Bediüzzaman ve Medya
Matbuatın (Medyanın) gücüne inanan asrın müceddidi Bediüzzaman tüm hayatını bir medya türü olan kitap yazmaya ve yayınlamaya vakfetmiştir. O yılar önce Eşref Edip'le yaptığı söyleşide teşhisini koymuş ve demişti ki:
"Dünya, büyük bir manevî buhran geçiriyor. Manevî temelleri sarsılan Garb cemiyeti içinde doğan bir hastalık, bir veba, bir taun felâketi, gittikçe yeryüzüne dağılıyor. Bu müthiş sâri (bulaşıcı) illete karşı İslâm cemiyeti ne gibi çarelerle karşı koyacak? Garbın çürümüş, kokmuş, tefessüh etmiş, batıl formülleriyle mi?
Yoksa İslâm cemiyetinin ter ü taze iman esaslarıyla mı? Büyük kafaları gaflet içinde görüyorum. İman kalesini, küfrün çürük direkleri tutamaz. Onun için, ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum."
O, medyanın kültür değişmeleri üzerindeki etkisini de keşfetmişti. Gazetecilerin tarafsız olmaları gerektiğine inanan Bediüzzaman'a göre gazetecilerin vicdanına hiss-i diyanet ve niyet-i halisa hükmetmezse millete zarar verirler. Özetle şöyle diyor: "Gazeteci denilen umumi hatipler iki kıyas-i fasitle milleti bataklığa düşürdüler. Birincisi, taşrayı İstanbul'a kıyas ettiler.
Hâlbuki elifbayı okumamış çocuklara felsefe dersi verilemez. İkincisi de, Anadolu'yu Avrupa'ya kıyas ettiler. Oysa bir erkek tiyatrocu kadın elbisesini giyerse maskara ve rezil olur. Ayrıca Avrupa'nın hissiyatı İstanbul'a tatbik olunmaz. Demek Fransız İhtilali bizim için tamamen örnek olamaz."
Bediüzzaman, Türk medyasının batılılaşmak adına sürdürdüğü bu yanlış tutumun sosyal bünyemizdeki çöküntünün en büyük sebeplerinden birisi olduğunu dile getiriyor. Ona göre, Anadolu insanı da Avrupalılar gibi olsun diye, Batının ahlaksız ve sefih tüm yaşayışını aktaran medya büyük bir cinayet işlemektedir. Şöyle der: "Gazeteler iki kıyas-ı fâsid cihetiyle ve haysiyet kırıcı bir neşriyat ile ahlâk-ı İslâmiyeyi sarstılar. Ve efkâr-ı umumîyeyi perişan ettiler. Ben de gazetelerle, onları reddeden makaleler neşrettim. Dedim ki: Ey gazeteciler! Edipler edeplí olmalı, hem de edeb-i İslâmiye ile müteeddip olmalı." O bu sözüyle gazetecileri ve medyayı edebe ve ahlakî sorumluluğa davet etmiştir.
Ona göre medya organları İslam milletinin naşir-i efkârı olmalıdır. "Haber değeri vardır" diyerek Müslümanları rencide eden ve dinimiz tarafından reddedilen her şeyi ekranlara ve gazete sayfalarına taşımak, en hafif tabiriyle, bir ciddiyetsizlik olduğu gibi halkın hukukuna da tecavüzdür.
Medyanın en çarpık taraflarından birisi de iki yüzlülük yapan gazetecileri içinde barındırmasıdır. İşte medyanın bu ikiyüzlü tavrından, bu hafif-meşrepliğinden ve İslam hakkındaki yanlış bilgilerinden dolayı Müslümanlar medyaya karşı öfkeli ve ondan şikâyetçidirler. Demokrasi diyorlar, darbe teşebbüsünde bulunanları "vatanperver" kabul ediyorlar. Çoğulculuk rejimi diyorlar, dindar insanların seçimle işbaşına gelmelerinden rahatsız oluyorlar. "Biz de Müslüman'ız" diyorlar, İslam'ın her emrine itiraz ediyorlar. Tarafsızız diyorlar, şahısların kabahatlerini İslam dinine yüklemeye çalışıyorlar.
İnsan haklarına saygılı olduklarını her fırsatta dile getiren Batılı Medya, Irak ve Afganistan'da bir milyondan fazla insanı tavuk gibi kesenlere karşı sessiz kalamya devam ediyor. Medeni olduğunu iddia eden bir Batılı devletin medyası beş yıldan beridir, Resul-i Ekrem'e (s.a.v) hakaret içeren paçavralar yayınlıyor. Batı'lı yöneticiler ve gazeteciler de utanmadan bunun ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini iddia ediyorlar. Anlaşılan bunlar özgürlük ile hakareti birbirinden ayıramayacak kadar canavarlaşmış insanlardır. Mehmet Akif'in diliyle onlara seslenelim:
Tükürün ehl-i salibin o hayâsız yüzüne,
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün,
Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün.
Ancak bizi sevindiren bir husus vardır: İslam'ın kötülüklerle mücadelede gösterdiği ısrarlı tavır Batı'lı birçok düşünür tarafından keşfedilmiş ve Batı'dan çok güzel haberlerin geleceği zamanların arifesindeyiz. Çünkü medyanın bir asırdan beridir neşrettiği bütün olumsuzluklara rağmen İslamiyet bir denge unsuru, bir istikrar ve bir huzur limanı olarak asil bir duruşla dimdik ayaktadır.
Medya gücünü kullanan ve İslam'ın bu asil duruşunu izleyen tarafsız bazı düşünürler, İslam'ın yüksek ve yenilmez bir karaktere sahip olduğunu artık yavaş yavaş fark ediyorlar.