Öcalan 17 şehide ağladı

Tarihe ‘post modern darbe’ olarak geçen 28 Şubat dönemini anlatan ‘Son Darbe: 28 Şubat’ belgeselinin kitabı yayımlandı.

Öcalan 17 şehide ağladı
Belgeselde süre darlığı dolayısıyla yer alamayan röportajların yer aldığı ve Mehmet Ali Birand’la Reyhan Yıldız’ın birlikte kaleme aldıkları kitapta son derece çarpıcı iddialara yer veriliyor. İşte kitaptan bazı önemli satır başları şöyle:
Kitapta gazeteci Tayfun Talipoğlu, yakalanışından önce Abdullah Öcalan’la Roma’da yaptığı görüşmeyi ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Evin içinde rahat değildi. Evin her tarafı kapalıydı. Şöyle küçük salon, salomanje bir ev. Aşağıda İtalyan polisi sürekli olarak içeri giren çıkan denetliyor. Hapisteydi yani, göz hapsi bu. Hatta konuşmasının bir yerinde bana, ‘Tayfun kimseyi ikna edemiyorum’ dedi. ‘Hiçbir ülke, Amerika dahil ulaşamıyorum, ulaşmakta güçlük çekiyorum’ dedi. Birilerinin onu yalnız bıraktığı belliydi. Bu arada en önemli kısım, ben oradayken televizyonda 17 erin şehit haberi veriliyor. Helikopter düşürülmüş... Öcalan’ın gözlerinin dolduğunu ve damlalar düştüğünü gördüm. Yani şaşkınlık içindeyim, ne oluyor? Dedi ki ‘Bunlar da bu toprakların çocukları, bizim çocuklar. Bu kan artık dursun istiyorum.’ Çok samimiydi, yani asla rol yapmıyordu.”
Almanlar ‘Başımıza dert olur’ diye Öcalan’ı istemedi
Dönemin Roma Büyükelçisi İnal Batu ise Öcalan’a ilişkin bilinmeyen bir gerçeği ifade etti: “Başbakan sizi arıyor dediler. Mesut Bey ‘İnal Bey siz Abdullah Öcalan’ın İtalya’da olduğunu biliyor musunuz?’ dedi. Yani, sen ne biçim Büyükelçisin anlamın-da. O da şöyle öğrenmiş: Bizim Emniyet Genel Müdürü Almanya’da resmi temaslar yapıyormuş. ‘Bu İtalyanlar Öcalan’ı beklemiyorlardı. Ondan kurtulmak için hemen Almanya’ya başvurmuşlar. Çünkü Almanya Öcalan’ı iki kişinin öldürülmesine ilişkin olarak arıyor. ‘İşte sizin aradığınız adam burada gönderiyoruz’ demişler. Alman mahkemelerinin böyle bir kararı var. Yani kurtulacak İtalyanlar, bizim de haberimiz olmayacak. Getirenler de iki tane komünist milletvekili. Almanlar bunu reddetmiş hemen. Büyük bir dönekliktir bu, hukuk tanımazlıktır bence. Çünkü kendi mahkemeleri bunu istiyor, Almanlar ‘Aman bizim başımıza dert olmasın’ diye istemiyor.”
PKK’yla mücadele için asker K.Irak’tan parayla silah aldı!
Kitapta emekli Korgeneral Necati Özgen’in anlattığı ilginç bir ayrıntı da var: “PKK’yla mücadele etmek için Kuzey Irak’tan, Erbil’den parayla bir sürü silah aldık...”
Körfez Savaşı sonrası her türlü silahı bulabilen PKK ile mücadele zorlaşınca Türk ordusu da her taraftan silah topladı. Kitapta bu çabayı dönemin Diyarbakır Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Necati Özgen şöyle anlatıyor:
Her yerden silah topladık...
“Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş tankları Almanya’dan getirtti. Kaleşnikofları yine orada bir yerden getirtti. Bildiğim kadarıyla 100 bin civarında. Her ilde bir İl Jandarma Komando Alayı, her ilçede bir İlçe Jandarma Komando Birliği olmak üzere teşkilatlanmaya gittik. Rusya’dan BTR araçları geldi. Gece görüş cihazları, dedektörler, radarlar... Ben bölgeye geldiğim zaman iki taarruz helikopteri, iki tane de Sikorsky helikopteri vardı, bu kadar yani. ABD’den bu sikahların alımıyla ilgili yoğun çaba sarfedildi. Mesela, o zamanlar elimizde silah yoktu, gittik Kuzey Irak’tan, Erbil’den, şuradan buradan paryla bir sürü silah aldık.”
“Kardeşin Metin’i böyle öldürdük”
8 Ocak 1996’da gözaltına alındıktan sonra işkencede öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin ablası Meryem Göktepe Türkmen’in anlattıkları ise kan donduracak cinsten: “Hiç arama izinleri olmadan gözaltına aldılar. Vatan Caddesi’nde Teörrle Mücadele’ye götürdüler. Fiziksel işkenceye yapmadılar ama odada gözüm bağlı sürekli işkence altında erkek sesleri dinlettiler. Ölüyorum zannettim orada ve bir tanesi gelip bana ‘Kardeşini böyle öldürdük biz’ dedi.”
Refah Partisi’nin başarısı şaşırttı!
27 Mart 1994 tarihinde gerçekleştirilen Yerel Seçimler’de Refah Partisi basın ve medya tarafından favori görülmemişti. Sonuçlar önce basını şaşırtmıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın o dönemki Basın Danışmanı, AKP İstanbul eski Milletvekili Hüseyin Besli yaşananları şöyle anlatıyor: “Canlı yayın araçlarının çoğu diğer parti merkezlerinin önünde toplandı. Bizim merkezin önünde kimse yokÖ Saat 22.30 gibi Tayyip Erdoğan basının karşısına çıkıp seçimi kazandığımızı söyledi. Şok etkisi oldu herkeste. ‘Acaba gerçekten mi?’ tepkisi, şaşkınlığı oldu. Ama yavaş yavaş o zaman Topkapı’da olan parti binamızın önüne de basın mensupları ve canlı yayın araçlarının gelmeye başladığını gördük.”
Kazan’dan Yıldız’a fırça!
Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan Sincan’da tankları sokağa çıkaran Kudüs Gecesi’nde Refah Partili Belediye Başkanı Bekir Yıldız’ın İran Büyükelçisi’ni geceye çağırması dolayısıyla kızdığını şu sözlerle ifade ediyor: “Ertesi gün telefona sarıldım. Sincan Belediye Başkanı’na gerçekten ağır bir şekilde konuştum. ‘Sen nasıl böyle bir iş yaparsın’ diye. Genel Merkez’den habersiz nasıl bir diplomatı davet ediyorsun? Nasıl oluyor da onların panolarını alıp getiriyorsun?”
‘Aziz Bey gerekli tedbirleri aldık!’
2 Temmuz 1993 tarihinde yaşanan Sivas Katliamı’na ilişkin kitapta yazar Lütfi Kaleli’nin anlattıkları ise can alıcı cinsten: “Aziz Nesin, Erdal İnönü’ye ‘Sayın Başkanım, şu anda çok tehlikeli bir durum yaşıyoruz. Can kaygısına düştük, bakın atılan taşlardan kırılan cam seslerini dinleyin’ dedi telefonu da cam seslerini duyması için çevirdiÖ Otelin önüne gelen askerleri komuta eden yüzbaşı otelin içinde mahsur kalanların yanına geldi ve şu soruyu sordu: ‘Otelin içinde asker var mı?’ ‘Yok’ dedik. O da gitti. Sonrasında ise yangın başladı.” Yazar Ali Balkız ise devamını getiriyor: “Sayın İnönü, dışarıdan gelen slogan seslerini ve camlarda patlayan taşların, kırIlan camların seslerini işitiyor olmalısınız. Bizi kurtarın.’ Aldığı yanıt oydu ki ‘Hiç merak etmeyin Aziz Bey, gerekli tedbiri aldık.”
Çiller, Aktuna’ya kızdı...
Sağlık eski Bakanı Yıldırım Aktuna ise kamuoyuna Sivas katliamını gerçekleştirenlerin ‘Şeriat isteriz!’ diye slogan attıklarını açıklamasının ardından Başbakan Tansu Çiller’in kendisini arayıp kızdığını şu sözlerle ifade ediyor:
“Validen bana gelen bilgiyi halka herkese sunmak zorundayım’ dedim. ‘Hayır efendim, neden bunu söylüyorsunuz?’ diye beni sıkıştırdı. Olay saklanmak istendi. Niye saklıyorsunuz ki; tehlikeli bir şey. Bir kitle ‘Şeriat devleti isteriz!’ diye bağırıyor.”
‘Aday değilseniz adayım’
Turgut Özal’ın ölümünün ardından Başbakan Süleyman Demirel’in Köşk’e çıkması beraberinde yeni Başbakan’ın kim olacağı sorusunu da beraberinde getirdi. Kitapta Tansu Çiller’in bu noktada adaylık sürecine ilişkin eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk’un şu mülakatına yer veriliyor: “Sayın Çiller telefon etti. ‘Aday mısınız’ dedi. ‘Değilim, aday olmadığımı sana Ankara’da söylemiştim’ yanıtını verdim. ‘Ama ben bir kere daha duymak istiyorum’ dedi. ‘Aday değilim’ dedim. Ben ‘Sayın Demirel’le konuşun, önemli bir faktör’ deyince de ‘Ben Demirel’e bilgi vereceğim. Sizden bu sözü duymak istiyorum, siz adaysanız ben değilim’ dedi. ‘Ben aday değilim’ deyince de ‘ O zaman ben adaylığımı koyuyorum’ diye konuştu. Aday olacağı anlaşılmıştı.” Cindoruk, kitapta Demirel’in kendisine “Bizim kongremiz kadın üye seçecek formasyonda değil’ dediğini ve o Başbakanlık için İsmet Sezgin’i düşündüğünü de ifade ediyor.
Kaynak: VATAN