Bediüzzaman ve Demokrasi

Bediüzzaman ve Demokrasi
Bir ayağı aksak olsa bile, Batı âleminin bugüne kadar bulabildiği en güzel idare etme şekli,  hukukun üstünlüğünü ve insan haklarına saygıyı esas alan demokrasidir. Batı dünyasının ideologları, buldukları bu idare şeklinin mükemmelliğini ve bundan daha iyi bir idare şeklinin bulunmadığını, her ortamda kıskançlıkla savunmuşlardır. Batılılar bununla da kalmayarak, yaklaşık yüz elli yıldan beri, insan hakları ve özgürlükler konusunda kendilerinin önünde olan İslam dünyasına karşı adeta demokrasi ve insan hakları tezi ile meydan okumaya başlamışlardır.

İslam âlimleri ise,  salt bilimi ve pragmatizmi esas alan, fakat nefis muhasebesini ve öldükten sonra dirilmeyi göz ardı eden demokrasi rejimini bugüne kadar hep ihtiyatla karşıladılar. İslam âlimlerinin bu konudaki endişeleri, manevi ve ahlakî boyuttan uzak olan çağdaş demokrasiler hakkında daha da artmıştır. Çünkü İslam’ın kabul ettiği genel ahlak kurallarına aykırı bile olsa, bir ülke halkının çoğunluğu tarafından benimsenen birçok hareket, zamanla demokratik düzen tarafından meşru kabul edilmiş ve bu hareketleri gayri ahlaki bulan kesimler demokrasi düşmanı ilan edilmişlerdir. 

Başka bir deyimle, demokrasi ile idare edilen Batı ülkelerinde, genel ahlak kurallarına aykırı olan bazı hususlar (kürtaj ve ötenazi gibi), halkın çoğunluğu tarafından tasvip gördüğü zaman meşru bir kanun haline gelebiliyor. İşte bu yüzden,  tarih boyunca İslam âlimlerinin ve dindar insanların demokrasiye karşı olan hassasiyetleri artmaktadır.
20 yüzyılın sosyal, siyasal ve düşünsel hayatına damgasını vuran Bediüzzaman’ın demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve özgürlükler hakkındaki görüşü öteden beri hep merak edilmiştir. Şunu söylemek mümkündür: Her konuda iyimserliği ve hoşgörüyü esas alan Bediüzzaman, demokrasi konusunda da orta yolu tercih etmiş ve demokrasi konusunda “Bir şey bütünüyle elde edilmezse bütünüyle terk edilmez” kuralını esas almıştır. Demokrasi anlamına gelen meşrutiyeti “Meşrutiyet-i meşru’a” (şeriata uygun meşrutiyet) kaydıyla benimseyen Bediüzzaman, demokrasi ve hukukun üstünlüğü adına kanunların üstünlüğünü, mutlak eşitlik adına da keyfî muameleyi ve zorbalığı dayatanlara karşı kendi konumunu özetle şöyle ifade eder:
“Toplum hayatında bir çığır açan, eğer kâinattaki yaratılış kanununa uygun hareket etmezse, hayırlı işlerde ve terakkide muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem yaratılış kanununa uygun hareket etmek mecburiyeti var, o takdirde ancak insanların fıtratını değiştirmek lazımdır ki, mutlak eşitliği sağlayabilelim. Ne varki, insan nevinin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, mutlak eşitlik kanununa zıttır. Evet, ben nesep ve yaşayış bakımından avam tabakasındanım. Meşrep ve fikir bakımından da hukuk önünde eşitlik mesleğini kabul edenlerdenim. Şefkat ve İslâmiyet’ten gelen sırr-ı adaletle, burjuva denilen havas tabakasının istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle herkes için adaletin lehindeyim; zulüm ve zorbalığın, tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.”  

O bu sözleriyle, insan haklarına aykırı kanunları bahane ederek insanlara zulmeden sistemlere ve hükümetlere karşı olduğunu ve herkes için adaletin ve hukukun üstünlüğü prensibinin yanında olduğunu dile getirmiştir. Onun için Bediüzzaman eksikleri de olsa, insanın en temel hakkı olan ve insanı insan yapan özgürlüklere ve hukukun üstünlüğüne taraftarlık gösteren demokrasi anlamımdaki meşrutiyeti savunmuş, hatta meşrutiyetin ruhunun şeriattan geldiğini savunmuştur. Nitekim “Bazıları, Meşrutiyet Şeriata muhaliftir, buna ne dersin?” şeklindeki bir soruya şu cevabı veriyor: “Meşrutiyetin ruhu Şeriattan gelmedir; hayatı da Şeriattandır. Fakat zaruret sebebiyle teferruatta bazı farklılıklar olabilir. Kaldı ki, meşrutiyet döneminde meydana gelebilecek her (olumsuz) hadise,  ondan kaynaklanıyor anlamına gelmez. Üstelik yüzde yüz şeriata uygunluk arz eden bir şey var mı? Şunu söylemek mümkündür ki, meşrutiyet sayesinde su-i istimallerin birçok yolu kapatılmış olur. İstibdatta ise su-i istimallerin yolları açıktır.”