Cübbeli Ahmet Hoca ve misyon adamlığı!
Cübbeli Ahmet Hoca ve misyon adamlığı! başlığıyla Vakit Gazetesi Yazarı 'Hasan Karakaya' yazdı:
Biliyorsunuz, hep söylüyorum;
“İmamın sarığı beyazdır,
Leke götürmez!”
Ve yine hep söylüyorum;
Kendince bir “söylem” tutturmuşsan, yani “diskur” çekiyorsan, kesinlikle ama kesinlikle “uçkur” işlerine girmeyeceksin!..
Ya “diskur”dan vazgeçeceksin,
Ya da “uçkur”dan!..
İllâ da “uçkur” derdin varsa,
“Harama uçkur çözmeyecek”sin!..
Evinde “nikâhlı eş”in dururken, kalkıp da “aşüfte”lerle iş tutmayacaksın!..
“Hem ağlarım, hem giderim” diyen gelinler gibi; hem “diskur” çeker, hem de “uçkur” çözmeye devam edersen, bir gün “tonga”ya düşürürler ve ele-güne rezil olursun!..
CÜBBELİ’YE İSNAD EDİLEN SUÇ!
Bu “girizgâh”tan sonra, nereye geleceğimi herhalde tahmin ettiniz.
Evet, Cübbeli Ahmet Hoca olayına geleceğim...
Ama, öncelikle söyleyeyim; “yürüyen bir soruşturma” olduğu ve hele hele, “gizlilik” kararı alınıp, “yayın yasağı” konulduğu için “ayrıntı”lara girmeyeceğim...
Malûm, Cübbeli Ahmet Hoca tutuklandı ve Metris Cezaevi’ne konuldu.
“Tutuklama gerekçesi” şu:
“Tehdit!.. Mafya ile ilişki!.. Şantaj!.. İnsan ticareti!.. Fuhuşa aracılık etmek!”
Bu suçlamalardan dolayı, “18 yıla kadar hapis” cezasıyla yargılanacak!..
Benim, bu olayda anlayamadığım taraf şu: Cübbeli Ahmet Hoca, madem ki “Tehdit!.. Mafya ile ilişki!.. Şantaj”la suçlanıyor, o halde “Karagümrük Çetesi”nin lideri olduğu iddia edilen Nejat Ergin serbest bırakılırken, Cübbeli Hoca, niye içeride?..
Bunun, herhalde makul bir cevabı vardır... Kaldı ki, “Hoca” ile ilgili başka suçlamalar da bulunuyor.
Yani, “fuhuş” suçlaması!..
Yaptı mı, yapmadı mı?..
KASET İÇİN “İFTİRA” DEMİŞTİ
Biraz geriye gidelim...
Malûm, Cübbeli Hoca’nın “fuhuş yaptığı”na ve elde “kasetler” bulunduğuna dair iddialar, tam bir yıl önce gündeme gelmiş ve “Hoca” da; 27 Aralık 2010’da Habertürk ekranlarına çıkıp, Yiğit Bulut’un “Sansürsüz” programında demişti ki;
“Benimle uğraşanlara şaşıyorum. Bir korumam mı var, silahım mı var?.. Neler uydurdular. Kaset varmış, beni zorla televizyona çıkarıyorlarmış... Ben inandığımı konuşurum. Benim derin yerlerle ne alakâm var! Bunlardan uzun yıllar çekmedik mi?.. 28 Şubat’ın en büyük mağdurlarından biriyim ama şimdi bunları konuşmanın gereği yok...
Hakkımdaki kasetler montajdır... Bunun adı kalleşliktir!.. İftiralar geri tepmiş ve bana olan sevgi artmıştır!.. Bu iddialar bir şahıs işi değil, organize güç olmadan bunlar yapılamaz!.. Bana yönelik yeni komplolar da düzenlenebilir!..
Ben bu doğruları söylemeye devam edersem, neymiş daha başka şeyler çıkaracaklarmış... Erkek erkeğe ilişki, birkaç kadınla ilişki... Biz savcılığa başvurumuzu yaptık. Gelen telefonlar ve haberlere göre... Kimin yaptığı çıkarsa o zaman bakalım onların hali ne olacak?”
Hoca’nın ekranda yaptığı bu “savunma”ya inanan oldu, inanmayan oldu... Kimi “Yapmıştır” dedi, kimi “İftira” dedi!..
Olay, kapandı gitti!..
KASET YOKSA NİYE PEŞİNDESİN?
Peki be adam, iddialar doğruysa; “kapanan” bir olayı neden kaşırsın, neden o “kaset”lerin peşine düşersin?.. “Yok” olduğunu iddia ettiğin “kaset”leri ele geçirmek için niye “mafya” ile münasebete geçersin?..
Madem “yok”, bırak ne derlerse desinler!.. “Çiğ” yemediysen, niye karnın ağrıyor?..
Sen, “olmadığını söylediğin kasetler”in peşine düşer ve hele de “Karagümrük Çetesi”yle yetinmeyip, bir de “Sedat Peker’in adamları”nı devreye sokmaya kalkarsan, işte böyle “telefon takibi”ne takılır ve zor durumda kalırsın!..
Bir insanın, ilk önce “kendine güvenmesi” lâzım!.. Herhangi bir “fuhuş işi”ne bulaşmadıysan, yani “alnın ak” ise; bırak, kim ne derse desin!..
Ama, belli ki;
“Çiğ” yemişsin!.. Ya da, bir “tonga”ya düşmüşsün ki, karnın ağrıyor!..
Yoksa;
“İleride, başına daha büyük dertler açacağını düşündüğün o kasetler”in peşine düşmezdin!..
Peki, ne oldu sonunda;
“Kaset”lerin peşine düşerken,
“Tonga”ya düştün!..
Üstelik, “cezaevi”ne de düştün!..
Yine söylüyorum; “yürüyen bir soruşturma” olduğu ve hakkında “gizlilik” kararı alındığı için “ayrıntı”lara giremiyorum.
Zira; özellikle “Ergenekon” ve “yargı” hakkında bugüne kadar yazdığım yazılarda “gizliliği ihlâl” ettiğim iddiasıyla, hakkımda açılmış “tonlarca dâvâ” var.
Her defasında “3-5 duruşma”ya girmekten bıktım, usandım...
Ve de, “haftada 2-3 defa” mahkemeye gitmekten yoruldum.
Eğer, bu soruşturma ile ilgili “ayrıntı”lara girersem, biliyorum ki, yine “gizliliği ihlâl”den dâvâ açılır!..
Onun için, “olayın çetrefillikleri”ni yazamıyorum... Anlayın işte!..
“ÖZGÜR İNSAN” OLACAKSAN!
Sonuç olarak diyeceğim şu:
Bir “misyon” yüklenmişsen, “o misyonun gerektirdiği şekilde” hareket edeceksin!.. Haa, “özgür takılmak” istiyorsan “misyon adamlığı”nı terkedeceksin!..
Her zaman söylerim ya;
“Başörtülü” bir hanım, her nerede olursa olsun, “hâl ve hareket”lerine dikkat etmek, ağzından çıkacak “söz”leri ölçüp-biçerek sarf etmek zorundadır!..
Çünkü o, “sıradan biri” değildir...
Adı, Ayşe veya Fatma da olsa, “tesettür”e bürünmüş olmakla; “adının da üstünde bir kimliğe” bürünmüştür!..
Yani;
Ayşe, Fatma değildir artık...
O, üzerine bir “misyon” yüklenmiş, “başörtülü bir hanım”dır!..
Dolayısıyla;
Sergilediği bir tavır veya ağzından çıkan bir söz, “sadece kendini” değil, “diğer örtülüleri” de bağlar!..
Bir örnek de vermiştim:
Başörtülü bir hanımın; sokakta yürürken ve hele de “cakkada-cukkada” şeklinde “sakız çiğneme özgürlüğü” yoktur!.. “Balon” yapıp patlatması ise, hiç düşünülemez!..
Aynı şekilde;
Herkesin içinde “sigara” içip, dumanını savurma diye bir lüksü de olamaz!..
Haa, hiç mi “sakız” çiğneyemez, hiç mi sigara içemez?..
Hiç mi “kahkaha” atamaz!..
“Diğer hanımlar” ne yapıyorsa, “başörtülü bir hanım”ın da bunları yapmaya elbette hakkı var!..
Ama;
“Sokakta” veya “parkta-bahçede” değil, “ev” ortamında!..
“Sakız” mı çiğneyecek, evinde çiğnesin ve hatta “balon” yapıp, patlatsın!..
“Sigara” mı içecek, kendi “özel ortam”ında içsin!.. “Duman”ını da arzu ettiği gibi savursun havaya!..
“Makyaj” mı yapacak?.. “Saçına şekil” mi verecek?.. Geçsin aynanın karşısına, tatmin etsin “süslenme” duygusunu!..
Ve fakat;
Her ne yapıyorsa, “evinde” yapsın!..
Zira;
Bunları “sokağa” taşıdığı anda, bilmelidir ki, kendisine yönelecek menfî bir “söz” veya “tavır”, onunla sınırlı kalmayacaktır!..
“Örtüye çamur atmak” için fırsat kollayan bir “hazımsız”, aynen şunu diyecektir:
“Şu başörtülülerin yaptığına bak!.. Bunlar, zaten hep böyle!.. Bir de başörtüsü takmış!.. Şuna bak; utanmadan, herkesin içinde sakız patlatıyor!”
Aynı şeyleri, “başı açık” bir hanım yapsa; gayet iyi biliyorum ki; tepkinin hedefi “kitlesel” değil, “bireysel” olacaktır!..
Nihayetinde, “Şu kadının yaptığına bak!” denilip geçilecektir!..
Ama, tekrar ediyorum;
Söz konusu olan “başörtülü” bir hanım olunca, hakaret veya olumsuz tavrın hedefi, “kişinin kendisi” değil, başındaki “örtü” veya vücudunu saran “tesettür”ü olacaktır!..
İşte bunun için diyorum ki;
“Tesettür”ü tercih eden veya başına “örtü” bağlayan bir hanım, bu tercihiyle, aynı zamanda bir “misyon” yüklenmiş ve “kendisinin ötesinde” bir kimliğe bürünmüştür!..
Dolayısıyla;
Her nerede, “ne” yapıyorsa, bilmelidir ki; aldığı “nefes”ten sergilediği “hareket”e kadar, hemen her şeyi, “diğer başörtülüleri” de bağlar!..
En azından öyle görülür/görülüyor!..
SARIK LEKE GÖTÜRMEZ!
Aynı şey, elbette “erkekler” için de geçerlidir... Başına “sarık” bağlamış, sırtına “cübbe” geçirmişsen; “söylem”lerine de dikkat edeceksin, “eylem”lerine de!..
Bir “hoca” isen, sarığını “beyaz” tutacak ve ona asla “leke” kondurmayacaksın!..
Haa, şöyle diyebilirsin;
“Hakkımdaki bütün iddialar, birer iftiradır!.. Benim o taraklarda bezim yok!”
İyi hoş da; sen bilmez misin ki, bazı olayların “vukuu, şuyuundan beter”dir!..
Ki, bunun örnekleri var...
Şahsen ben; Fadime Şahin’le adı çıkan Müslüm Gündüz’ün, herhangi bir “cinsel ilişki”ye girmediğini çok çok iyi biliyorum.
Aynı şekilde, Hüseyin Üzmez’in de, 14 yaşındaki kıza bir “halt” ettiğini sanmıyorum.
Ama, ne oldu?..
Hiç kimse; “Her koyun kendi bacağından asılır” demedi... Çünkü; “koku”su, bütün “mahalle”yi rahatsız etti...
Müslüm Gündüz, “28 Şubatçılara malzeme” oldu ve onun yüzünden bütün “Müslüman”lar “töhmet” altında kaldı... Hüseyin Üzmez de, hem kendini rezil etti, hem de “camia”ya büyük zarar verdi!..
Aynı şekilde;
Prof. Zekeriya Beyaz’ın, “otelde porno film” seyretmesinin, Prof. Yaşar Nuri Öztürk’ün de; “Allah İle Aldatmak”tan dem vururken, karısını “Şahane ile aldatması”nın verdiği “zarar”ın, sadece “kendileriyle” sınırlı kaldığını mı sanıyorsunuz!.. Sadece “dile düşmek”le kalmadılar, “Din, iman” diyen herkesi “töhmet” altında bıraktılar!..
MİSYON MU, KONDÜSYON MU?
Gündemdeki “Cübbeli Ahmet Hoca” olayı dolayısıyla tekrar diyorum ki;
Özellikle “dini” konularda “misyon” yüklenen adamların, elin karıları-kızlarıyla “cinsel kondüsyon”larını test etme gibi bir lüksleri olamaz!..
Ya “göründüğün gibi” olacaksın, ya da “olduğun gibi” görüneceksin!..
Bırakın bir “halt” işlemeyi, böyle bir “izlenim”e yol açmaktan bile uzak duracaksın!..
Hele de;
“Teknoloji”nin zirvede olduğu ve hiçbir “halt”ın “gizli-saklı” kalmadığı bu devirde!... Artık, hiçbir şey “dört duvar” arasında kalmıyor!..
“Kamera”lar takipte!..
Bırakın kameraları,
Allah takipte, Allah!..
“Kamera”lardan kaçabilirsiniz,
Ama Allah’tan kaçamazsınız!..
Bırakın bu çirkef işleri!..
“Nur”a “kir” bulaştırmayın!..
Ya da;
Soyunun “misyon adamlığı”ndan!..
Turp gibi maşallah!
¥ “İşim bitik Kamil, galiba yolcuyum!..”
- Aldırış etme, turp gibisin maşallah!.. Hiçbir şeyin yok, yemin ederim ki, turp gibisin!.. Bırak bu kuruntuyu!..
¥ “Şu hâle bak, turp gibi delikanlı, erimiş erimiş de, ne hallere düşmüş!”
¥ “Dün turp gibi gözümüzün önünde gezenlerin hangisi kaldı şu dünyada?”
Bütün bunları, Metin Yurtbaşı’nın 1996’da yayınlanan “Örnekleriyle Deyimler Sözlüğü” adlı kitabından aldım... Metin Yurtbaşı; “turp gibi” kelimesinin; “Sağlığı yerinde... Sağlam ve kuvvetli” demek olduğunu söylemiş.
Aslında, onun söylemesine de gerek yok, zira “turp gibi” kelimesi, asırlardır “sağlam” ve “sağlıklı” olmanın karşılığı olarak kullanılır...
Siz, hiç; bir adama “Turp gibisin” dediğinizde, o adamın; “Niye bana hakaret ediyorsun?” dediğini duydunuz mu?..
Ben duymadım... Dünya kurulalı beri de, duyulduğunu sanmıyorum.
Ama, muhabirimiz Murat Alan ve Kenan Kıran Ergenekon tutuklusu Çetin Doğan için “Turp gibi” dedi diye, hakkında “hakaret dâvâsı” açılmış iyi mi?..
Üstelik, hakime hanım, “Turp gibi” demeyi “suç” sayıp, “5 bin lira tazminat cezası”na hükmetmiş!..
Hani, Karadenizli Temel, kendisine “Günaydın” diyen bir adamı; “belki hakaret etmiştir” diye çekmiş vurmuş ya, bu da aynı hesap!..
Ben, bu işin “fıkra”larda olduğunu sanıyordum, meğer mahkemeler de “fıkra gibi kararlar” veriyormuş!..
“Temel fıkraları”nı, bundan sonra “Çetin Doğan fıkraları” olarak değiştirebilirsiniz!.. Ne de olsa Çetin Doğan da “Karadenizli”dir!..