Belgeselde süre darlığı dolayısıyla yer alamayan röportajların yer aldığı ve Mehmet Ali Birandla Reyhan Yıldızın birlikte kaleme aldıkları kitapta son derece çarpıcı iddialara yer veriliyor. İşte kitaptan bazı önemli satır başları şöyle:
Kitapta gazeteci Tayfun Talipoğlu, yakalanışından önce Abdullah Öcalanla Romada yaptığı görüşmeyi ve yaşadıklarını şöyle anlatıyor: Evin içinde rahat değildi. Evin her tarafı kapalıydı. Şöyle küçük salon, salomanje bir ev. Aşağıda İtalyan polisi sürekli olarak içeri giren çıkan denetliyor. Hapisteydi yani, göz hapsi bu. Hatta konuşmasının bir yerinde bana, Tayfun kimseyi ikna edemiyorum dedi. Hiçbir ülke, Amerika dahil ulaşamıyorum, ulaşmakta güçlük çekiyorum dedi. Birilerinin onu yalnız bıraktığı belliydi. Bu arada en önemli kısım, ben oradayken televizyonda 17 erin şehit haberi veriliyor. Helikopter düşürülmüş... Öcalanın gözlerinin dolduğunu ve damlalar düştüğünü gördüm. Yani şaşkınlık içindeyim, ne oluyor? Dedi ki Bunlar da bu toprakların çocukları, bizim çocuklar. Bu kan artık dursun istiyorum. Çok samimiydi, yani asla rol yapmıyordu.
Almanlar Başımıza dert olur diye Öcalanı istemedi
Dönemin Roma Büyükelçisi İnal Batu ise Öcalana ilişkin bilinmeyen bir gerçeği ifade etti: Başbakan sizi arıyor dediler. Mesut Bey İnal Bey siz Abdullah Öcalanın İtalyada olduğunu biliyor musunuz? dedi. Yani, sen ne biçim Büyükelçisin anlamın-da. O da şöyle öğrenmiş: Bizim Emniyet Genel Müdürü Almanyada resmi temaslar yapıyormuş. Bu İtalyanlar Öcalanı beklemiyorlardı. Ondan kurtulmak için hemen Almanyaya başvurmuşlar. Çünkü Almanya Öcalanı iki kişinin öldürülmesine ilişkin olarak arıyor. İşte sizin aradığınız adam burada gönderiyoruz demişler. Alman mahkemelerinin böyle bir kararı var. Yani kurtulacak İtalyanlar, bizim de haberimiz olmayacak. Getirenler de iki tane komünist milletvekili. Almanlar bunu reddetmiş hemen. Büyük bir dönekliktir bu, hukuk tanımazlıktır bence. Çünkü kendi mahkemeleri bunu istiyor, Almanlar Aman bizim başımıza dert olmasın diye istemiyor.
PKKyla mücadele için asker K.Iraktan parayla silah aldı!
Kitapta emekli Korgeneral Necati Özgenin anlattığı ilginç bir ayrıntı da var: PKKyla mücadele etmek için Kuzey Iraktan, Erbilden parayla bir sürü silah aldık...
Körfez Savaşı sonrası her türlü silahı bulabilen PKK ile mücadele zorlaşınca Türk ordusu da her taraftan silah topladı. Kitapta bu çabayı dönemin Diyarbakır Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı Korgeneral Necati Özgen şöyle anlatıyor:
Her yerden silah topladık...
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Doğan Güreş tankları Almanyadan getirtti. Kaleşnikofları yine orada bir yerden getirtti. Bildiğim kadarıyla 100 bin civarında. Her ilde bir İl Jandarma Komando Alayı, her ilçede bir İlçe Jandarma Komando Birliği olmak üzere teşkilatlanmaya gittik. Rusyadan BTR araçları geldi. Gece görüş cihazları, dedektörler, radarlar... Ben bölgeye geldiğim zaman iki taarruz helikopteri, iki tane de Sikorsky helikopteri vardı, bu kadar yani. ABDden bu sikahların alımıyla ilgili yoğun çaba sarfedildi. Mesela, o zamanlar elimizde silah yoktu, gittik Kuzey Iraktan, Erbilden, şuradan buradan paryla bir sürü silah aldık.
Kardeşin Metini böyle öldürdük
8 Ocak 1996da gözaltına alındıktan sonra işkencede öldürülen gazeteci Metin Göktepenin ablası Meryem Göktepe Türkmenin anlattıkları ise kan donduracak cinsten: Hiç arama izinleri olmadan gözaltına aldılar. Vatan Caddesinde Teörrle Mücadeleye götürdüler. Fiziksel işkenceye yapmadılar ama odada gözüm bağlı sürekli işkence altında erkek sesleri dinlettiler. Ölüyorum zannettim orada ve bir tanesi gelip bana Kardeşini böyle öldürdük biz dedi.
Refah Partisinin başarısı şaşırttı!
27 Mart 1994 tarihinde gerçekleştirilen Yerel Seçimlerde Refah Partisi basın ve medya tarafından favori görülmemişti. Sonuçlar önce basını şaşırtmıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğanın o dönemki Basın Danışmanı, AKP İstanbul eski Milletvekili Hüseyin Besli yaşananları şöyle anlatıyor: Canlı yayın araçlarının çoğu diğer parti merkezlerinin önünde toplandı. Bizim merkezin önünde kimse yokÖ Saat 22.30 gibi Tayyip Erdoğan basının karşısına çıkıp seçimi kazandığımızı söyledi. Şok etkisi oldu herkeste. Acaba gerçekten mi? tepkisi, şaşkınlığı oldu. Ama yavaş yavaş o zaman Topkapıda olan parti binamızın önüne de basın mensupları ve canlı yayın araçlarının gelmeye başladığını gördük.
Kazandan Yıldıza fırça!
Dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan Sincanda tankları sokağa çıkaran Kudüs Gecesinde Refah Partili Belediye Başkanı Bekir Yıldızın İran Büyükelçisini geceye çağırması dolayısıyla kızdığını şu sözlerle ifade ediyor: Ertesi gün telefona sarıldım. Sincan Belediye Başkanına gerçekten ağır bir şekilde konuştum. Sen nasıl böyle bir iş yaparsın diye. Genel Merkezden habersiz nasıl bir diplomatı davet ediyorsun? Nasıl oluyor da onların panolarını alıp getiriyorsun?
Aziz Bey gerekli tedbirleri aldık!
2 Temmuz 1993 tarihinde yaşanan Sivas Katliamına ilişkin kitapta yazar Lütfi Kalelinin anlattıkları ise can alıcı cinsten: Aziz Nesin, Erdal İnönüye Sayın Başkanım, şu anda çok tehlikeli bir durum yaşıyoruz. Can kaygısına düştük, bakın atılan taşlardan kırılan cam seslerini dinleyin dedi telefonu da cam seslerini duyması için çevirdiÖ Otelin önüne gelen askerleri komuta eden yüzbaşı otelin içinde mahsur kalanların yanına geldi ve şu soruyu sordu: Otelin içinde asker var mı? Yok dedik. O da gitti. Sonrasında ise yangın başladı. Yazar Ali Balkız ise devamını getiriyor: Sayın İnönü, dışarıdan gelen slogan seslerini ve camlarda patlayan taşların, kırIlan camların seslerini işitiyor olmalısınız. Bizi kurtarın. Aldığı yanıt oydu ki Hiç merak etmeyin Aziz Bey, gerekli tedbiri aldık.
Çiller, Aktunaya kızdı...
Sağlık eski Bakanı Yıldırım Aktuna ise kamuoyuna Sivas katliamını gerçekleştirenlerin Şeriat isteriz! diye slogan attıklarını açıklamasının ardından Başbakan Tansu Çillerin kendisini arayıp kızdığını şu sözlerle ifade ediyor:
Validen bana gelen bilgiyi halka herkese sunmak zorundayım dedim. Hayır efendim, neden bunu söylüyorsunuz? diye beni sıkıştırdı. Olay saklanmak istendi. Niye saklıyorsunuz ki; tehlikeli bir şey. Bir kitle Şeriat devleti isteriz! diye bağırıyor.
Aday değilseniz adayım
Turgut Özalın ölümünün ardından Başbakan Süleyman Demirelin Köşke çıkması beraberinde yeni Başbakanın kim olacağı sorusunu da beraberinde getirdi. Kitapta Tansu Çillerin bu noktada adaylık sürecine ilişkin eski TBMM Başkanı Hüsamettin Cindorukun şu mülakatına yer veriliyor: Sayın Çiller telefon etti. Aday mısınız dedi. Değilim, aday olmadığımı sana Ankarada söylemiştim yanıtını verdim. Ama ben bir kere daha duymak istiyorum dedi. Aday değilim dedim. Ben Sayın Demirelle konuşun, önemli bir faktör deyince de Ben Demirele bilgi vereceğim. Sizden bu sözü duymak istiyorum, siz adaysanız ben değilim dedi. Ben aday değilim deyince de O zaman ben adaylığımı koyuyorum diye konuştu. Aday olacağı anlaşılmıştı. Cindoruk, kitapta Demirelin kendisine Bizim kongremiz kadın üye seçecek formasyonda değil dediğini ve o Başbakanlık için İsmet Sezgini düşündüğünü de ifade ediyor.
Kaynak: VATAN