BEDİÜZZAMAN VE RİSALE-İ NUR HAAKINDA YAZILAN MESNETSİZ VE GAYRİ İLMİ RAPOR (2)

BEDİÜZZAMAN VE RİSALE-İ NUR HAAKINDA YAZILAN MESNETSİZ VE GAYRİ İLMİ RAPOR (2)


Bediüzzaman ve Risale-i Nur hakkında Diyanete rapor yazan bazı İlahiyatçılar durumu yeni fark etmiş gibi, FETÖ üzerinden Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a saldırmaya başladılar.
Ey Hocalar! Siz yeni mi FETÖ’nün İslam’ı ve Kur’an’ı kendi hevesine göre yorumladığını fark ettiniz? Diyelim ki devlet bu adamın 40 yıldır neler yazdığını, neler söylediğini ve konunun din açısından hassasiyetini pek fark edemedi. Ya sizler? Siz rapor yazan hocalar FETÖ’nün nasıl bir adam olduğunu bilmiyor muydunuz? Fethullahçılar sizleri toplantılarına davet ettikleri zaman, masraflar onlardandır diye koşa koşa gidiyordunuz. Neden o zaman Fethullahçıları tenkit edip konuşmuyordunuz?
Neden konuşmadığınızı söyleyeyim: Çünkü siz onlardan korkuyordunuz. Hatta sadece onlardan değil, onları da “Nur talebeleri” kabul ettiğiniz için Bediüzzaman’ın talebelerinden de korkuyordunuz ve onlar hakkında en ufak bir laf etmekten çekiniyordunuz.
Ama şimdi? Şimdi nasılsa devlet FETÖ’ye karşı savaş ilan etmiş; durumu fırsata çevirmek için bir taşla iki kuşu vuralım diyerek FETÖ üzerinden Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a dil uzatıyorsunuz. Yıllarca sustuğunuz ve Risale-i Nur sempozyumlarına katıldığınız halde, şimdi ucuz kahramanlık yaparak Nur talebelerine ve üstatlarına saldırıyorsunuz. Bu tavır ilim adamlığına yakışır mı?
Diğer taraftan, Gülen “Tesettür teferruattır” dediği zaman siz üniversitede hoca değil miydiniz? Yine, “Cebrail bir parti kursa ve beni partisine davet etse onun partisine de girmem” diyerek imkânsız bir teşbih kurduğunda siz Türkiye’de değil miydin? Neden bu konular hakkında bir makale yazmadınız?
Yazmadınız, çünkü korkuyordunuz. Şimdi devletin gücünün arkasına sığınarak, ömrü boyunca mazlum ve mağdur olarak yaşayan bir İslam âlimine, tenkidin çok ötesinde ve edep sınırlarını aşarak dil uzatıyorsunuz. Sizlerin “bilimsel tenkit” anlayışınız bu mu?
Bu raporu yazanların bilimsel tenkit anlayışından yoksun olduklarının en büyük delili, Bediüzzaman’ın iktisat anlayışına getirdikleri tenkittir. Bediüzzaman’ın iktisat anlayışının ne kadar derbeder ve işe yaramaz olduğunu ortaya koymak için bir alıntı yapmışlar. Şeyh-i Geylanî ile bir kadın arasında geçen hikâyeyi alaylı bir dil ile aktarmışsınız. 19. Lema olan İktisat Risalesinde geçen hikâye şöyle:
“Bir zaman, Hazret-i Gavs-ı Âzam (k.s.) Şeyh Geylânî'nin terbiyesinde, nazdar ve ihtiyare bir hanımın birtek evlâdı bulunuyormuş. O muhterem ihtiyare, gitmiş oğlunun hücresine, bakıyor ki, oğlu bir parça kuru ve siyah ekmek yiyor. O riyazattan zaafiyetiyle, validesinin şefkatini celb etmiş. Ona acımış. Sonra Hazret-i Gavs'ın yanına şekvâ için gitmiş. Bakmış ki, Hazret-i Gavs, kızartılmış bir tavuk yiyor. Nazdarlığından demiş:
“Yâ Üstad! Benim oğlum açlıktan ölüyor; sen tavuk yersin!”
Hazret-i Gavs tavuğa demiş: “Kum biiznillâh!” O pişmiş tavuğun kemikleri toplanıp tavuk olarak yemek kabından dışarı atıldığını, mutemet ve mevsuk çok zatlardan, Hazret-i Gavs gibi kerâmât-ı harikaya mazhariyeti dünyaca meşhur bir zâtın bir kerameti olarak, mânevî tevatürle nakledilmiş. Hazret-i Gavs demiş: “Ne vakit senin oğlun da bu dereceye gelirse, o zaman o da tavuk yesin.”
İşte, Hazret-i Gavs'ın bu emrinin mânâsı şudur ki: "Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir.”
İlahiyat hocaları bu hikâyeyi naklettikten sonra alayvari bir üslupla “Said-i Nursî’nin İktisattan anladıkları bu seviyede…” diyerek hem cehaletlerini hem de bir allame olan Bediüzzaman’a karşı edep dışı tavırlarını ortaya koymuşlardır.
Belli ki bu hocalar, Bediüzzaman’ın “Ne vakit senin oğlun da ruhu cesedine, kalbi nefsine, aklı midesine hâkim olsa ve lezzeti şükür için istese, o vakit leziz şeyleri yiyebilir” şeklindeki altın değerinde bulunan sözünden bir şey anlamamışlar.
Kuşkusuz “Ruhun cesede, kalbin nefse, aklın da mideye hâkim olması ve lezzeti şükür için istemek” manaları, İlmî ve irfanî manalardır. Kalbî tefekküre ve ruhî eğitime sahip olamayan, takvayı kalplerine yerleşik bir sıfat olarak koyamayan ve akıllarını sadece cesetlerinin tahsin ve tezyini için kullananlar bu sözlerden bir şey anlamazlar.
Bu arada, eski diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu da bu modernist ve reformcu güruha katılarak bir televizyon programında “İbn-i Arabi, Said Nursi ve F. Gülen… Üçünün de ortak noktası; kendi yazdıklarının Allah tarafından yazdırıldığını iddia etmeleri… Böyle din anlayışı olur mu?” iddiasında bulunmuştur.
Ey Bardakoğlu! Sen Diyanet İşleri Başkanı iken Fetö lideri konuşmuyor muydu? Neden o zaman sesin çıkmıyordu? Sen Diyanet İşleri Başkanlığından ayrıldıktan ve 17-25 Aralık’tan sonra, Şanlıurfa’ya gelip Paralelcilerin okullarını (Tevhide Hatun Lisesini) ve camilerini açma törenine katılıp onlara bir konuşma yapmadın mı? Bunu inkâr edebilir misin?
Madem Fetönün liderini ve Bediüzzamna’ı bu kadar kötü tanıyordun; neden Şanlıurfa’da Fetöcülere ait Tevhide Hatun Lisesinin açılışına, hem de 17-25 Aralıktan sonraki açılışlarına katıldınız? Hatta Fetöcüler, sizin hükümete muhalif olduğunuzu, bu yüzden sizi yanlarına aldıklarını söylüyorlardı. Sahi, Ali Bardakoğlu gizli bir fetöcü olmasın?
Son söz:
Bediüzzaman hakkında iftiralarla dolu bir kitap yazan bir mülhit, ayet ve hadislere dayanarak Yahudiler hakkında açıklamalar yapan Bediüzzaman’ı Hitler’e benzetmiştir. Diyanete rapor hazırlayan ilahiyat hocaları da onun kitabından alıntı yapmışlar. Yani Bediüzzaman gibi bir İslam âlimini haksız, o mülhidi haklı durumuna düşürmüşler.
Diğer taraftan, ekseriyet itibariyle salavatlardan oluşan ve Gümüşhanevî hazretleri tarafından derlenmiş olan Mecmau’l-Ahzab için “Safsata” diye tanımlamışlar. Resûl-i Ekrem’e (s) hakaret içeren ve edep dışı olan bu sözlerinize cevap vermek bile füzuliliktir.
Anladığım kadarıyla Diyanet’in Risale-i Nurlara sahip çıkarak basım kararı almış olması bu hocaları kahretmiştir. Öfkelerinin asıl kaynağı budur. Çünkü raporun sonunda aynen şöyle diyorlar:
“Diyanet İşleri Başkanlığımız, Risale-i Nur’lara resmen sahip çıkıp onları kendi yayını olarak bastırmakla, ‎3-4 Ağustos 2016 tarihinde gerçekleştirdiği din şûrası olağanüstü ‎toplantısındaki tespitler‎e aykırı davranmış ve geleceğin “paralel yapısı” olmaya namzet bir cemaate özel ilgi göstermiş ve koruması altına almış demektir.”
Bu iddialarda bulunmak eğer kin ve husumetten kaynaklamıyorsa kehanettir, ihanettir. Üstelik sizler İlahiyat Fakültesi hocalarısınız. Size ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Sadece, “Bir ilahiyat hocası bu kadar kötü niyetli ve tedlisçi olabilir mi?” diyerek hayretimi gizleyemiyorum. Kanaatimce çabucak tövbe ve istiğfar etmelisiniz. Allah sizi ıslah etsin.