BU YAZIYI OKUMAYIN!

BU YAZIYI OKUMAYIN!

Ebubekir  el-Asamm (ö.148/765); Medine fakihlerinden olup İmam Malik’in Hocasıdır. Hürmüz adında İranlı bir kölenin oğludur.  İmam Malik tam 13 yıl boyunca Ebû Bekir el-Asamm’dan ders almıştır. Lakabı olarak zikredilen el-Asamm kelimesi “Sağır” manasındadır. Ancak gelin görün ki, Ebûbekir el-Asamm hazretleri sağır değildir. Peki, ne oldu da bu değerli alime “el-Asamm” (sağır) lakabı verilmiştir? Ahlak, edeb, haya ve iman dolu bir öyküsü vardır; şöyle ki:

Ebû Bekir el-Asamm hazretleri için sıradan bir gündü. O her zaman Medine mescidinde oturur, etrafında halkalanmış erkek talebelerine ders verirdi. Ondan ders almak isteyen hanımlar ise, evine gelir ve onun Mecid-i Nebevi’den dönmesini beklerlerdi. Bir gün Mescid-i Nebevi’deki yoğun mesaisini bitirip, dinlenmek üzere evine doğru gitmeye başladı. Ama Ebû Bekir el-Asamm’ın mesaisi Mescid-i Nebevi’de bitmemişti. Evine vardığında, orada kendisine soru sormak üzere bekleşen kadınların olduğunu görürdü.

Hoca efendiye soru sormak üzere evinde bekleyen ondan fazla kadın vardı. Hoca onları sırayla ders odasına alıyordu. Kadınlardan bazılarının mahrem soruları olduğu için her kadının yanına Ebû Bekir el-Asamm’ın hanımının eşlik etmesi de adettendi. En sona kalan kadın oldukça yaşlıydı ve mahrem bir sorusu vardı. Yine Ebû Bekir el-Asamm’ın eşiyle birlikte huzura girip sorusunu sormaya başladı. Soru sorarken, yaşlı kadın yorgunluktan ve takatsizlikten sesli bir şekilde yellenmeye başladı. Fakat mahcubiyetinden birden bire mum gibi sarardı.

Yellenme essi hem Hoca hem de Hocanın eşi tarafından işitilecek kadar yüksekti. Yaşlı kadın soracağı sorunun telaşını unuttu ve içinden, “Eyvah! Hoca bu sesi duydu. El-âleme rezil olacağım. Ben ne yaparım şimdi?” diyerek utancından ne yapacağını şaşırdı. Bir ara kalkıp huzurdan ayrılmak istedi. Ancak bu bir çözüm değildi. Tedirgin bir şekilde tekrar oturdu.

İşin farkında olan ve durumun nazik olduğunu kavrayan Hoca Efendi, kadının mahcup olmaması için sağırlık numarası yapmaya başladı.  Hanımına yönelerek duymamış gibi ve yüksek sesle, “Hanım! Misafirine söyle de, benim kulağım oldukça ağırlaşmıştır; duymuyorum. Biraz yüksek sesle konuşsun!” dedi. Bu sözü duyan yaşlı kadın, Hoca’nın işitmemiş olduğunu düşünerek rahatladı ve sorusunu yüksek sesle sormaya başladı. Hoca bu kez yaşlı kadına yönelerek, “Abla, lütfen biraz yüksek sesle konuşur musun? Kulağım azıcık ağır duyuyor da…” dedi. Yaşlı kadın Hoca’nın bu talebinden dolayı daha da rahatlamış ve yüksek sesle konuşmaya başlamıştı.

Hoca Efendi de, kadının sorduğu soruya bir sağır edasıyla cevap verdi. Yaşlı kadın hem sorunun cevabını aldığı için, daha çok da, “Çok şükür! İyi ki Hoca Efendi sağırmış ve çıkan sesi duymamış!” şeklinde düşünerek oldukça memnun bir şekilde ayrıldı.

Yaşlı kadın ayrıldıktan sonra hoca Efendi, sırf yaşlı kadın mahcup olmasın diye hanımına şöyle dedi: “Bak Hanım! Bu kadıncağız, yaşlılıktan ve yorgunluktan dolayı burada yellendi. Ben, duymuş olduğumu anlamasın diye, gördüğün gibi sağırlık numarası yaptım. Eğer sana soranlar olursa benim kulağımın ağırlaşmış olduğunu ve sağırlaştığımı herkese söyle. Ben de yarından itibaren artık kulağımın ağırlaştığını, sağırlaştığımı ve tüm talebelerimin yüksek sesle konuşmaları gerektiğini onlara söyleyeceğim. O kadın vefat edinceye kadar herkes benim sağır olduğumu bilsin. Yeter ki, o kadın mahcup olmasın

O sıralarda elli yaşlarında olan Ebû Bekir, kadın vefat edinceye kadar sağırlık numarası yaptı. Halk da, “Kulağı işitmiyor” diye kendisine “el-Asamm” (sağır) lakabını taktı. Kadın on beş yıl sonra vefat edince Ebû Bekir, “Allah’ın lutfuyla kulağım iyileşti” diyerek sağırlık numarası yapmayı bıraktı. Ama çoktan herkes ona “Ebû Bekir el-Asamm”  demeye başlamıştı bile…

İslam âlimlerindeki bu yüksek ahlakı nasıl izah edebiliriz?  “Sır saklama adabı” dersek, hiç kimse bu denli bir fedakârlık yaparak sır saklamaya çalışmak mecburiyetinde değildir… “Diğergamlık ve başkasını kendi nefsine tercih etmek” dersek, hiç kimse bunca yıl eziyet çekerek diğergam olmak zorunda değildir. Biz ancak buna “Muhammed ahlakı” (s) diyebiliriz… Çünkü Allah ona, “Kuşkusuz ki, sen yüce bir ahlak üzere yaratılmışsın” demiştir.