bir örgüt daha kurmak Bunlar herkesin bildiği klasik bir derin devlet yapısıdır. Asıl derinlik ise, Adan Zye devletin içine sızan ve devletin kılcal damarlarına kadar ulaşan alternatif bir devlet yapısını oluşturmaktır. İşte devlet bu şekilde derinleşir ve devletin yapısında dönüşüm sağlanır. Eğer bu alternatif devlet yapısı fark edilirse içinden çıkılmaz bir hal alır.
Bilindiği gibi Türk halkı ilk defa Başbakan Bülent Ecevitin ağzından Derin devleti duymuştu. Ecevit, 1974teki Başbakanlığı sırasında Maalesef devletin içinde contr-gerilla vardır demişti. Ecevit bu sözüyle, devletin içinde rutin dışına çıkan ve yasal olmayan işler yapan bir örgütü kastetmişti. Bu örgütün ortaya çıkması da şöyle olmuştu. Türkiye 1974 yılında Kıbrısa çıkartma yapıp Rumları bertaraf edince, ABD Türkiyeye bir ültimatom verdi ve, Benim silahlarımı Kıbrısta kullanamazsın dedi. Meğerse bu günlerde Mısırda olduğu gibi, o yıllarda derin devlet hesabına çalışanların maaşlarını ABD veriyormuş. Kıbrıs savaşında Rumlar mağlup edilince, ABD bu maaşları kesti. Bunun üzerine Genel Kurmay, Ecevit hükümetinden ilave bir bütçe istedi. Ecevit bu paraların nereye gideceğini sorunca mesele ortaya çıktı. ABD tarafından kesilen maaşlar böylece hükümet tarafından verilmeye başlandı ve Contr-gerilla da böylece ortaya çıkmış oldu.
Birçok devlet yetkilisinin açıkça beyanına göre PKK, devlet istihbaratı denetiminde kurulmuş bir örgüttür. Kuruluş amacı da, Doğu ve Güneydoğuda liselerin yaygınlaşmasından sonra kontrolsüz bir şekilde gelişen ve Kürtçülük hareketlerini temsil eden irili ufaklı silahsız örgütlerle mücadele etme zafiyetinin ortaya çıkmasıyla, mücadeleyi daha kolay yapmak ve okumuş Kürtleri silahlı bir ortama çekmekti. Böylece hem silahlı Kürt grupların üzerine gitmek daha çok hukuka uygun olur hem de okuma yoluyla gelişme gösteren siyasal Kürtçülükle mücadele etmek daha kolay olurdu.
Bugün devletin şikâyetçi olduğu alternatif devlet yapısının da Türk istihbarat elemanları tarafından kurulduğunu biliyoruz. Halka karşı derin devleti savunan idareciler, bu örgütün kendi işine yarayacağını düşünerek onlara bu fırsatı verdiler. Demirel ve Ecevit, dünyanın muhtelif yerlerinde açılan Türk Okullarına referans olurlarken muhtemelen, Bunlar bir gün güçlenecekler ve İslamcılık belasından bizi kurtaracaklar diyerek referans oldular. Çünkü Ecevit, Türk okullarına verdiği desteği eleştirenlere, Güleni kast ederek şu cevabı verirdi: Ben o hocanın Erbakanın zihniyetinde olmadığını çok iyi biliyorum. Bunun anlamı şudur: Biz bu örgütün avucumuzdan çıkmayacağını biliyoruz ve yeri gelirse onu İslamcılara karşı kullanırız.
Ak Partiyi yönetenler de aynı hataya düştüler. 2012nin ortalarına kadar da Ak Parti hükümetleri bu yapıya, her türlü desteği vermiştir. O kadar ki, o yapıya bağlı elemanları iş başına getirmek için yarışılırdı. Özellikle 2007den sonra üniversitelere yerleşen araştırma görevlilerinin yüzde sekseni, genel idare hizmeti yapanların yüzde yetmişi, Hâkim ve kaymakam adaylarının yüzde doksanı ve polis teşkilatındaki rütbelilerin yüzde doksan dokuzu bu yapıya bağlı elemanlardan oluşuyordu.
Fakat evdeki hesap her zaman çarşıya uymaz. Türkiyede de böyle bir şey oldu. PKKnın 1984 yılında Eruhta başlattığı ilk olaydan 7-8 yıl sonra, örgüt derin devletin asla istemediği bir istikamette gelişmeye başladı.
Bunun iki ana sebebi vardı: Birincisi, Türk istihbarat birimlerinin, PKK konusunda İsrail istihbarat örgütleriyle işbirliği yapmasıydı. En büyük yanlış buydu. Çünkü İsrail, Kürt hareketini daha canlı ve uzun bir gelecekte Türkiye Cumhuriyetine karşı mücadeleyi sürdürebilir bir duruma getirmek için elinden gelen her türlü gayreti gösterdi. Zira Irakta Araplara karşı bir Kürt devletinin kurulması ve Irakın bölünmesi, herkesten çok İsrailin işine yarayacaktı. İsrail bu iş için bazen ABDyi kullandı, bazen de İranı Şu anda Kuzey Irakta Araplarla mücadele edebilecek seviyeye gelmiş bulunan Kürt hareketi ve mevcut olan fiilî Kürt devleti İsrailin ürünüdür. Peşmergelerin eğitimini Adan Zye İsrail üstlenmiştir. Bunun bilmeyen yoktur.
İkincisi ise, derin devlet yetkililerinin, laikliği öne çıkarıp PKK ile mücadeleyi ikinci sıraya koymalarıydı. 1980lerde derin devlet bütün varlığıyla, İranın şeriatı ihraç etme tehlikesine karşı önlem almaya çalışırken İran, PKK ve Türkiye içindeki diğer terör örgütlerine her türlü desteği sağlamaya çalıştı.
Paralel yapı denilen örgüt, İslamcıların karşısında konumlandırıldıysa da, devletin avucunda kalmadı. Ancak örgüt açısından da olaylar karmaşık hale geldi. Çünkü devletle ve hükümetle cedelleşmek cemaatin Felsefî ve ahlakî yapısına uygun olmadığı halde erkenden bir kalkışma başlatmak zorunda kaldılar. Belki de bu örgütün Türk halkına anlatamayacağı en belirgin hataları, İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyen bir siyaset takip etmeleriydi. Helen son zamanlarda Ak Partinin yanında yer alanları Yezîdin yanında yer alanlar şeklinde tavsif etmeleri ve Resûlüllahın (s) karikatürlerini sayfalarına taşıyan Cumhuriyete Arkanızdayız mesajını göndermeleri, ancak akıl tutulmasıyla izah edilebilir.
PKK açısından en büyük tesellimiz, çözüm sürecine girilmiş olmasıdır. Çünkü Kürtlerle Türklerin tek çareleri barıştır. Barış süreci 30 yıl önce yaşanmalıydı. Devletin ırkçı politikalara sahip olması vatandaşları birbirine düşürdü. Artık bu kirli, dolambaçlı ve düşmanlarımızın iştahını kabartan savaştan kurtulmalıyız. Ben şahsen barış adına iyi umutlar besliyorum. Hem Türklerin hem de Kürtlerin geleceğe daha güvenli bakmaları için bu fırsatın kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu topraklarda hep birlikte kardeşçe barış içinde yaşayabiliriz.
Paralel yapıya gelince, cemaat mensupları kendilerine yakıştırılan Paralel Yapı suçlamasını şiddetle reddediyorlar. Biz Allah rızası için ve ülkenin daha kaliteli insanlardan oluşması için çaba sarf eden bir camiayız. Bizim örgütle, şunla bunla hiçbir alakamız yoktur. Meydana gelen bütün holding, okul, üniversite, dershane ve şirketlerimiz, hizmet etme konusunda gönüllü olarak birbirileriyle yarışan insanların desteğiyle kurulmuş kurumlardır diyorlar.
Fakat medyaları ve medyayı takip eden elemanları aynı dili kullanmıyorlar. En aşırı ve saldırgan bir partiden daha fazla particilik yapıyorlar. Telefon dinlemelerinde içeri atılanları savunuyorlar. Dershanelerin kapatılması meselesinden önceki güzel ahlakları gitmiş, şu anda son derece sert, tehditkâr ve yıkıcı bir dile sahip olmuşlar ve hiç kimseye güven duymuyorlar. Hoca da, her sohbetinde iğneli hatta çuvaldızlı konuşmaya devam ediyor.
28 Şubat sürecinin aktörleri, Biz bu gurubu İslamcılara karşı kullanabiliriz varsayımıyla o zaman onlara göz yumdular. Fakat derinlikte kimin kimi kullanacağı belli olmaz. Siz bir örgütü kullandığınızı sanırsınız, ama asıl o sizi kullanabilir. Nitekim Fuat Avnînin tvitlerinden anlaşıldığına göre, sırtını uluslar arası güç dengelerine dayayan bu yapı solcuları hem tehdit ediyor, hem de kullanıyorlar.
Acaba gittikçe halktan kopan bu örgütün hakla bütünleşip hükümetten özür dilemesi mümkün mü? En büyük temennim, bunların en kısa zamanda dönüş yapıp devletten ve hükümetten özür dilemeleridir. O zaman eskiden olduğu gibi halk da onlara güven duyar. Çünkü cemaatin bu konudaki kültürel birikimi yeterlidir. Fuat Avni gibilerin yönlendirmesi ve tehditleri olmazsa birçok insanın bu taraklarda bezleri yoktur, diyebilirim. Ancak maalesef, eskiden tanıştığım ve görüştüğüm tüm elemanlar, Yakında görürsünüz diyerek tehditkâr bir dil kullanmaya devam ediyorlar.