CHP, CEMAAT, AKREP VE KAPLUMBAĞA

CHP, CEMAAT, AKREP VE KAPLUMBAĞA

CHP karıştı, karışacak… Ağır toplar yavaş yavaş konuşmaya başlıyorlar. Sayın Kılıçdaroğlu’nun partide bir ağırlığının olmadığı güç geçtikçe belirgin hale geliyor. Dolayısıyla 30 Mart seçimlerinden sonra kendisine “Partide yetkileri gasp eden Adam” gözüyle bakılacağı muhakkaktır. İşte ulusalcı iki hanım milletvekilinin seçimler hakkındaki konuşmaları ve işte Baykal’ın son çıkışı… Bunların arkası gelecektir? Muhtemelen Kılıçdaroğlu’na yumruk attırmak da, parti içinde Klıçdaroğlu’nun moralini iyice bozmak isteyen muhalif bir ekibin marifeti…

Neyse… Bunlar bizi ilgilendirmez. Ama asıl bizi ilgilendiren CHP’nin dindarlara yanaşmaya çalışması ve dini siyasete alet etmesidir. Maalesef Zaman Yazarı Ali Ünal’ın sözlerine baktığımızda tahminimizde yanılmadığımızı anlıyoruz. Anlıyoruz ki, CHP ile cemaat arasında ciddi bir dayanışma söz konusu…

Ünal, geçen gün Zaman’da yer alan ve tabilerine moral pompalayan “Hizmet için Hep Zafer” başlıklı yazısında cemaatin CHP’ye verdiği desteği itiraf ederken skandal ifadeler de kullandı. Ünal “Cenab-ı Allah (c.c.), bu defa sol tabana, Hizmet Hareketi’nin insanları kesinlikle siyaset temelinde değerlendirmediğini gösterdi.” diyor ve CHP için oy toplamanın aslında bir tanışma serüveni olduğunu ve bundan sonra da ilişkilerin devam edeceğini ima ediyor.

Seçimler öncesinde CHP’yi desteklediğini inkâr eden bu grup, sola verdiği desteği Ali Ünal’ın skandal ifadeler içeren yazısıyla itiraf etmiş oldu. Ünal, cemaatin bugüne kadar çıkarları doğrultusunda hareket ederek bir dönem Özal’ı bir dönem Erdoğan’ı desteklediğini ifade ederek sola olan mesafelerinin, 30 Mart seçimlerinde CHPyi desteklemekle bugün ortadan kalktığını belirtti.

Ünal yazısında, öyle gözü kara ve pervasızca ifadeler kullanıyor ki, bu defa CHP’den yana yaptıkları tercihleri dini bir kılıfa da koymaya çalışıyor. Yukarıdaki sözünü tekrar yazıyorum:  “Cenab-ı Allah (c.c.), bu defa sol tabana, Hizmet Hareketi’nin insanları kesinlikle siyaset temelinde değerlendirmediğini gösterdi

Aslında bu söz bugüne kadar söylenen bütün metinleri şerhediyor.

CHP yöneticileri cemaatle olan yakın işbirliklerini inkâr bile etseler, Kılıçdaroğlu “Adamlar bizi desteklemek istediklerinde, biz kendilerine neden bizi destekliyorsunuz mu demeliydik?” dese bile, aralarında çok sıkı-fıkı bir dostluğun kurulmuş olduğunu söylemek mümkün… Hatta bu dostluğun temeli Gezi öncesine dayandığını da söyleyebiliriz.  Buna göre,  CHP yöneticilerinin 17 ve 25 Aralık darbe operasyonlarından haberleri de vardı. Çünkü Kılıçdaroğlu ABD’den döner dönmez, yani 17 Aralıktan hemen önce yolsuzluğun diz boyu olduğundan bahsetmeye başladı… Tıpkı Dış İşleri Bankalığına ait görüşme kayıtlarının deşifre edilmesinden bir hafta önce Kılıçdaroğlu’nun “Sağlam bir kaynaktan haber aldım; hükümet Süleyman Şah türbesine saldırı bahanesiyle Suriye’ye asker çıkaracaktır.” demesi gibi…

Acaba bu dostluk ne kadar sürecek? İsterseniz Hz. Mevlana’dan bir öyküyle cevaplayalım bu soruyu…

Bir gün ormanda, bir akrep ile bir kaplumbağa, önce arkadaş, sonra da dost olmuşlar. İkisi ormanda mutlu-mesut yaşarken, bulundukları bölgede yiyecek kıtlığı baş göstermiş. Bu iki dost-arkadaş, birlikte yaşayabilecekleri, daha kolay yiyecek bulabilecekleri bir yer aramaya karar vermişler. Bu karar doğrultusunda yola koyulmuşlar. Güle oynaya yol aldıktan sonra önlerine birden büyük bir nehir çıkıvermiş. Tabii akrep hüzünlenip boynunu bükmüş. Arkadaşının halini gören kaplumbağa ona, "Ey vefakâr dostum, neden hüzünlendin?" demiş. Akrep; "Ey dostum, seninle yolculuğumuz buraya kadarmış. Buradan sonra yollarımız ayrılıyor. Sen gidersin, senin ardından gözümün yaşı gider. Zor olan da budur.” demiş.

Bu sözleri duyan kaplumbağa, "Neden ayrılacağız ki?" demiş. Akrep; "Dostum, önümüzde akan şu azgın nehri görmüyor musun? Ben bu bedenle bu nehirden nasıl geçeyim ki?" demiş.
Dostunu böyle güç bir durumda yalnız bırakmayı aklından bile geçirmeyen kaplumbağa, "Ettiğin lafa bak! Ben ne güne duruyorum? Biz kötü gün dostu değil miyiz? Atla sırtıma, seni karşıya sağ salim geçireyim.” demiş.

Akrep, kaplumbağanın sırtına atlamış; kaplumbağa da nehrin azgın sularına kendini bırakmış. Tam nehrin ortasına geldiklerinde kaplumbağanın kulağına “tık tık” diye sesler gelmeye başlamış. Önce bu seslere bir anlam veremeyen kaplumbağa, sırtına aldığı dostuna seslenerek, "Kulağıma tuhaf sesler geliyor, sen de bu sesleri duyuyor musun?" diye sormuş. Akrep; "Evet. Duyuyorum, o ses benden geliyor, seni iğnemle sokmaya çalışıyorum." demiş.

Tam anlamıyla dünyası başına yıkılan kaplumbağa, akrebe, "Biz seninle dost değil miydik? Bak ben sana karşı dostluk görevimi yerine getiriyorum ve seni karşı kıyıya sırtımda taşıyorum?" demiş. Akrep ise, "Evet dostum, sen yaradılışın gereği dostun için yapman gerekeni yapıyorsun, ama benim yaradılışım da bunu gerektiriyor. Ben yaradılışım gereği her fırsatta iğnemi başkalarına batırırım, kusura bakma!" demiş.

Bunun üzerine kaplumbağa acı bir gülümseme ile akrebe, "Eyy, ahmak, sen o küçücük iğneyle bana zarar verebileceğini düşünerek, ne kadar akılsız olduğunu gösterdin!" demiş ve nehrin azgın sularına dalarak, akrebin boğulmasını sağlamış...