BELLİ Kİ PEYGAMBER'İ TANIMIYORLAR
Geçen gün bir partinin eski genel başkanı, boyunu aşan ve inancını sorgulayan bir laf etti. Kendi aklınca, “Siyasete ayar verecek” bir laftı güya… Ne demişti o genel başkan?
Referandumda “Hayır” kampanyasını yürütürken bir salon toplantısında konuşmuş ve şöyle demiş: “Olmaz böyle bir şey arkadaşlar. Beşer şaşar. Böyle bir yetkiyi peygambere versen peygamberi bozarsın. Olmaz, kimseye bu yetki verilmez, verilmemeli."
Bu sakıncalı sözü söyledikten sonra düzeltmeye çalıştı; fakat yanlış bir söz söylediğini kabul etmeden kem-küm etmeye başladı. Bu kez de evliyaları işin içine kattı. Anlaşılan bu zat ne evliyayı ne de peygamberi tanıyor.
Her şeyden önce peygamber, Allah’ın elçisidir. Yani Allah, insanlara hidayet yolunu göstersin diye onu görevlendirmiştir. Vahiy meleği Cebrail vasıtasıyla da ona mesajlarını göndermiştir. Peygamberlik makamı ilimle, ibadetle, çabayla, siyasetle veya cebirle elde edilen bir makam değildir. Peygamberlik makamı sadece Allah’ın lütfudur. Kimi elçi yapacağını sadece Allah bilir.
Durum böyle olunca kuşkusuz peygamberin de özellikleri vardır: Her şeyden önce peygamberler masumdurlar. Yani hiçbir zaman Allah’a isyan etmezler, edemezler. Üstelik süper zekâ sahibi ve akıllıdırlar. Gelelim “Bu yetkileri Peygamber’e versen onu bozarsın” sözünün saçmalığına.
Bir kere peygamber yetkiyi halktan almaz; çünkü seçimle işbaşına gelmez. O sadece Allah’tan emir alır. Allah’ın ona verdiği yetkiyi de ne kimse elinden alır, ne de kendisi o yetkiyi su-i istimal edebilir. Yani peygamberin, kendi başına hareket etme yetkisi yoktur. Allah Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber’in kendi başına hareket edemeyeceğini en güzel şekilde şöyle ifade eder:
“Eğer peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık. Sonra onun can damarını koparırdık. Hiç biriniz buna mani olamazdınız.” (Hakka, 69/44-47)
Bu şekilde Allah tarafından koruma altında olan bir peygamber için böyle bir laf söylemek Türkiye’nin liderliğine talip olan bir kişi için büyük bir kusurdur. Elbette ki herkes kusur işleyebilir; o zat da işlemiştir. Ama yapacağı şey, ertesi gün kalkıp tövbe ve istiğfarda bulunmaktı. “Allah’ım senden af diliyorum; ey halkım, peygamberin şanına yakışmayan bir söz söyledim; büyük hata işledim. Benim için dua ediniz” demeliydi.
Ama o zat çığ gibi büyüyen tepkiler üzerine kalkıp öyle laflar etti ki, peygamberlik hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığı gibi, esasen bizim peygamberimizle diğer peygamberler arasında bir farkın bulunduğunu ifade eden beyanatlarda bulundu. Şu ibretlik sözler ona aittir:
“Oradaki ifade... Hazreti Âdem’den bu yana 124 bin peygamber geldi geçti. Onu daha önce evliya diye ifade ettim, Trabzon'da peygamber dedik. Küçük harfle yazılan peygamber. Herhangi bir peygamber değil. Yani 124 bin kişinin vasıflarını taşıyan birisi bile, üstün ahlaki nitelikli, üstün nitelikleri olan bir örnek şahsiyet bile bu anayasaları işletmez, böyle bir anayasal düzen konulmaz. Herkes hesap verir. Peygamberler Allah'a hesap verir, Kuran'a hesap verir."
Bu zata göre peygamberler farklı. Oysa Kur’an Müminlerin inancından söz ederken, “Onun elçileri arasında ayırım yapmayız” (Bakara, 2/285) ifadesini kullanır. O eski genel başkanın, “Küçük harfle yazılan peygamber” dediği Allah’ın elçisi değil mi? Bir de “peygamberler Kur’an’a hesap verirler” diyor. Bu adam peygamberleri hiç tanımıyor.
Velhasıl, konuştukça batmış ve işin içinden çıkamıyor. Onun gafını düzeltme çabası aklıma şu fıkrayı getirdi:
Bir adam bir âlimin yanına gelmiş ve: “Hocam o hangi veliydi, kızı Kerbela’da tilki tarafından parçalanmıştı?” diye bir soru sorar. Âlim sorunun ne kadar fazla hata barındırdığını anlayınca şöyle der: “Birader, bir kere o dediğin evli değil, peygamberdi. Kızı değil, onun oğluydu. Kerbela değil, Kenan bölgesiydi. Tilki tarafından, değil Kurt tarafından olması gerekir. Üstelik parçalanmamış, Kurt tarafından parçalanma süsü verilmişti. O çocuk Yakub Peygamber’in oğlu Hz. Yusuf idi.”
Allah ıslah etsin; bu eski genel başkanın hangi sözünü düzelteceğimizi biz de bilmiyoruz.