Bediüzzaman ve Risale-İ Nur Hakkında Diyanete Rapor Yazan İlahiyatçılara Cevap

Bediüzzaman ve Risale-İ Nur Hakkında Diyanete Rapor Yazan İlahiyatçılara Cevap

Din Şurasından sonra bir gurup ilahiyatçı tarafından hazırlanan, Nur cemaati ve Bediüzzaman hakkında, ilimden uzak ve tenkidin çok ötesinde, kinle dolu ve gayri ilmî bir rapor Diyanet’e sunulmuştur. İlmî bir cevap yazmayacağım. Zira kin kusan bir rapora elbette ki ilmî bir cevap verilmez.

 Aslında kafaları karışık ve kimin adına çalıştıkları belli olmayan bu gurubun, bütün cemaatler arasından sadece Nur cemaati ve Risale-i Nur müellifi hakkında rapor yazıyor olması, Bediüzzaman’ın çağını ve çağdaşlarını ne kadar etkilediğinin bir işaretidir. Evet, Bediüzzaman, bütün hayatını Kur’an’a hizmetle geçirmiştir. O kendisini bir Kur’an hizmetkârı olarak takdim etmiştir. Bu ilahiyatçılar ise, ne yazık ki onun ortaya koyduğu Kur’an hakikatlerini okuma zahmetine katlanmadan onu tenkit etmeyi marifet sayan zavallılardır. Çünkü tenkide yeltendikleri Said Nursî’nin imana ve Kur’an dair yazdığı hiçbir kitabını, tenkit gözüyle bile olsa,  ciddi şekilde okumuş değillerdir.

Unutmamalısınız ki, şu anda serbestçe böyle bir rapor yazıyor olmanızda ve güya İslam’ı ve Kur’an’ı savunmanızda bile Bediüzzaman’ın emeği vardır. Onun İslam hakkında, “Şeriatın bir tek hakikatine bin ruhum olsa feda etmeye hazırım” şeklinde yaptığı kahramanane savunmaları olmasaydı siz bugün Kur’an’dan ve şeriatten söz edebilir miydiniz? Kur’an’ın, dinin ve dindarlığın mahkûm edildiği bir dönemde Bediüzzaman gibi şeriatı (kur’an’ı) müdafaa eden kaç hoca sayabilirsiniz?

Bu rapor ilmîlikten uzak, tamamen keyfiliğe ve kıskançlığa dayanan, zaman zaman da edep sınırlarını aşan bir paçavra hükmündedir. Çünkü bu rapor “Bediüzzaman ve Risale-i Nur eserleri İslam’a ve Kur’an’a muhalif safsatalarla doludur” ön yargısıyla kaleme alınmıştır. Geriye sadece, teşvik için talebelerine yazdığı mektuplardan bazı sözleri cımbızlayarak bu peşin hükme gerekçe hazırlamak kalmıştır. Öyle de yapmışlar. Dolayısıyla bu rapor, hasutluğun insan nefsinde biriktirdiği kin ve adavet dürtüsüyle yazılmış, türünün en çirkef örneklerinden birisidir. Şöyle ki:

Bütün Müslümanların ve özellikle Diyanet mensuplarının hep takdirle yâd ettikleri Eski Diyanet İşleri Başkanı merhum Ahmed Hamdi Akseki’nin Bediüzzaman hayranı olduğunu, Bediüzzaman’ın ona bir takım Risale-i Nur gönderdiğini ve bu takımın hala Diyanet kütüphanesinde olduğunu biliyor musunuz? Eğer Ahmed hamdi hoca sizin gibi modernist ve reformcu bir kafaya sahip olsaydı o Risale-i Nur takımını herhalde sobaya koyar, yakardı. Risale-i Nurlar hakkında yazdığınız bu çirkef rapordan ötürü, Sizin ve hepimizin hocası olan Ahmed Hamdi Akseki Hoca’ya kaşı hiç yüzünüz kızarmıyor mu?

Raporun sonuna eklediğiniz kaynakçadan anlaşıldığına göre, iftiralarınıza mesnet bulabilmek için sadece Sikke-i Tasdik-i Gaybi ve Tarihçe-i Hayat adlı kitapları okumuşsunuz. Siz neden sadece Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatını ve Sikke-i Tasdik-i Gaybî adlı kitabını okumuşsunuz? Yani siz neden hep meselenin olumsuz tarafına bakıyorsunuz?

Acaba Bediüzzaman’ın Kur’an hakikatlerine dair sizi tatmin edecek kadar güzel açıklamaları da yok mu? Mesela namazdan söz eden 9. Sözü, Haşir’den söz eden 10. Sözü, Tevhidin engin hakikatlerinden söz eden 7. Şuayı, 22. ve 33. Sözleri okudunuz mu? Okumadığınızı biliyorum; ama Risale-i Nurları okumadığınız halde, içinden sadece talebelerinin morallerini yüksek tutmak için işarî manalar ihtiva eden bir eseri okuyup onunla bütün külliyatı “safsata” olarak ilan etmiş olmanız, sizi “müfteri” ve “fırsatçı” durumuna düşürmüştür.

Bu durumda Yahudiler hakkında nazil olan  “Yoksa siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar.”(Bakara, 85) ayeti sizin hakkınızda da geçerli olur. Çünkü Bediüzzaman’ın tevhide, haşre ve nübüvvete dair yazdıklarını görmezden gelip sadece onun şahsî kusurlarının peşine düşmek, gafletin de ötesinde su-i edeptir, bir hıyanettir.

Neden böyle yaptığınızı biliyorum: Çünkü sizin amacınız aslında dine hizmet değildir. Asıl amacınız ümmet tarafından kabul gören bir İslam âlimini ve onun 47 dile çevrilmiş bulunan eserlerini, kinle dolu zihinlerinizi işgal eden boş kuruntulara kurban etmektir. Büyük bir kıskançlık ve bu kıskançlığın verdiği korku ve heyecan sizi tepeden tırnağa sarmıştır. Düne kadar korkudan sesiniz çıkmıyordu; şimdi devlet kendisini “Nur cemaati” olarak takdim eden FETÖ ile alenen savaşmaya başlayınca, siz de cesaret aldınız ve FETÖ üzerinden Bediüzzaman’a ve Risale-i Nurlara karşı kin kusmaya başladınız. Bu tavrınız, bilim adamlığı vasfına sığar mı?

Siz neden Bediüzzaman’ın yaşadığı sosyal ve siyasal şartlardan hiç söz etmiyorsunuz? Yani size göre onu tutuklayıp hapislere atanlar haklı mıydılar? Neden ona yapılan haksızlıklardan hiç söz etmiyorsunuz? Söz etmediğinize göre, yani onun mağduriyetiyle ilgili bir tek kelime bile yazmadığınıza göre, onu kasaba-kasaba dolaştıranların haklı, Bediüzzaman’ın da haksız olduğunu düşünüyorsunuz demektir. Eğer böyle düşünüyorsanız, ona karşı sadece su-i zanda bulunmuyorsunuz, aynı zamanda ona karşı canavarca hisler besliyorsunuz anlamına gelir. Eğer böyle değilse,  neden ona baskı yapan, onu idamla yargılayan şeflik döneminin zulmünden ve İslam’a karşı cinayetlerinden hiç söz etmiyorsunuz?

Çünkü siz korkuyorsunuz. Kanun yakanıza yapışır ve alır sizi hapse koyabilir diye o liderlerin İslam’a yaptıkları zulümden hiç söz bile etmiyorsunuz. Merak etmeyin; Bediüzzaman sizin yerinize de hapishanede yatmış, ödediği bedeller sebebiyle yeni nesilleri, dinleri sebebiyle hapishanelerde yatmaktan kurtarmıştır. Ama sizin yaptığınız nankörlüğe bakın ki,  Bediüzzaman hakkındaki anlatımlarınıza bakan kimse, devlete ve orduya başkaldırmış bir asiden ve dinimizi değiştirmeye çalışan bir cahil şarlatandan söz ettiğinizi sanır. Yazıklar olsun size…