BU ZULÜM NEDEN?
Kısa bir süre önce Taha Akyol’un “Ortak Acı, 1915, Türkler ve Ermeniler” kitabını okudum. Ekinde CD’si ile belgesel bir kitap. Osmanlı’nın son zamanlarında ortaya çıkan Ermeni olaylarını anlatıyor. Tam bir trajedi. Asırlarca bir arada yaşamış Müslümanlar ve Ermeniler, bir an geliyor, birbirlerini doğramaya başlıyorlar. Her iki taraftan yüzbinlerce insan ölüyor. Asker sivil ayrımı yok. Sebebi ne olursa olsun, kim emrederse etsin bir insan bunları nasıl yapabilir? Görünüşte sebep milliyetçilik ve karşı milliyetçilik. Yapılanları anlatmakta zulüm kelimesi yetersiz kalıyor.
Geçtiğimiz hafta okuduğum bir başka kitap yine insanın zalim yönünü öne çıkarıyordu. İskender Pala’nın Şah ve Sultan adlı romanı. Burada da Yavuz Sultan Selim ve Şah İsmail’in mücadelesi anlatılıyor. Yani iki taraf da Müslüman, dahası Türk. Roman ama ben branşım gereği biliyorum ki anlatılanlar gerçek. Bu sefer fonda Sünnilik ve Şiilik var. Her iki taraftan onbinlerce insan, yine asker ve sivil ayrımı olmadan öldürülüyor. Aslında sebebin iktidar hırsı olduğu herkesin malumu. Şahismail bu uğurda annesini bile öldürürken, Yavuz, babası ile savaşıyor ve tarihçilerin çoğuna göre ölümüne sebep oluyor. Akıl alır gibi değil. Nasıl bir psikolojidir bu?
Geçtiğimiz hafta bir parçasını izleyebildiğim bir filmde (İkiz Kızkardeşler) Nazilerin Yahudilere yönelik zulmü anlatılıyordu. O Yahudilerin torunları, kendilerine yapılanın daha fazlasını bugün Filistinli Müslümanlara yapmaktan çekinmiyorlar.
Tarih zulmün nice örnekleriyle dolu. Günümüzde de zulüm devam ediyor.
ABD’nin, Avrupa’nın, Rusya’nın, Çin’in yaptıklarının haddi hesabı yok. Bugün Afganistan ve Irak işgal altında. Libya’da Kaddafi, kendi halkının üzerine uçaklarını tanklarını göndermekten çekinmiyor. Yani illa ki ırk, din, mezhep farklılığı gerekmiyor. Bunlar çok zaman işin bahanesi.
Yanı başımızdaki Suriye’de de kan gövdeyi götürüyor. Haber7’de Mehmet Ali Bulut’un “Çakma Lavrens İşbaşında” yazısını okuyunca insanların tüyleri diken diken oluyor. Ülkemizle iyi ilişkileri dolayısıyla babasına göre sempatik bulduğumuz Beşşar Esat’ın neler yaptığını bir görün. Tecavüzler, katliamlar, infazlar. Yüzde onluk Nusayri azınlığın, iktidarı, yüzde doksanlık Sünnilerle paylaşmamak için yapmadığı zulüm yok.
Okuyunca, duyunca, görünce, düşününce havsalam almıyor. Bir insan nasıl böyle şeyler yapabilir? Sebebi ne olursa olsun, kim emrederse etsin, karşılığında ne elde edilirse edilsin.
Tabii zulmün fert planındaki örneklerini her gün görüyor, duyuyor, okuyoruz.
Büyüklerin yaptıkları, küçüklerin yüreğine de zulüm tohumları ekiyor. En ufak bir sebeple çocuklar kavga ediyor, gençler birbirine silah çekiyor.
Televizyon ve internet(film, oyun vb) insanın mayasında var olan zulmü tetikliyor.
Buna bir de giderek ısınan seçim atmosferini ekleyin. Meydanlardan ekranlara, oradan evlere yayılan haykırışlar, tehditler, gerginlikler… Herhalde dünyada örneği yoktur bizdeki seçim çalışmalarının. Ben bu mitinglerin ne işe yaradığını bir türlü anlayabilmiş değilim. Ama vatandaşları gerdiği, strese soktuğu, birbirinden uzaklaştırdığı bir gerçek. Bir insan, diğerleri hakkında nasıl böyle şeyler söyleyebilir? Hem de demokrasi adına, hizmet yarışı adına.
Zaman zaman böyle şeyleri okumayayım, izlemeyeyim, konuşmayayım, yazmayayım, diyorum. Çünkü inciniyorum, sarsılıyorum, savruluyorum, geriliyorum, strese giriyorum, insana duyduğum güven azalıyor, hatta bazen karamsarlığa kapılıyorum, ümitlerim azalıyor. Bilmesem belki daha iyi olurum diyorum. Ama olmuyor. Yapamıyorum. Yaşadığımız dünyaya bigane kalamayız, kalmamalıyız.
Bütün bu zulümlerin yanında merhamet ve muhabbet sakaları da var. Düşmanlarını bile affedebilen, diğergam, fedakar insanlık timsalleri. Çok bunaldığım zaman onları hatırlamaya çalışıyorum.
Onlardan olabilmek, onların yolundan gidebilmek, başkalarının ateş taşıdığı gönüllere su serpebilmek, hiç olmazsa bunun mücadelesini vermek, o da olmazsa bunu istemek, hiç olmazsa bundan rahatsız olmak…
Çünkü Rabbimiz “zulmedenlere meyletmeyin, çünkü ateş size de dokunur” diyor.