Bediüzzaman'a göre Miraç'a iman ve mutluluk
O Nebiler Serveri Efendimiz Aleyhisselam; getirdiği bu aydınlık ile insana şu Kâinat'ın güzelliklerini göstermiş, böylece Kâinat'ı ve bütün şuur sahibi varlıkları sevinçlere sevk etmiş ve mutlu etmiştir.
İnsan aciz, fakir, sınırsız ihtiyaç sahibi bir varlık olduğu halde, Her Şeyin Sahibi Ezeli ve Ebedi bir Sultan tarafından muhatap alınmış ve cennetine namzet bir varlık yapılmıştır. Bu da Bediüzzaman'ın ifadesiyle; ‘'İnsan olan bütün insanlara, nihayetsiz bir sürur, hadsiz bir şevk vermiştir.'' (Sözler,31.söz,4.esas.1. Meyve)
Miraç hadisesiyle kendisini ebedi bir yokluğa mahkûm zanneden insanlığa, cennet gibi ebedi bir mutluluk kapısı açılarak müjdelerin en güzeli verilmiştir. Bediüzzaman bu müjdenin derecesini şöyle ifade eder:
‘'Bir adama, idam edileceği anda, onun afvıyla kurb-u şahanede bir saray verilse, ne kadar sürura sebebdir. Bütün cin ve ins adedince böyle sürurları topla, sonra bu müjdeye kıymet ver.'' (Sözler,31.söz,4.esas.3. Meyve)
‘'İnsan kâinatın kıymetdar bir meyvesi ve Sâni'-i Kâinat'ın (Kainatın sanatkarı) nazdar sevgilisi olduğu, Mi'rac ile anlaşılmış.'' (Sözler,31.söz,4.esas.5. Meyve)
Efendimiz Aleyhisselam, Miraç'tan insanlar için işte böyle bir müjdeyle dönmüştür. Kâinat'ın Müjdecisi Efendimizin insanlığa getirdiği bu müjdeyle insan, yaratılmışların en üst seviyesine çıkmıştır. Bu ise insan için sonsuz bir onur ve mutluluktur.
Bediüzzaman'a göre; insanın bu mutluluğa ve onura lâyık olabilmesi için Kainat'ı mümin bir kulakla dinleyip, müslim bir gözle görmelidir. Yani baktığı her nesnede Sani-i Hakim'i (Kainatın Sanatkarı) görmeli ve her bir nesneyi de O'nu tesbih ediyor halde duymalıdır. Eğer insan Evren'e bu nazarla bakmazsa her şeyi birbirine ve kendisine düşman varlıklar olarak görecektir. Çünkü güneşin ışığı nesnelerin üzerinden kaybolursa her bir nesne karanlığın keşmekeşinde kaybolur. Ama insan, her bir nesneye güneşin ışıklarındaki nurla bakarsa onları görür ve kendisine dost olduklarını anlar, rahata erer.
Bediüzzaman bu mutluluğu daha da somutlaştırmak için kısa bir temsil verir:
‘'Senin ile biz, sahra-yı kebir gibi bir mevkideyiz. Kum denizi fırtınasında, gece o kadar karanlık olduğundan, elimizi bile göremiyoruz. Kimsesiz, hâmisiz, aç ve susuz, me'yus ve ümitsiz bir vaziyette olduğumuz dakikada, birden bir zât, o karanlık perdesinden geçip; sonra gelip, bir otomobil hediye getirse ve bizi bindirse, birden cennet-misal bir yerde istikbalimiz temin edilmiş, gayet merhametkâr bir hâmimiz (himaye eden) bulunmuş, yiyecek ve içecek ihzar edilmiş bir yerde bizi koysa; ne kadar memnun oluruz, bilirsin.
İşte o sahra-yı kebir, bu dünya yüzüdür. O kum denizi, bu hâdisat içinde harekât-ı zerrat (zerrelerin hareketi) ve seyl-i zaman tahrikiyle (zamanın şiddetle akması) çalkanan mevcudat (varlıklar) ve bîçare insandır. Her insan, endişesiyle kalbi dağdar (üzüntülü) olan istikbali; müdhiş zulümat (karanlıklar) içinde, nazar-ı dalaletle (gafil bakış) görüyor. Feryadını işittirecek kimseyi bilmiyor. Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdur. İşte semere-i Mi'rac olan marziyat-ı İlahiye (Allah'ın rızası) ile şu dünya, gayet kerim bir zâtın misafirhanesi, insanlar dahi onun misafirleri, memurları, istikbal dahi cennet gibi güzel, rahmet gibi şirin ve saadet-i ebediye (Ebedi mutluluk) gibi parlak göründüğü vakit; ne kadar hoş, güzel, şirin bir meyve olduğunu anlarsın.'' (Sözler,31.söz,4.esas.3. Meyve)
İnsan beyninin algılamakta ve inanmakta en fazla zorlandığı Miraç olayına inanmakla, insanların ne derece bir mutluluğu yakalayabileceği ortadadır. İnanmak, mutlu olmaktır. BU gece o imanı artırmak elimizde. Kandiliniz mübarek ola
Arif Akpınar ([email protected])