Bugün Halepçe Katliamının 24. Yıldönümü
1988'de dönemin Irak diktatörü tarafından gerçekleştirilen kimyasal saldırılarda ilk anda 5000 Halepçeli Kürt yaşamını yitirmiş ve binlercesi de yaralanmıştı. Katliamdan kaçan yüzbinlerce Kürt mülteci durumuna düşmüştü.
Bugün Irak'ı özgürleştirme iddiasıyla benzer katliamlara imza atan batılı güçler tarafından desteklenen Saddam Hüseyin yönetiminin uluslararası kuruluşların araştırmalarına göre yaklaşık 200 bin insanın ölümüne neden olan Enfal operasyonu çerçevesinde gerçekleştirdiği saldırıların en büyüğü olan Halepçe katliamı "uluslararası toplum" tarafından uzun süre görülmedi, görülmek istenmedi. Kendi sağladıkları silahlar ve kendi destekledikleri yönetim tarafından gerçekleştirilmiş olması bu insanlık dramını görmezden gelmelerinin en temel nedeniydi.
23 yıl sonra Irak'ta ve dünyada değişen bir şey yok. Halepçe katliamına her yıl yenileri ekleniyor. Son örneği Suriye'^de görüyoruz. Kan içici zalimler boş durmuyor Halepçlerin yanına, Gazzeleri, Groznileri, Bosnaları ekleyenler, bugünde Humus'ta, İdlip'te ve Dera'da aynı katliamlara imza atmaktadırlar.
İbrahim Sediyani'nin 16 Mart 2007'de Haksöz Haber'de yayınlanan yazısını tekrar hatırlatıyoruz:
HALEPÇE / İBRAHİM SEDİYANİ
Halepçe, yaklaşık 70 bin nüfûslu bir şehir ( idi ). Iraq'ın kuzeydoğusunda, Güneydoğu Kürdistan'da, Sûleymanîye iline bağlı ve İran sınırına 40 km uzaklıkta, 36 kuzey enlemi ile 46 doğu boylamı üzerinde küçük ve şirin bir kasaba...
Halkın tamamı Sünnî – Kürt müslüman.
HALEPÇE QATLİÂMI
Baasçı Iraq devletinin, Mart 1988 başında tekrar başlattığı "şehirler savaşı"nda, başkent Tehran başta olmak üzere Qum, İsfahan, Hemedan, Baxteran, Şiraz gibi pek çok sivil yerleşim bölgelerine yönelik füze ve hava saldırıları sürerken, İslâmî İran güçleri, "Şafak - 10" adıyla yeni bir hareket başlatıyordu. İran İslâm askerleriyle işbirliği içindeki Kürt peşmergeler, doğum yerleri olan bu bölgeleri çok iyi bildikleri ve büyük ölçüde nüfûzları altında tuttukları için harekâta büyük bir kolaylık sağlıyorlardı. Baasçı Iraq ile İran İslâm Cumhuriyeti arasındaki bu "küfür – iman savaşı"nda Kürdistanlılar hiç bir zaman Iraq rejimini desteklememiş, desteklemek bir yana, savaşın başından beri İran askerleriyle beraber Iraq rejimine karşı mücâdele vermiştir. Zaten Saddam Hûseyn, Iraqlı Kürtler'i boşuna "savaş hâini" ilan etmemiştir. Nitekim İran askerlerinin Kürtler ile yardımlaşarak ele geçirdiği Hurmal, Dûceyle, Tûveyle ve Bêyare şehirlerinden sonra, 15 Mart 1988 günü de Halepçe kenti, bu Kürt savaşçılar tarafından ele geçiriliyordu. Iraq ordusu, buralarda fazla muqawemet gösteremeden teslim bayrağını çekti.
Kürt peşmergeler, Halepçe'yi ele geçirdikten sonra, burayı fethettiklerini İran İslâm ordusuna bildirdiler. Halepçe halkı, İslâmî İran askerlerini "Allâh-û Ekber" feryadlarıyla karşılıyor ve Kürt halkı ile İranlılar, önce şükür secdesine kapanıp namaz kıldıktan sonra, ordu, askerî hedefler, kışlalar ve tesisleri birer birer temizliyor. Iraq Baas rejiminin 10 bine yakın askeri cepheden safdışı ediliyor ve binden fazla asker de esir alınıyor. Esirler arasında bir tümgeneral, dört tuğgeneral, on beş albay ve elliden fazla da küçük rütbeli subaylar ve ayrıca Saddam'ın kukla olarak oraya diktiği Halepçe Kumandanı da var. 700'den fazla tank ve zırhlı araç savaştan safdışı ediliyor, bunlardan 200 tanesi İslâm ordusunun eline geçiyor. 2000'den fazla diğer askerî kamyonlar ganimet olarak alınıyor. Amerike ve Sowyetler'in Saddam'a, İran'ı vurması için verdiği, dünya silâh sanayiînin en gelişmiş, en karmaşık sistemli, en yeni silâhları ve techizâtı da ganimet olarak ele geçirilenler arasında. Baasçı kâfir – laik Saddam rejiminin elinden kurtulan ve özgürlüğüne kavuşan Iraq topraklarının alanı ise, 1000 m²'yi aşıyor. Bu arada, İran'dan daha önce kaçıp Halepçe'ye yerleşmiş bulunan "Mûcâhîdîn-i Halk" ( Halkın Mücahitleri ) adlı Amerikancı – marksist teşkilatın yüzlerce mensubu da Iraq içlerine kaçmak üzereyken yakalanıyorlar. Bir aya yakın zamandır, şehirleri Amerika'nın emirleri ve Sowyetler'in verdiği 700 km menzilli füzelerle döven binlerce insanı katleden Saddam, Kürdistan'ı işte kaybediyordu. Peşmergeler, İranlı müslüman kardeşleri ile beraber, cinayetkâr Saddam rejimine karşı savaşım veriyorlardı. Bölgeyi avuçlarının içi gibi bilen bu yerel milis kuvvetler, düzenli ve ustaca gerilla taktikleriyle Iraq ordusuna kök söktürüyorlardı. Saddam, bunun intikamını elbette alacaktı.
Iraq hava üssünden havalanan bir "Mig - 21" filosu Halepçe, Dûceyde, İnab, Hurmal ve Sirva kasabalarını kimyasal bir bombardımana tabi tutuyordu. Mig – 21'lerin art arda bıraktığı hardal gazı, sinir gazı ve siyanit gazı bombaları çok geçmeden etkisini gösteriyor ve binlerce masumun şehâdetine yol açıyordu.
Sofra başında, evde, kapı önündeki âîleler, çalışan babalar, bulaşık ve çamaşır yıkayan, yemek yapan, evi süpüren, beşikteki çocuğu uyutmaya çalışan anneler ve beşikteki bebeler, dışarıda oyun oynayan çocuklar, henüz isimleri bile konmamış yavrular, koyunları ve davarları otlatan çobanlar, velhasıl mazlum, mustaz'âf, müslüman 5 bin ( halkın verdiği bilgilere göre 22 bin ) kişi, şehîd ediliyordu.
Nemrûd'un; Fîr'awn'ın, Sezar'ın, Dehhaq'ın, Ebu Cehl'in, Ebu Leheb'in, Yezîd'in, Şimr'in, Haccac-ı Zâlîm'in, Cengiz Han'ın, Hülagu'nun, Washington'un, Hitler'in, Lenin'in, Stalin'in, Şâh'ın varisi olan Saddam'ın, Amerika ve Rusya'dan öğrendiği vâhşice ve zorbaca taktiklerle hem de...
YERLİ TANIKLAR
Katliâmdan sonra olay yerine gidip bütün vâhşeti gözleriyle müşâhâde eden Sabah gazetesinden Ramazan Öztürk şöyle anlatıyordu:
"Halepçe, İnab, Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı ölüyor. Biz 21 Mart günü oraya vardık. Dört gün geçmişti aradan ve aynı vâhşet gözleniyordu. Bütün sokaklar, caddeler insan hayvan ve ölüleriyle doluydu. Gördüğümüz bütün insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebeler ile çok yaşlılardı. En katı insan bile dayanamaz. Ben tarif edemiyorum. Katliâm demek, faciâ demek hafif geliyor. Vâhşet. Vâhşet de hafif geliyor. Dûceyde ve İnab'da gördüklerimizin de Halepçe'den hiçbir farkı yok. Her yer darmadağın, taş üzerinde taş kalmamış. İnab köyü de öyle. Bir tepenin eteğinde kurulu İnab'da yaşayan yüzlerce insan, Iraq uçaklarının bombalarından kaçmak için çocukların alıp yollara düşmüşken gafil avlanmışlar. Dere kenarlarında, köyün çıkışındaki yolda, ağaç diplerinde, yerde yatan yüzlerce ceset. Hayvanlar da kaçamamış, çoğu olduğu yerde ölmüş. Köyün hemen yanındaki tepenin ardında ise, insan cesetlerinden oluşmuş bir başka tepecik. Tüylerimiz ürperiyor. Fotoğrafları çekerken ağlıyordum. Allâh bir daha bana böyle bir sahne göstermesin."
Güneş gazetesinden Faruk Ölçücü ise vâhşeti şöyle dile getiriyordu:
"Etrafta hardal gazının yakarak öldürdüğü kadın ve çocuk cesetlerinin resimlerini çekerken, kusmamak için kendimi güç tutuyordum. Halepçe'nin bütün sokakları, Iraq uçaklarının attığı kimyasal bombaların etkisiyle katledilmiş Kürt kadın ve çocukların cesetleriyle doluydu. Atılan sinir ve siyanit gazlarının etkisiyle iç solunum sistemleri tahrib olan bu zavallı insanlar boğularak ölmüşlerdi. Dış görünümlerinde hiçbir şey olmayan bu insanlar, sokaklarda uyur gibi yatıyorlardı. Koca kasabada, hayvan dahil hiç kimse kalmamıştı. Atılan kimyasal bombalar, düştüğü yerlerden uzak noktalara, rüzgârın etkisiyle gaz bulutu şeklinde evlerin içindeki odalarda saklanmış insanların da boğularak ölmesine neden olmuştu. Keşke ben de ölseydim."
Halepçe'nin ikinci kez bombalanışını Ramazan Öztürk şöyle anlatıyor:
"Halepçe ve Dûceyde kasabaları yeniden bombalanıyor. Bizler de saklanacak bir yer bulabilmek için çil yavrusu gibi dağılıyoruz."
Saddam'ın, 1987 yılında yine Kürdistan'daki katliâmını yine Ramazan Öztürk şöyle anlatıyordu:
"Geçen yıl da ben oradaydım. Iraq uçakları Sergalu, Bergalu, Sordaj ve Yêksamar yerleşim birimlerine napalm ve kimyasal bombalar attılar. Ben de ölebilirdim. Yine yüzlerce kadın ve çocuk yanarak öldüler. Bunu kendi gözlerimle gördüm ve yaşadım. Video çekimleri de yaptım, bende duruyor. Iraq, yazmamam için çok ısrar etmişti ama ben bir gazeteciyim. Üstelik olayı da yaşamıştım. Kurtardığım Türk teknisyeni Ali Selvi de bu kimyasal bombardımanda yaralanmıştı."
QATLİÂM KARŞISINDA DÜNYA NE YAPTI?
Hiçbir şey...
Şunu hemen belirtmeliyiz ki, katliâm sadece Halepçe'de olmamıştı. Halepçe'de başlamış, Halepçe'de olmuş ve oradan da diğer yerlere yayılmıştı. İran Halepçe'yi duyurabilmişti; eğer Halepçe'yi duyurmasaydı, "Halepçe Qatliâmı" denilen bir olaydan bile habersiz olacaktık. İran devleti, mazlum Halepçe'deki binlerce şehîdin dili ve mesajı olmuştu. Ve dünya üzerinde de bu insanlık ve İslâm dışı cinayete karşı koyan tek ülke İran'dı. Zira Körfez Savaşı ( 1991 )'nda da onlarca Halepçe yaşandı; ancak dünya kamuoyu bunlardan habersiz kaldı.
Iraq rejimi ise suçu İran'a yüklüyordu. Yani "katliâmı biz yaptık, evet, ama siz sebep oldunuz" anlamında.
HALEPÇE QATLİÂMINA TÜRKİYE'DEKİ İSLÂMÎ BASININ TEPKİSİ
"Halepçe Qatliâmı'na Türkiye'deki İslâmî basının tepkisi" derken, ilk önce Girişim dergisini saygı ve tebrik ile anmak gerekir. Çünkü Türkiye basınında Halepçe'de yaşanan katliâma en doyurucu ve en geniş yeri veren, konuya en çok eğilen ve – tabir caizse - "insanî görevini yaptı" diyebileceğimiz dergi, ilk elde Girişim olmuştu. Esasında sadece Halepçe katliâmında değil, aynı zamanda Şeyh Sâîd Qıyâmı'nda da üzerlerine düşen vazifeyi yerine getirenler, Girişim ve Dava dergileri olmuştur.
Halepçe Qatliâmı (16 Mart 1988)'ndan hemen sonraki sayısında Girişim dergisi, "Irak Giderek Vahşileşiyor" başlığıyla verdiği haberde, Iraq'ın Halepçe'yi kimyasal gaz ile bombalamasını ve sivil halka karşı acımasız bir yok etme uğraşına girmesini anlatıyor, Saddam Hûseyn'in, İran İslâm Cumhuriyeti ile işbirliği yapan Kürtler'i "savaş hâini" ilan ettiğini de ayrıca belirtiyordu. Aynı haberde dergi, "Irak, kimyasal savaş suçlusu olmakla birlikte, acımasız bir jenosidin de suçlusudur" diyerek, net tavrını ortaya koymuştu.
Bir sonraki sayısında ise (Mayıs 1988), "Filistin'de Yahudî, Halepçe'de Saddam: Hiroşima 88'in Öyküsü" kapak manşeti ile dergiyi tamamen bu insanlık dışı cinayete ayıran Girişim, giriş yazısında şöyle diyordu:
"Niçin Halepçe? Çünkü Halepçe, yüzyılın yeni bir Hiroşima'sıdır. Hiroşima'dan da öte, toplu bir soykırımdır. Halepçe'de, atılan kimyasal gaz ve bombalarla beş bin insan öldürülür ve bir o kadarı da ölümden beter hale getirilirken, nasıl sessiz kalabilirdik ki? Halepçe'de işlenen suç, herşeyden önce bir insanlık suçudur. Tarihte eşine az rastlanır bu insanlık suçu karşısında, bu vâhşet karşısında insan olarak, müslüman olarak nasıl susabilirdik ki?"
Sözkonusu dergide Metin Aydın, "Hiroşima 88'in Öyküsü" adlı yazısında, Halepçe olayındaki gelişmeleri günü gününe aktarıyordu.
Katliâmdan bir yıl sonra da Girişim dergisi, Mart 1989 sayısında, "Acı Halepçe" başlığı altında, bu cinayetin birinci yıldönümünde, bahusus vâhşeti tekrar irdelerken, aynı zamanda da "Bu İnsanlar Neden Çile Çekiyor?" yazısıyla da, Iraqlı Kürtler'in çektikleri çileleri açıkça gözler önüne seriyor ve İslâmî vazifesini yerine getiriyordu.
Peki bu vâhşet karşısında sağcı ve solcu basın ne yaptı?
Yine hiçbir şey...
Hatta Halepçe katliâmı olduğunda, solcular bırakın bu vâhşeti kınamayı, tam tersine bu cinayeti ve cinayetkâr Saddam'ı desteklediler. Çünkü olayın öz be öz İslâmî bir hadise olduğunu onlar da biliyorlardı. Ne zamanki Kürdistan'da mâlum değişimler baş gösterdi, sosyalistler de seslerini çıkarmaya başladılar.
Olaydan dolayı birileri aleyhine sloganlar atıldı. Ancak yine de mecburî olarak "böyledirler işte" dedirten yanlışlıklara saptılar. Çünkü vâhşeti yapan Saddam'a değil, Saddam ile ağız birliği yaparak İran'a saldırdılar.
HALEPÇE QATLİÂMI'NDA TC'NİN ROLÜ
17 Nisan 1988 tarihli Hürriyet gazetesinin birinci sayfadan manşeti, "Katliama Alet Olduk" başlığını taşıyordu. Çetin Yetkin ve Şevket Okant imzalı haberde, Halepçe'de kullanılan kimyasal maddelerin Türkiye üzerinden Iraq'a yollandığı kanıtlanıyordu. Gemiler dolusu kimyasal madde Mersin'e Avrupa ülkelerinden getiriliyor ve limana indiriliyordu. Bazen fıçılar, bazen de torbalar içinde getirilen bu maddeler, bir başka torbenın içine konuluyor, üzerine de bir Türk firmasına ait etiket yapıştırıldıktan sonra TIR'lara yüklenerek Iraq''a gönderiliyordu. Hürriyet'in haberinde, bu maddelerin hangi Avrupa ülkelerinden nasıl geldiği de açıklığa kavuşturuluyordu. Buna göre, Iraq'ın kimyasal yapımında kullandığı maddeler, başta İsviçre, Belçika ve Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerinde üretiliyor, deniz yoluyla Türkiye'ye, Mersin Limanı'na indiriliyordu. Ondan sonra Türk firmaları tarafından etiketlenerek Iraq'a gönderirliyordu. Böylelikle de "döviz" kazanılmış oluyordu.
İşin içinde de yahudî parmağı vardı. Hürriyet'in haberine göre, Iraq'a bu tür kimyasal maddeleri satan şirketlerden "Tredecorp Sa"'nın imza yetkisine sahip ortaklarından Jack Levi, yahudî olduğu gibi, yine imza yetkisine sahip olan Tony Ezra Ventura da, Cenevre'de oturan Türkiyeli bir yahudî idi.
Iraq'a bu şekilde kimyasal maddeler satan Türk şirketlerinden biri ONAK, diğeri de PENTA idi. Merkezi İstanbul'un Gayrettepe semtinde bulunan ONAK, sözkonusu satış işlemini "Turo - 87585" sayılı ve 25 Kasım 1987 günkü "İhrâcatı Teşvik Belgesi" kapsamında yapıyordu. Yani açıkça resmî bir onay hatta teşvik sözkonusu idi. Merkezi İstanbul'un Elmadağ semtinde bulunan PENTA firmasının ortağı Faruk Erkoç, satışla ilgili olarak sorulan soruya verdiği cevapta, "siz bana Iraq'tan gelseniz, bugün isteseniz, ben bu malları size satarım, bayılırım satışa" diyordu.
Görüldüğü gibi Halepçe vâhşeti Saddam'ın tek başına gerçekleştirdiği bir cânilik değil, bilakis Amerika, Rusya, İsrail, Almanya, Belçika, İsviçre, Türkiye ve Iraq'ın Kürdistan ve İran İslâm Cumhuriyeti'ne karşı "ortak işbirliği" ile gerçekleştirdikleri bir komplo idi.
SON SÖZ
Son sözler, genelde "göreceli" olur...
Kendi vatanlarını işgal eden Amerikan emperyalizmine karşı ayaklanan Moro ( Filipinler )'lulardan 300 kişiyi 22 Kasım 1903'te katleden...
2 Nisan 1904'te ABD'nin Charles ( Arkansas ) şehrinde beyaz – ırkçı zihniyetle 14 zencîyi linç eden...
Vatanlarını işgal eden Hollanda'ya karşı ayaklanan Açe Sumatra halkından 541 kişiyi 3 Nisan 1904'te katleden...
İngiltere'nin işgali altındaki Tibet'te, 400 yerliyi 6 Mayıs 1904'te katliâma uğratan...
Bir câmiî minâresinden ateş ederek iki Fransız'ı öldüren meçhul şahsı bahane ederek, iki Fransız zırhlısı tarafından 4 Ağustos 1907'de bombalanan Dar'ul- Beyza ( Casablanca )'da 1000 kişinin ölümüne sebeb olan...
1 Ağustos 1909'da, İspanya'nın Katalonya bölgesinde, hükûmet aleyhtarı bir gösteride ayaklananlara ateş ederek 1000 kişiyi öldüren...
1928'de ırkçı – beyaz ABD'de dokuz zencî – siyâhî insanı linç eden...
1948'de Kızıl Sowyet emperyalizmi tarafından gerçekleştirilen ve ancak üç yıl sonra, 12 Nisan 1943'te ortaya çıkan Katyn katliâmında, 10 bin Polonyalı subayı kurşuna dizen, bunlara toplu mezarlar oluşturan...
6 Ağustos 1945'te Japonya'nın Hiroşima kentine atom bombası atarak 70 bin, üç gün sonra da, 9 Ağustos'ta Nagasaki kentine aynı bombayı atarak 37 bin, yani üç gün içinde iki cinayetle 107 bin kişiyi katleden...
Hindistan içlerinden gelip trenle Pakistan'a gitmekte olan müslümanlara Armitsar şehrinde pusu kuran Sihler'in saldırısıyla, 24 Eylül 1947'de yarısı çocuk olmak üzere 1200 müslümanı şehîd eden...
Kürdistan'ın Mamıkî, Zilan, Piran, Tuşba, Çolamerg, Mirtax, Çêwlîk, Amed, Nûsêybîn, Şehr-i Nûh, Agırî, Élîh, Cezîra Botan, Boğlan, İnab, Dûceyde ve Halepçe kentlerinde iğrenç katliâmlar yapan, Kürt halkını inkâra ve sürgüne zorlayan, İslâm âlîmlerini darağaçlarında sallandıran...
12 Şubat 1982'de gerçekleştirdikleri iğrenç katliâmla Hama'da 30 bin müslümanı şehîd eden...
Mübârek Filistin topraklarını, mübârek Qûdüs'ü ve ilk kıblemiz Mescîd-i Aksa'yı, tarihin gelmiş geçmiş en pis şeytanı olan İsrail'e, mübârek Hicaz topraklarını gasp ederek, dünya müslümanlarının kıblesi ve Allâh'ın evi olan mübârek Kâbe'yi ve Mescîd-i Nebewî'yi, necis Suudî'nin pis çizmelerine çiğneten...
Kapitalist, faşist, komünist, sosyalist, materyalist, nasyonalist ve laik, kısacası...
Tüm emperyalist güçler...
Eğer bu yaptıklarının hesabını bir gün vermeyeceklerini sanıyorlarsa, büyük bir yanılgı içerisindedirler.
La'netullâhi alel qawme'z- zâlîmîn...