Cuma Hutbesi; Helake Götüren Haslet: Kibir

Değerli okurlarımız, bugün Cuma Hutbesini sizlere sunuyoruz… Hutbenin konusu; Helake Götüren Haslet: Kibir

Cuma Hutbesi; Helake Götüren Haslet: Kibir

Helake Götüren Haslet: Kibir

Değerli Kardeşlerim!

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bir gün, “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan kimse cennete giremez”buyurdu. Bunun üzerine bir sahabî elbise, ayakkabı ve benzeri eşyalardan hoşlanmanın kibir olup olmayacağını ima eden bir soru sordu. Bu soruya Efendimiz şöyle cevap verdi:

-“Şüphesiz ki Allah güzeldir, güzelliği sever. Gerçek anlamda kibir, hakkı inkâr etmek ve insanları hakir görmektir.”[1]

Şefkat Peygamberi, bu sözleriyle gerek insanlara gerekse Rabbimize karşı vazifemizi bilmemiz ve her daim kulluk bilinci ile hareket etmemiz gerektiğini öğretiyordu.

Kardeşlerim!

Yüce dinimiz fıtrata aykırı, insana yakışmayacak, izzet ve onuru zedeleyecek her türlü huy ve davranışı yasaklamıştır. İşte bunlardan biri de kibirdir. Kibir, kişi­nin kendini üstün görmesi ve bu duyguy­la başkalarını aşağılayıcı davranışlarda bulunması demektir.[2]

Kibir insanın kalbini mühürler, kalbin mühürlenmesi neticesinde ise insan eğriyi doğrudan, hakkı batıldan ayıramaz. Bütün bunlar  kişiyi bir yandan cennetten uzaklaştırırken bir yandan da cehenneme yaklaştırır. Zira Allah Resûlü (s.a.v) buyuruyor ki: “Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan kimse cennete giremez.”[3]Allah Resûlü’nün (s.a.v) bu sözü adeta kibir tohumunun atıldığı yerin kalp olduğunu ve kibirli kimselerin kalbinin mühürlenmesinin hikmetini ortaya koymaktadır.

Kardeşlerim!

Kibrin ilk temsilcisi şeytan olmuştur. Yüce Rabbimiz, Âdem (a.s.)’i yarattığında, meleklerden O’na secde etmelerini istemişti. Melekler bu emri tereddütsüz yerine getirdikleri halde, kendisinin ateşten yaratılmasını üstünlük vesilesi sanan İblis, kibrinin esiri olmuş ve Allah’ın bu emrine isyan etmişti.[4]

Başta Peygamberimiz olmak üzere bütün güzel huyların ilk temsilcileri olan peygamberler ise insanlığa kibre karşı alçak gönüllülüğü, katı kalpliliğe karşı şefkat ve merhameti, kin ve nefrete karşı sevgi ve şefkati öğretmişlerdir. Bu öğretileri kabul eden ve onlara sadık kalan müminler kibir ve gurur hastalığına düşmekten kendilerini korumuşlardır. Bu kutlu yolu bırakıp şeytanın yolunu tercih edenler ise kibir girdabına kapılarak kendilerine yazık etmişlerdir.

Şeytan ve yandaşları her zaman, küçük iddiaların peşinde koşarak sözde büyük adamlar olmayı vaat etmişlerdir. Peygamberler ve onların yolundan gidenler ise büyük iddiaların mütevazı savunucuları olmak gerektiğini insanlara öğütlemişlerdir. Bu öğüt, Kur’an-ı Kerim’de Lokman (a.s.)’ın oğluna yaptığı hikmetli bir baba nasihati şeklinde insanlığa şöyle sunulmuştur: “Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah, kendini beğenmiş övünüp duran kimseleri asla sevmez.”[5]

Kıymetli Kardeşlerim!

Hepimiz insanız. Ne kadar geniş imkânlara sahip olursak olalım, Kur’an’ın ifadesiyle, ne yeri yarabilecek bir kuvvete, ne de dağlarla boy ölçüşecek bir kudrete sahibiz.[6] Bizler, övülmekten hiç hoşlanmayan, kendisine “Allah’ın kulu ve rasûlü” denmesini isteyen[7]bir Peygamberin ümmetiyiz. O Peygamber ki karşısında konuşurken titreyen bir adama; “Rahat ol. Ben kral değilim. Ben güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum.”[8] diyerek tevazunun en güzel örneğini sergilemiştir. Aynı zamanda O, “Allah için tevazu gösterenin, Allah derecesini yükseltir.”[9] sözüyle mütevaziliği kendisine şiar edinenleri müjdelemiştir.

O halde geliniz kardeşlerim; Rabbimizin birer lütfu olan servet, makam, mevki, rütbe, unvan gibi nimetleri kibir değil şükür vesilesi sayalım ve bu nimetlerin gerçek sahibine şükredelim. Unutmayalım, kibir afet, tevazu ise rahmettir. Hutbemi şu veciz mısralarla bitirmek istiyorum:

Mala mülke olma mağrur; Deme var mı ben gibi!

Bir muhalif yel eser; Savurur harman gibi.



[1]Müslim, Îmân, 147.

[2] DİA, “Kibir” Maddesi, c. 25, s. .

[3] Müslim, İman 147.

[4] Bakara, 2/34; A’râf, 7/11-12; İsrâ, 17/61-62; Kehf, 18/50; Tâhâ, 20/116-122; Sa’d, 38/71-76.

[5]Lokman,31/18.

[6]İsrâ,17/37.

[7]Buhârî, KitâbuEhâdîsi’l-Enbiyâ, bâb 47, hadis no 3445.

[8]İbn-i Mâce, Sünen, Kitâbü’l-Et’ime, bâb 30, hadis no 3312.

[9] Müslim, Birr, 69.

Hazırlayan: İl Hutbe Komisyonu