Coşkun; 2012 Kötü bir anı olarak geride kalmıştır

Eğitim-Bir-Sen Şanlıurfa Şubesi Başkanı İbrahim Coşkun, "Yaz Tatilini verimli değerlendirmek için veliler, öğrenci başarısını sadece karne notları ile ölçme hatasına düşmemelidir.

Coşkun; 2012 Kötü bir anı olarak geride kalmıştır
Öğrencilerin yaz tatillerini verimli geçirmeleri, tüm vakitlerini bilgisayar oyunları ve internet başında geçirmekten kaçınmaları, Kur’an kursları ve yaz spor okulları gibi ruhsal ve fiziksel olgunluğa erişmelerini saplayıcı eğlenceli etkinliklerle vakitlerini geçirmeleri konusunda ebeveynlere büyük görevler düşmektedir" dedi.

Coşkun Sendika binasında yapmış olduğu basın açıklamasında şunları kaydetti, “2011-2012 eğitim-öğretim yılı, eğitim camiası açısından sıkıntılı geçmiş, siyasilerin öğretmenleri yaralayan sözlerinin gölgesinde kalmış ve eğitimcilerin dimağında kalıcı bir yara izi bırakarak, geride kalmıştır.


Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitimde dönüşüm, yeni paradigma arayışları, vesayeti deşifre etme, sivilleşme, Milli Güvenlik Dersi’ni kaldırma, 4+4+4 kesintili eğitim gibi, 28 Şubat döneminin dayattığı jakoben, devletçi, bürokratik oligarşinin emrinden milleti kurtarıp Milli Eğitim Şura kararlarını hayata geçirmesi, önem verdiğimiz ve desteklediğimiz çalışmalar olmuştur. Ancak, gerek Bakan Ömer Dinçer’in gerekse Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın son dönemde öğretmenlerle ilgili söylem ve tavırları, şimdiye kadar yapılan bütün güzel çalışmaları gölgelemiş ve eğitim camiasını derinden üzmüştür” dedi.

Coşkun açıklamasına şu şekilde devam etti, “Yapılan açıklamalar, eğitim camiasının itibarsızlaştırılmasına, daha verimli olabilmesi için sorunlarından arındırılmış bir şekilde işinin başına gitmesi gereken öğretmenlerin moral ve motivasyonunu bozmaktan başka bir işe yaramamıştır.

Toplu sözleşme sürecine de gölgesini düşüren bu yaklaşım karşısında eğitim camiası, Sayın Başbakan’dan öncelikle öğretmenlik mesleğinin ve öğretmenin hakkını teslim edecek bir açıklama beklemektedir. Üzülerek ifade edilmelidir ki, Sayın Başbakan’ın bu söyleminin arkasında Milli Eğitim Bakanı’nın, öğretmenleri çalışmadan maaş alan bankamatik memurları olarak gören zihniyetinin izleri sezilmektedir. Bakan’ın öğretmenler hakkındaki olumsuz kanaat ve söyleminin Başbakan’da yansıma bulması, diğer süreçlerde olduğu gibi toplu sözleşme sürecinde de öğretmenlerin kendi bakanı ve bakanlığı tarafından desteksiz ve sahipsiz bırakılmasına neden olmuştur. Atama ve yer değiştirme işlemleri, ek ödeme vb. pek çok konuda olduğu gibi, toplu sözleşme süresinde de öğretmenler bakanlarını yanlarında görememişlerdir.


‘Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum’, ‘Ya öğrenen ol ya öğreten ol ya da bunları seven ol; dördüncüsü olma, helak olursun’ düsturları önümüzde dururken, bu ülkenin en önemli sorunu eğitim olmasına rağmen, sorunun çözümünde lokomotifin öğretmen olduğu ve öğretmenine sahip çıkmayan bir toplumun asla ayakta duramayacağı gerçeğinin görülememesi, akıl tutulmasından başka bir şey değildir.

Eğitim yönetiminin görevi ve eğitime yapılan yatırımların amacı; öğretmenin önündeki engelleri ve ortaya çıkan problemleri kaldırmak, işi kolaylaştırmak ve verilen eğitiminin niteliğini artıracak adımları ortaya koymaktır. Eğitimin kalitesi, öğretmenin moral ve değeri kadardır. Ömrünü, kötülüklerin anası olan cehaletle mücadeleye adayan, işi ‘insan’ olan eğitimin temel unsuru öğretmenlerimize yapılan haksızlıklara sessiz kalmamız mümkün değildir.



‘Öğretmenlik kutsal meslektir, fedakârlık işidir’ söyleminin ötesine geçmeyen bakış değişmeli; Türkiye’nin en önemli sorunlarının başında gelen eğitimin temel unsuru geleceğimizin mimarı öğretmenlere hak ettikleri ücretin verilmesi gerektiği gerçeğinin farkına artık herkes varmalıdır.



Ayrıca Coşkun yaşanan sıkıntıları şöyle sıraladı;

666 sayılı KHK Sonrası Ortaya Çıkan Ücret Adaletsizliği

Öğretmenlik mesleğinin tatmin edici ücret seviyelerinde bulunmaması nedeniyle artık tercih edilmediği, mesleğin gereği gibi bir hayat tarzı sağlamaktan uzak düşük ücretler nedeniyle öğretmenlerin toplumsal statülerinin düşük olduğu, öğretmenlerin var olan ekonomik sıkıntılardan dolayı kendilerini mesleki gelişimlerine veremedikleri aşikârdır.

1924 yılında hükümetin çağrısı ile Türkiye’ye gelen Amerikalı eğitimci Dewey, öğretmen maaşlarını “Türk maarifinin merkezî meselesi” görmüş ve ısrarla öğretmenlerin refaha kavuşturulmasını tavsiye etmiştir. Dewey, raporunda, mesleğine çok düşkün öğretmenlerin bile bütün fikirlerini ve kalplerini okula veremediklerini, ailelerini geçindirmek ve borçlarını ödemekle çok meşgul olduklarını, bu nedenle de eğitimin sorunlarına karşı ilgi duymak, kendi meslekî seviyelerini yükseltmek gibi çabaların ikinci plânda kaldığını belirtmiştir. 1925’te Türkiye’ye gelen Alman eğitimci Kühne de, öğretmen maaşlarının az olmasını “büyük bir tehlike” olarak görmüş, yaşam koşulları ile öğretmen ücretleri arasında denge kurulmasını önermiştir. O tarihlerden bugüne, bu sorunların, kısmen iyileştirmeler sağlanmış olsa da, halen devam ettiği rahatlıkla söylenebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarından bugüne kadar öğretmen ücretlerinin iyileştirilmesi gerektiğine ilişkin birçok vaatte bulunulmuş, buna karşın öğretmen ücretlerinde beklenen gelişme sağlanamamıştır. Öğretmenlerin her yıl alım gücünün düştüğü görülmektedir.


666 sayılı KHK’da öğretmenlerin ek ödeme oranlarında artış öngörülmemesinin, ücretlerinde herhangi bir artış sağlanamamasının yanı sıra, Bakanlık içinde hiyerarşik dengenin ücretler noktasında öğretmenler aleyhine bozulmasını beraberinde getirmiştir. Öğretmen maaşlarında yapılan artışlar genel artış seviyesinin altında kalmış; öğretmenler ile öğretim üyeleri hariç, hemen her kesime verilen ek ödeme artışları gibi, sair ödemelerle hiyerarşik denge bozulmuştur. Daire/grup başkanı ve daha üst unvanlı yönetim kademelerinde görev yapan Milli Eğitim Bakanlığı personelinin ücretlerinde ek ödeme oranında yapılan değişikliğe bağlı olarak gerçekleşen artış dikkate alındığında, öğretmenlerin Milli Eğitim Bakanlığı’nda görev yapan kamu görevlileri arasında 666 sayılı KHK ile ne kadar mağdur edildiği daha net şekilde ortaya çıkmaktadır. Sadece bu emsalden hareketle kurum içi ücret dengesinin bozulduğu ve bunun da öğretmenlik mesleğine bağlılık ve mesleki gelişimi engelleyeceği, üniversite mezunu eğitimli insanların öğretmenlik mesleğini tercih etmekten soğutacağı açıktır.

Bu noktada ortaya çıkan ücret dengesizliği ve adaletsizliğin kısmen dahi olsa giderilebilmesi babında ek ders usul ve esasları yeniden düzenlenmeli, ek ders konusundaki adaletsizlikler giderilerek ek ders ücretlerinin tatminkâr bir seviyeye çıkarılması sağlanmalıdır.



4+4+4 Eğitim Sistemi Değişikliği

6287 sayılı Kanun’la getirilen 4+4+4 eğitim sistemi, kanunda, 6-14 olan zorunlu ilköğretim çağı, 6-13 yaş olarak değiştirilmiştir. İlköğretime başlangıç yaşıyla ilgili bir değişiklik yapılmamış olmakla birlikte Bakanlık tarafından yayınlanan genelgeden hareketle 60-66 ay arası çocukların velilerinin talepleri üzerine 66 ayını tamamlamış çocukların ise zorunlu olarak ilkokulların birinci sınıflarına kaydının yapılacağı anlaşılmıştır. Ancak, bu çağdaki çocukların eğitimlerine yönelik olarak mevcut birinci sınıf müfredatının uygulanması mümkün olmayıp bu husus Bakanlıkça da dile getirilmesine rağmen bu zamana kadar kamuoyunun bilgisine sunulmuş bir müfredat değişikliği mevcut değildir. Bu konuda bir çalışma varsa, eğitim sisteminin en önemli bileşenleri olan sendikaların bu sürecin dışında tutulmasının izahı da mümkün değildir. Aynı şekilde, ilkokul birinci sınıflarında eğitime başlayacak bu çocuklarımıza verilecek eğitimin mevcut müfredat kapsamında verilemeyeceği açık olmasına karşın, yeni müfredat hazırlanmadığı gibi, bu yıl ilkokul birinci sınıflarını okutacak sınıf öğretmenlerinin bu konuda meslek içi eğitime tabi tutulmalarını gerektireceği açıktır. Buna rağmen bu konuda bir eğitim takviminin açıklanmamış olması, bu öğretmenlerin yaz tatilleri devam ederken ya da okulların açılmasına kısa bir süre kala alelacele hizmetiçi eğitime alınmaları ihtimalini ortaya çıkarmaktadır.


Yine ilköğretim okullarının ilkokul ve ortaokul olarak ayrılması öngörülmekle birlikte bu konuda herhangi bir hazırlık/planlama yapılmış olsa bile, sendikaların görüş ve önerileri alınmadığı gibi, okulların ayrılıp ayrılmayacağı, ayrılacaksa hangi esaslara göre nasıl bir ayrıştırma yapılacağı da hala meçhuldür. Bu durum, özellikle kayıt zamanına denk gelmesi nedeniyle, okula kayıtları olumsuz etkilemiş, çocukları okula kayıt çağına erişmiş veliler hangi okullara kayıt yaptıracaklarını bilemez hale gelmiştir.

Yeni sistemle birlikte bağımsız ilkokul veya ortaokula dönüştürülecek olan ilköğretim kurumlarında halen yöneticilik yapanların kazanılmış hakları korunmalıdır. Bu sistem kapsamında, ilkokul ve ortaokulların birlikte olduğu okullarda ilkokul ve ortaokul, ortaokul ve lisenin birlikte olduğu okullarda ortaokul ve lise için ayrı eğitim kurumu yöneticileri atanmalıdır. Eğitim kurumu yöneticilerinin 6 saat derse girme zorunluluğu kaldırılmalı, ‘6 saate kadar derse girme’ yükümlülüğü öngörülmelidir.

Eğitim kurumu yöneticilerinin, okul çevresi ve özellikle de öğrenci velileriyle karşı karşıya kalmasına neden olan bağış ve aidat gibi uygulamaları sona erdirecek şekilde, bütün eğitim kurumlarına, giderleriyle ilgili ödenek aktarılmalı; kayıt dönemlerinde bağış alınmasını yasaklayan Bakanlık genelgesinin eğitim denetçileri ve denetmenlerince amaç dışı kullanılması engellenmelidir.



Atama ve Yer Değiştirme Hakları

Özür grubuna bağlı yer değiştirmeleri düzenleyen Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği’nin ilgili hükümleri Danıştay tarafından verilen kararlar doğrultusunda şekillenmiş olup, gerek anayasa gerekse yargı kararları ile nihai halini almış ve genel yarar ilkesinden hareketle gerek eğitim-öğretim hizmeti sunucularının gerekse bu hizmeti alanların ortak yarar ve haklarını dengelemek suretiyle 652 sayılı KHK’ya kadar uygulanagelmiştir. 652 sayılı KHK sonrası ortaya çıkan mevcut durumda öğretmenler atama ve yer değiştirme işlemlerine yönelik talepleri ile aile ve özel hayatına ilişkin planları arasında KHK hükümleri doğrultusunda denge kurmakta zorlanmakta ve evlilik planlarından eğitimlerine devam etmeye kadar hayatlarındaki pek çok olayı bu hükümlere göre gerçekleştirmektedir.

Eş durumu özrüne bağlı yer değiştirmelerin yılın sadece tek bir dönemine münhasır kılınması, kişilerin evliliklerini bir yıl süresince ertelemelerine ya da parçalanmış ailelerin varlığına neden olacaktır. Bu durumun öğretmenlerin mesleki gelişim ve performanslarına yapacağı olumsuz etki izahtan varestedir.

Sağlık durumu özrüne bağlı yer değiştirmelerin yılın sadece tek bir dönemi ile sınırlandırılması, sağlık durumu sebebiyle tedavi olmak için görev yaptığı ilin dışına sık sık çıkması gereken ya da sürekli olarak tedavisinin yapılacağı ilde ikamet etme zorunluluğu getiren hallerde kişileri, sağlık sebebiyle işleri/meslekleri ile sağlıkları arasında bir tercih yapmaya, nihayetinde tedavi zorunluluğu nedeniyle kişinin işinden ayrılmak zorunda kalmasına sebebiyet verecektir.


Yine genel ve özel hayatı etkileyen nedenlere bağlı yer değiştirmelerin yılın sadece bir döneminde yapılması, kişisel güvenliği tehdit altında olan veya vücut bütünlüğü ya da malvarlığı tehdit altında olan kişilerin güvenlikleri ile işleri/meslekleri arasında tercih yapmaya zorlanmalarına yol açacak, sonuçta telafisi imkânsız zararlar doğacaktır.


Ekim 2010 tarihli Kurum İdari Kurulu’nda alınan, “Öğretmenlerin, özür durumuna bağlı atama ve yer değiştirmelerinde il emri uygulamasının yapılabilmesi için Öğretmen Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinde gerekli değişiklik çalışmalarının başlatılması” kararı hayata geçirilmelidir.

657 sayılı Kanun’un 73. maddesinde yer alan karşılıklı yer değiştirme hakkı, Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği’nde bu yönde bir hüküm yer alamadığı gerekçesi ile kamu çalışanlarının mahrum bırakılması, bu hüküm ile bertaraf edilmektedir.


Bu itibarla, Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde özür durumuna bağlı yer değişikliği başvurularında, atamaya esas hizmet süresinin hesaplanmasında 30 Eylül tarihi baz alınmalı; yönetmelik hükümleri çerçevesinde özür durumuna bağlı yer değişikliklerinde, eş durumu ve öğrenim durumu nedeniyle özür grubu yer değiştirmeleri, Şubat ve Ağustos aylarında olmak üzere, yılda en az iki kez; sağlık durumu, genel ve özel hayatı etkileyen sebepler nedeniyle özür grubu yer değiştirmeleri ise süre şartına bağlanmaksızın gerçekleştirilebilmeli; özür grubuna bağlı yer değiştirme suretiyle talep ettikleri eğitim kurumlarına atamaları yapılamayan öğretmenler, istekleri dikkate alınarak yer değiştirme suretiyle atanmak istedikleri il emrine atanabilmeli ve öğretmenler başta olmak üzere aynı koşulları ve hizmet niteliklerini taşıyan aynı sınıfa mensup çalışanlardan başka yerlerde bulunanlar, karşılıklı olarak yer değiştirmek suretiyle atanmalarını isteyebilmelidir.



Öğretmenlerin İl İçi ve İl Dışı Yer Değişikliği Sıkıntıları

2012 yılı isteğe bağlı il içi ve iller arası yer değiştirme duyurularının yönetmelik hükümlerine göre en geç 15-25 Mayıs 2012 tarihine kadar Bakanlığın internet sayfasında yayınlanması, il içinde yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenlerin başvurularının da Mayıs ayı içinde alınması gerekirken, şu ana kadar il içi ve iller arası yer değiştirmelerle ilgili herhangi bir açıklama, duyuru veya atama takvimi yayınlanmamıştır.

Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği hükümlerine rağmen yaşanan bu belirsizlik, il içi ve il dışı yer değiştirmek isteyen öğretmenleri tedirgin etmiştir. Bugüne kadar Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmenlerin özür durumuna bağlı yer değişikliği hususundaki duyarsızlığı ve yaşattığı mağduriyetler ortadayken, yeni mağduriyetlere sebebiyet vermemek için il içi ve il dışı yer değiştirme işlemlerinin bir an evvel tamamlanması gerekmektedir.



Memur ve Hizmetlilerin Atama ve Yer Değişikliği İşlemleri İçin Düzenleme

Milli Eğitim Bakanlığı Personeli Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliği Taslağı konusunda çalışmalar tamamlanmış olmasına rağmen söz konusu hukuki düzenleme bugüne kadar yürürlüğe konulamamıştır. Bu durum, öğretmen dışındaki Bakanlık personelinin atama ve yer değiştirme işlemlerinin objektif kriterlerden uzak, suistimallere, adaletsizliklere ve hak kayıplarına neden olacak şekilde gerçekleştirilmesine yol açmaktadır. Söz konusu düzenleme ivedilikle hayata geçirilmelidir.



Unvan Değişikliği Sınavı

14 Ağustos 2011’de yapılacağı açıklanan ‘Unvan Değişikliği Sınavı’nın, Milli Eğitim Bakanlığı Personeli Görevde Yükselme ve Unvan Değişikliği Yönetmeliği’nde yeni bir düzenleme yapılması gerektiğinden ve başvuru tarihi itibarı ile son sınıf öğrencisi olup başvuruda bulunamayanların da mağduriyetlerinin giderilmesi amaçlandığından, ileri bir tarihe ertelendiği belirtildiği halde akabinde sınav iptal edilmiştir. İki yıldan uzun bir süredir zaten yapılamayan sınavın önce ertelenmesi, akabinde iptali, Bakanlığın personel yönetiminde ve personelle ilgili işlem sürecinde yetersizliklerinin had safhaya ulaştığını ortaya koymaktadır. Mesleki gelişme ve kariyer imkânları, görevde yükselme ve unvan değişikliği sınavlarının işlevsiz hale getirilmesiyle hakkı elinden alınan personelden verim beklemek bir yana, yetenekli personeli diğer kamu kurum ve kuruluşlarına gitmenin yollarını aramaya iteceği de şüphesizdir.



Öğretmen İhtiyacı ve Ücretli Öğretmenlik

Bakanlık, öğretmen atama konusunu nihai çözüme kavuşturacak kısa, orta ve uzun vadeli bir planlama silsilesi yaparak, kamuoyuna deklare etmeli; bu suretle hem atama bekleyen yaklaşık 300 bin öğretmeni hem de üniversite tercihinde bulunacak ve halen eğitim ve fen-edebiyat fakültelerinde okuyan öğretmen adaylarının gelecek endişelerini gidermelidir.

Yaklaşık 150 bin öğretmen açığı mevcutken, bu açığı kapacak kadro tahsisi yapılmamakta, öğretmen açığı ücretli/vekil öğretmenlerle giderilmeye çalışılmaktadır. Ataması yapılmayan öğretmenlerin kadrolu atanma taleplerine duyarsız kalınmamalı ve yeni öğretmen alımı için bir an önce takvim ilan edilmeli ve derslikler, ücretli öğretmenler yerine ataması yapılmayan öğretmenlerle buluşturulmalıdır.