Bediüzzaman'dan Musa Anter'e Ders Gibi Cevap
Musa Anter'in Bediüzzaman'a sorduğu soru ve aldığı cevabı biliyor muydunuz?Tarihçi yazar Mustafa Armağan, Üstad Bediüzzaman Said Nursi ile ilgili belki de pek çok kişinin bilmediği bir hatırayı paylaştı.
Suikaste kurban giden Musa Anter'in bir sohbet ortamında Üstad Bediüzzaman'a, Muhterem Hocam, çocukluğumdan beri duyduğum ve tüm Kürtlere sempatik gelen adınız Melaye Saidi Kürdî idi. Şimdi de her gün Türkler sizi oradan oraya sürüyor, hapsediyor, mahkemelerde süründürüyor ama siz hâlâ Türkleri cennete götürme çabası içindesiniz; bu nasıl iştir ben anlamadım. şeklinde soru yönelttiğini belirtti.
Soruya karşılık Said Nursi Hazretleri'nin ise Evladım, daha çocuksun, bilmiyorsun (anlamıyorsun) ben ne yapıyorum. Oku ve ilim öğren. şeklinde adeta ders niteliğinde cevap verdiğini ifade etti.
Armağan, Kürtçü diye sunulan Bediüzzaman Said Nursinin kavmî ayrımcılığı çocukluk olarak gördüğünü ve bunun ötesine geçip ilim ve iman temelinde yeni bir sentez vücuda getirmekle meşgul olduğunu bu hatıradan bir kere daha öğrenmiş olunduğunu aktardı.
İşte Mustafa Armağan'ın Zaman'da yer alan yazısı:
1992 yılında derin devlet tarafından öldürülen Musa Anterin Bediüzzaman Said Nursi hakkında ilginç bir hatırası olduğunu biliyor muydunuz? Bilenler biliyordur muhakkak ama nedense bu tür bilgiler biyografilerine girmemekte inat ediyor.
Oysa Üstad ile ilgili ne bulursak yayınlamalı değil miyiz? Hayatı hakkında eksiksiz bir çalışmaya ancak pergelimizin ayağını böylesine genişçe açarak ulaşabiliriz.
Said Nursinin hayatı hakkındaki kitaplar birbiri ardınca çıkıyor ve her biri yeni ışıklar saçıyor ufkumuza. Çocukluğumda biyografi adına sağlığında basılmış Tarihçe-i Hayatı dışında bir tek Eşref Edipin ufak yeşil bir kitabı gezerdi elden ele. Sonra Necmeddin Şahinerin olağanüstü bir emekle hazırladığı Son Şahitler dizisi (itiraf edelim, bu kadar geniş kapsamlı çalışmayı ancak bir enstitü başarabilirdi) ve 66. baskısını hazırladığını öğrendiğim biyografisi geldi.
Ardından talebelerinden Abdülkadir Badıllının üç ciltlik çalışması yanında Şükran Vahidenin, Cemalettin Canlı ve Y. Kenan Beysülenin ve yakınlarda ilk cildi çıkan Ahmed Akgündüzün eserleri bilmediğimiz nice ayrıntıyla donanmış bu bereketli ömrün birer tablosunu sundular.
Öncelikle gösterilen her gayrete şükran borcumuz olduğunu hatırlatalım. Lakin hâlâ doldurulması gereken nice petek gizli bu bereketli ömürde.
Geçenlerde Tilloya yolum düştüğünde Hâsya Kümbetini ziyaret ettim. Bu basık kubbenin altında Bediüzzamanın Kamus-ı Okyanus adlı sözlüğü Sin harfine kadar ezberlediğini okumuştum ama görmek nasip olmamıştı.
Sadece altında bir inziva dönemi geçirdiği bu gösterişsiz kubbeden yola çıkarak bile bize bu bilgiyi aktarmış olan Müküslü Hamzaya, Kamus yazarı Firuzabadiye ve II. Mahmud döneminde onu dilimize kazandırmış olan Gaziantepli Asım Efendiye, oradan Said Nursinin küçük kardeşi vasıtasıyla civardaki bir tekkeden gönderilen yemeklerini karıncalarla paylaşma ve kendisini bir ay namazda rükûya varmaktan men eden taşlanma sahnelerine kadar pek çok izle buluşmuş oldum.
Demek ki, Bediüzzamanın hayatı hâlâ tespit edilmeyi bekleyen nice enstantaneyle dolu. Nitekim kendisiyle telefonla görüştüğüm Necmeddin Şahiner Beyefendi Tarihçede geçen Kiroğlif adlı köyün Moskova civarında bulunduğunu ve Bediüzzamanın esaretten kaçarken burada bir müddet kaldığını söyleyerek yeni bir malumatı hafızamın ebru teknesine damlatmış oldu.
Öte yandan Musa Anter, 1991de basılan hatıralarında ilginç bir hatırasını paylaşır bizlerle. Bildiğim kadarıyla Bediüzzamanın hayatını anlatan kitaplara girmemiş olan bir bilgi kırıntısını sizinle paylaşmak istedim.
Bediüzzaman bir Kürtçüye ne cevap verdi?
Musa Anterin, bir zamanlar Büyük İslam Tarihi adlı kitabıyla tanıdığımız ve Said Nursinin arkadaşlarından olan Abdurrahim Zapsunun damadı olduğunu hatırlatalım. (Abdurrahim Zapsu kim mi? Bediüzzamanın esarette malum Rus subayı karşısında ayağa kalkmadığı bilgisini borçlu olduğumuz kişi diyeyim de siz anlayın).
Gerçi Anter, Bediüzzamanın tamamen Kürtlüğüyle ilgilidir ama bize anlattığı olay, onun müspet hareket çizgisini bir başka ve dışarıdan bir şahit vasıtasıyla ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır.
Musa Anter hayatı başlı başına ciltler dolusu ibret levhalarıyla dolacak çaptadır dediği Bediüzzamanın 1945te İstanbulda bir mahkemesi olduğundan bahseder. (Galiba karıştırmıştır yazar, zira Üstad 27 yıllık ayrılıktan sonra 1952de gelecektir İstanbula. Ayrıca 1945te aşağıda isimleri yazılı Kürt alimlerin bir evde toplanması olacak şey miydi?) Şöyle yazar:
Bir akşam yemeğine kendilerini evime davet ettim. İstanbuldaki tüm seçkin Kürt din adamları da gelmişlerdi. Örneğin Şeyh Şefik Arvasi, Şeyh Eminzade, Bitlisli Şeyh Mustafa, Abdulhakim Arvasinin oğlu Kadıköy Müftüsü Mekki Arvasi, Cemalettin Arvasi gibi Yemekten sonra bölgemize has semaverli çay faslı başladı.
Sohbet koyulaşmıştır ki, gençliğinde aşırı Kürt milliyetçisi olduğunu söyleyen Musa Anter, birdenbire ve patavatsızca bir soru yöneltir Bediüzzamana. Kürtçe şöyle der:
Muhterem Hocam, çocukluğumdan beri duyduğum ve tüm Kürtlere sempatik gelen adınız Melaye Saidi Kürdî idi. Şimdi de her gün Türkler sizi oradan oraya sürüyor, hapsediyor, mahkemelerde süründürüyor ama siz hâlâ Türkleri cennete götürme çabası içindesiniz; bu nasıl iştir ben anlamadım.
Bu hiç beklemediği soru karşısında Bediüzzamanın o nur ve ilim fışkıran gözlerini bir projektör gibi Musa Antere çevirdiğini ve tatlı bir tebessümle Ev kî ye Abdurehim? (O kimdir Abdurrahim?) diye Abdurrahim Zapsuya sorduğunu görürüz. Zapsu Eniştemdir deyince Üstadın Musa Anteri Evladım, hele yanıma gel diye çağırdığını okuyoruz. Anter gidip yanına oturur. Bediüzzaman da elini onun boynuna sarar, öper ve Kürtçe şunları söyler kendisine:
Evladım, daha çocuksun, bilmiyorsun (anlamıyorsun) ben ne yapıyorum. Oku ve ilim öğren.
Bence bu veciz cevap üzerinde biraz durmak lazım.
Hem taraftarı, hem de karşıtı olan kimi çevrelerce Kürtçü diye sunulan Bediüzzaman Said Nursinin kavmî ayrımcılığı çocukluk olarak gördüğünü ve bunun ötesine geçip ilim ve iman temelinde yeni bir sentez vücuda getirmekle meşgul olduğunu bu hatıradan bir kere daha öğrenmiş oluyoruz.
-Müspet hareket ilkesi-
Bediüzzaman Said Nursinin ilim ve iman odaklı Türkiyenin yeni barış programında en verimli yöntemi müspet (pozitif) hareket olacaktır. Şahsına yapılan hakaret ve zulümleri bir derviş gibi önemsememek ama kanun dairesinde yapacaklarından da asla taviz vermemek bu programın usulü olarak karşımıza çıkar.
Nitekim Afyon Hapishanesinde mutlak bir tecrit altında tutulurken yöneticiler pencerelerini mıhlayarak kapatırlar. Pencereden mahkûmlarla selamlaşma ve görüşmesini engellemek istemektedirler. Bunun üzerine talebelerine şu mektubu yazar:
Hiç merak etmeyiniz Bilâkis benim ehemmiyetsiz şahsım ile meşgul olup Nurlara ve talebelerine çok sıkıntı vermediklerinden, benim, cidden ve kalben, onların şahsımı ihanetler ve işkencelerle tâzib etmeleri, Nurların ve sizlerin bedeline olduğu ve bir derece Nurlara ilişmemeleri cihetinde memnunum.
Umumun faydası için şahsına yapılan haksızlığı dahi bırakın affetmeyi, memnuniyetle karşılayan Bediüzzaman, belki de dünya tarihinde kendi eserinin okuyucusu ve kendi davasının müridi olmak bakımından tek örnektir. O kadar ki, iman ehline bir iman hizmetinde bulunabilmek için değil dünya hayatını ve fani makamlarını, gerekirse ahiret hayatını da feda etmeye hazır olduğunu, hatta bazı biçareleri cehennemden kurtarmak için gerekirse cenneti bırakıp cehenneme girmeyi kabul ettiğini söyleyecek kadar da delidir.
Cehennemi söndürmeye ve cenneti yakmaya koştuğunu söyleyen Rabiatül-Adeviye hazretlerinden çağımıza düşen yakıcı bir iz yok mudur bu sözlerde?
Habervaktim.com