BİR KEZ DAHA DEHŞETE KAPILDIM

BİR KEZ DAHA DEHŞETE KAPILDIM

Erzurum’da okurken, F. Gülen yılda bir veya iki kere babasını ziyarete gelirdi. Geldiğinde Kırkıncı Hoca’yı da ziyaret eder, bir yerde buluşurlar ve sohbet ederlerdi. Bir-iki kez onların sohbetlerinde ben de bulundum. Gülen, babasını ziyarete geldiğinde yanında 4-5 talebesi de olurdu. 1978-79’lu yıllar, Gülen’in vaaz kasetlerinin ekmek gibi satıldığı bir dönemdi. O günlerde, Gülen’le birlikte olan beş kişiden üçü bugün Gülen’in karşısında yer alıyorlar. Bu çok dikkat çekici bir noktadır. Onlardan birisi de Latif Erdoğan’dır. Onu Erzurum’da görmüştüm.

Geçenlerde bir televizyon programında Latif Erdoğan’a soruldu: “Sizce, sürekli olarak Twiterla cemaat lehinde ve hükümet aleyhinde yazı yazan ve kehanetlerde bulunan Fuat Avni kim olabilir?” Latif Erdoğan Hoca kısaca şöyle dedi:

“İddia ederim ve her türlü yeminleşmeye hazırım ki, bu “Fuat Avni” denilen şahıs F. Gülen’in kendisidir. Çünkü örgütün içinde, f. Gülen dışında hiç kimse  “Fuat Avni” mahlasıyla yazı yazanın bilgilerine sahip değildir. Bu bilgilere, F. Gülen’den başkası sahip olamaz. Çünkü F. Gülen, bildiği bazı sırları hiç kimseyle paylaşmaz. Sadece ona bağlı olarak dünyanın her yerinden haber toplayan ve ondan başkasıyla asla bir şey paylaşmayan bir ekibi vardır. Dolayısıyla, “Fuat Avni” denilen zat, Gülen’den başkası değildir. Ha, bu ismin esprisini de söyleyeyim size:  Kendisi, Erzurum’da kabadaylık yapan ve ona-buna sataşan “Kanlı Fuad” adında bir adamdan sitayişle söz ediyor ve “Kanlı Fuad benim idolümdür” diyordu. İşte Fuat Avni mahlasıyla yazı yazan Gülen’den başkası olamaz

Doğrusu Latif Erdoğan’ı dehşet içinde izledim. Yıllarca ülke içinde faaliyet göstermiş, talebeler yetiştirmiş, Türkiye’nin resmi ve sivil birçok kuruluşunda yer almış, dünyanın 170 ülkesinde okullar açmış, medya ve sermaye sahibi olmuş, sonra da ABD’ye kaçmış bir Türk vatandaşını düşünün. Bu şahsa bağlı olarak çalıştığı iddia edilen ve devletin içine nüfuz etme, kılcal damarlarına girme ve telefon dinleme faaliyetinden sonra işi darbe girişimine kadar götüren bir örgüt, hükümet tarafından fark ediliyor. Fark edilmesi üzerinden bir yıl geçtiği halde, hala Hükümetin gizli bir şekilde atacağı adımları önceden haber alıyor ve ona göre vaziyet alıyor.  F. Gülen “Fuat Avni” olsun veya olmasın, gerçekten dehşet verici bir örgütle karşı karşıyayız.

Burada bizi düşündüren birkaç önemli husus vardır:

Birincisi, emrinde MİT ve istihbarat birimleri olan bir hükümet nasıl olur da, 12 yıl boyunca bu derece gayri meşru işler yapan bir örgütün farkına varmıyor? Bu soruya şimdiye kadar tatmin edici bir cevap verilemedi.

İkincisi, bu örgütün fark edilmesi üzerinden bir yıl geçtiği halde nasıl olur da, hala devletin kılcal damarlarında faaliyet gösterebiliyorlar? Acaba sorumlular kim?

Üçüncüsü, acaba hükümet yetkilileri, “Biz de kandırıldık, hıyanete uğradık” demekten başka bir öz eleştiri daha yapacaklar mı?

Her ne kadar, Gülen tarafından asla sevilmeyen ”Milli Görüş” geleneğinden gelen hükümet ile cemaat arasında, zamanla “Askeri vesayeti ortadan kaldırma” formülüyle hulasa edilebilen “zorunlu işbirliği” hâsıl olmuş olsa bile, bir taraftan askerî vesayete karşı, diğer taraftan hükümetin altını oyan bir çaba içinde olanları fark etmek, modern bir devletin en temel görevidir.

 Doğrusu Sayın Erdoğan ve Davutoğlu, Ak partinin içinde yer alan birçok vekilin hala o örgütle organik bağlar içinde olduklarını ve bu örgüt konusunda kendileri gibi düşünmediklerini, çünkü bu güne kadar o örgütün aleyhinde bir tek laf bile etmediklerini biliyorlar. Bence bu insanlara, “Siz neden böylesiniz?” şeklinde bir kınama yapılmamalı. Çünkü biraz önce de ifade ettiğim gibi, Ak Parti hükümeti ve Sayın Erdoğan, askerî vesayetten o kadar bizâr olmuştu ki, bu konuda kendisine yardım edecek olan herkese dört elle sarılacak bir konumdaydı. Nitekim öyle oldu: 2010 yılında Anayasayı değiştirmek için cemaatin ve F. Gülen’in gösterdiği çabayı hatırlayın.  F. Gülen’in, “Gerekirse mezardakileri kaldırıp onlara oy kullandırmalı” sözüyle, anayasa değişikliğinin kendi örgütü için ne kadar hayatî olduğunun sinyallerini de vermişti. Ancak hükümet 2010 anayasa değişikliğiyle, bir taraftan askerî vesayetten kurtulurken, diğer taraftan cemaatin seçtirdiği militan hâkimlerle kuşatılmış bir duruma gelmişti. Eğer bir hükümet tüm üyeleriyle bu örgütün tuzağına düşmüş ise, vekiller ne yapsın.

Ben geçen haftaki operasyona kadar, F. Gülen’in bir çıkış yaparak olumlu bir dönüş yapabileceği konusunda bir umut taşıyordum. Ancak Karaca ve Dumanlı’nın gözaltına alınma sürecinden sonra, bütün dünyayı ayağa kaldıran ve Yahudi bozması Batılı yazarların Türkiye Cumhuriyeti devletinin aleyhinde konuşmalarını sağlayan bir örgütten artık olumlu bir şey beklemiyorum.