Sonra “Kurumuş kemikleri diriltecek olan” Künfeyekün sırrıyla, Bir anda hayat sunar insana yeniden... Bahar gelir ağaçlar dirilir, Haşir gelir, İnsanlar dirilir... Bir ağaç, insana neler neler söyletir... Bediüzzaman da risalelerde, Hep ağaç kavramına değinir... Siyah Dut da bunlardan biridir... Öyle ki Bediüzzaman bu ağacın ilhamıyla, Uzun bir manzume dile getirir... Adı Siyah Dut'un bir meyvesidir...
“Kur'ân dedirtir; ben de derim, hiç de çekinmem.” “Ondan, Ona şekvâ ederim, sen gibi şaşmam.” “Haktan Hakka feryad ederim, sen gibi aşmam.” “Yerden göğe dâvâ ederim, sen gibi kaçmam.” “Mevte, ecele dost bakarım, sen gibi korkmam.” “Kabre gülerekten girerim, sen gibi ürkmem.” “Elhamdülillâh" diyerek, rahat bulup yatacağım;” “Zahmeti çekmem, vahşette kalmam.” “Allahü ekber" diyerek ezan-ı haşri işitip kalkacağım;” “Mahşer-i ekberden çekinmem, mescid-i âzamdan çekilmem.” “Lûtf-u Yezdân, nur-u Kur'ân, feyz-i İmân sâyesinde hiç üzülmem.” “Durmayıp koşacağım,” “Arş-ı Rahmân zılline uçacağım,” “Sen gibi şaşmam inşaallah.”
KİRAZ AĞACI- Katip Osman adlı bir talebe, Üstada kiraz gönderir sepette, Bediüzzaman iki gün dokunmaz meyvelere, Başkasının malıdır diye... Sonra manevi bir ihtar ile, Dağıtır talebelerine, Yerler kirazları hep birlikte... Ispartaya döndüğünde; “Keçeli!” “Üçüncü gün izin verildi” “Kirazından yememize” “Fakat yememiştim daha önce” “Böyle lezzetli bir meyve ”
Deyince talebesine, O kiraz ağacının yanına giderler, Hep birlikte... Üstad o ağacın, Kirazından ister her sene... Talebe de gönderir seve seve... Fakat Üstadın vefat ettiği sene... Kiraz ağacı bir anda çekilir içine, Bir daha yemiş vermez olur, Ve dallarını serer yere, Kurur...
DARAĞACI- Bir insan, hayatında, Kaç kez karşılaşabilir ki, Bir darağacıyla? Ya da bir insan, Nasıl bir varlık olur da, Onu defalarca idam etmeyi dilerler? Elden gelse, İdam ettikten sonra, Yeniden, yeniden, Yeniden asarlar o ağaca... Nemrut gibi, Firavun gibi, Cengiz gibi, Hülagü gibi, Şeddatlar bile, Bir defa öldürülebilirler yer yüzünde... Bir kez asılabilir, Bir kez dünyaya veda edebilirler...
Fakat Bediüzzaman... O insanların gözünde, Nasıl bir şahıs ki, Bin defa, yüz defa ölse, Yine de korkarak dirilmesinden, Yine, yeniden, her fırsatta, Gönderilmiş darağacına... Bediüzzaman boyun eğmemiş, Korkmamış, yılmamış... Sonunda vefatı, Döşeğinde gerçekleşmiş... Ama dirilmesinden korkma noktasında, Haklılar belki, Çünkü Evet! Bediüzzaman bir ölmüş, Fakat bir değil, Bin değil, Milyon dirilmiş...
ÇINAR AĞACI- Barla'da Bediüzzaman'ı ilk gören, Ona ilk selam edenlerdendir, Çınar Ağacı... Evinin karşısında duran, Muhteşem, muazzam, Haşmetli, hikmetli bir ağaç... Bediüzzaman'ın kaldığı yerle yan yana, Gönül gönüle... Bediüzzaman devletin gösterdiği, Eve yerleşince, O evden ağaca giden, Tahtadan bir yol, Ve bir odacık yapar, Marangoz bir talebe... 8 sene yaşar Bediüzzaman, Çınar ağacıyla birlikte... Kah üstünde, Kah seyirliğinde, Kah gölgesinde... “Ben bu Çınar ağacını” “Yıldız Sarayına değişmem,” diye, Ona olan bağlılığını döker dile, Çınarsa başka bir ana kucağı gibi, Karşılıksız basar bağrına Üstadı...
Her yeni gün selamlaşırlar, Her gezi dönüşünde, Hasretle kucaklaşırlar... Çınar sever Bediüzzamanı, Her an bekler Onu, O yokuşlu yolun başında, Bediüzzaman da anlar Çınar'ın halinden... Fakat yazık ki, Bir gün ayrılık vakti gelir, Bediüzzaman türlü zulumden geçirilir... Türlü beldelerde gezdirilir, Dert çeker, hastalık çeker, yaşlanır... Sonra... Tam yirmi yıl sonra... Bediüzzaman ve Barla... İki sevgili buluşurlar yeniden... Fakat hiçbir şey eskisi gibi değildir artık... Kocaman bir kilit... Çınar ağacındaki tahta yeri yapan, Talebe marangoz Mustafanın kapısındadır... Bediüzzaman ve iki talebe, Gözleri yaşlı, Bir nefeste Çınarın yanına varır...
O an, yalnız kalmayı ister Bediüzzaman... Talebeler onu yalnız bırakır... İşte Çınar ve Bediüzzaman, Yeniden karşı karşıyadır... Görünüşte sadece, Bediüzzaman'ın yanakları ıpıslaktır, Ama eminim ki, Koca Çınarda ağlamaktadır... Üstad şimdi sarılmış ağacın gövdesine, Hıçkırıklarla ağlamaktadır... “Anne”sine sarılır gibi... Kucakta sarmalanan yavru gibi... Yok! Yok! Mecnun bile, Leylasına kavuştuğunda, Böyle derinden yanmamıştır... Mecnun Leylaya, Çınar kadar sadık kalmamıştır... Çınar yıllar boyu beklemiştir, Üstadının yolunu... Geç de olsa yeniden, Birbirlerine kavuşmuşlardır... Çınar bu gün aynı yerde, Hala hizmete devam etmekte... Sadaketle, hasretle, Üstadının yolunu beklemekte, Belki bir gün gene, O yokuşun başından, Sahibini görür de... Hasreti bir nebze diner diye...
BEDİÜZZAMANIN AĞAÇLARI- Hilmi Doğan diyor ya,” “Tepelice Çama çıktım” “Gelincik Dağına baktım” “Mümkün olsa kalacaktım,” “Bir ömür boyu Barla´da” “Seherde açan güllerin,” “Çeşmindeki bülbüllerin,” “Cennet yurdumda göllerin,” “En güzel suyu Barla´da.” “Kara Dut, Cennet Bahçesi,” “Kara Kavak'ın meşesi,” “Ulu Çınar'ın gölgesi,” “Gölgeler koyu Barla´da.” “Çamdağından esen yeller,” “Zikir arkadaşı dallar,” “Üstad´a muntazır yollar,” “Gelecek deyü Barla´da.”
O ağaçlar ki, Bediüzzamanındı... Seherde açardı gülleri, Çeşmindeydi bülbülleri, Dallar zikir arkadaşıydı, Hepsi, ömür boyu Barla'daydı... Bediüzzaman olmasaydı, Biz bu gün bu ağaçları tanımayacaktık... Tanımayacaktık Kara dutu, Tanımayacaktık Çamı, Çınarı, Katranı... Ağaçların da bir ruhu olabileceğini, Asırların en büyük eserinde, Birer insanmış gibi, İsimlerinin geçebileceğini, Ağacın insan hayatında, Ne denli önem arz edeceğini, Bilemeyecektik...
Şimdi, Varsın bin defa kessinler, O ağaçların her birini... Yetmedi söksünler, En dibe değmiş köklerini... Sonra ayırsınlar parçalarını da, Uzayın dört bir yanına savursunlar, Gömsünler ya da, Dünyanın magma denilen tabakasına,,, Yansın, kül olsun her bir yaprağı, dalı... Yok olsunlar geri dönmemecesine... Vaveyla etsin bazıları, Endişelensin durmadan... Ya da sevinsin bunu yapanlar, Bir iş başardık diye böbürlensinler... Peki ama, Ya nasıl kesecekler gönüllerdeki, Bediüzzaman ağaçlarını? Hangi insani veya maddi kuvvet, Yok edebilecek, Gönüllere dikilmiş NUR Ağaçlarını?
Kim kesecek sorarım, Şu naçiz gönlümdeki, Çam ağacımı, Ulu Çınarımı, Kara Dutumu, Katranımı? Varın kesin şimdi hepsini birden, Katili olun onların... Elinizi bu günahla boyayın... Kabil'in Habili öldürdüğü gibi, Nemrud'un İbrahimi ateşe attığı gibi, Ebu Cehil'in Peygambere, Tuzak kurduğu gibi, Tıpkı Onlar gibi olun sizde, Yakın, yıkın yok edin masum bedenleri... Ama şunu da unutmayın... Kıyamete kadar, Hatta Ahiret yurdunda bile, Ne Katran unutulur, Ne Ulu Çınar... Ne Kara Dut unutulur, Ne de Bediüzzaman'la yaşayan Bütün ağaçlar...
Tevhidhaber /Risale haber