Bediüzzaman Said Nursi Suruç'ta Karşılaştığı Enteresan Hadise...
Gazeteci Yazar Abdulkadir İkbal'in "Mazideki Suruç" kitabında değindiği Bediüzzaman Said Nursi’nin Suruç’taki bir hatırasını anlatıyor. İkbal, Şam’a gitmek üzere Urfa’dan Suruç’a giden Bediüzzaman Said Nursi’nin karşılaştığı enteresan hadise bakın neymiş...
Şanlıurfa'nın yetiştirği önemli yazar ve düşünürlerden birisi olan Abdulkadir İkbal'in "Mazideki Suruç" kitabı ile ilgili olarak Millat Gazetesi Yazarı Mehmet Nuri Yardım 'Suruç’un İkbal’i' başlıklı yazısında okuduğu kitaptan ne kadar etkilendiğini belirtirken bir de kitapta geçen Said Nursi’nin Suruç’taki bir hatırasına yazısında yer verdi.
İŞTE O YAZI
Sevdiğim dostlara hazinelerin saklı olduğu kitabevlerini tavsiye ediyorum. Geçenlerde Veznecilerdeki Kitapçılar Çarşısı’nda böyle bir defineye rastladım. Büyük bir heyecanla mücevher kutusunu açtım. İçinden bir kitap çıktı. Adına baktım, Mazideki Suruç yazıyordu. Müellifi ise, yazarımız Abdülkadir İkbal. Ne kadar sevindiğimi tarif edemem. Aşina bir kalemin hatıraları... 1950’li yılların Suruç’u, Şanlıurfa’sı... Eh ben de çeyrek Urfalı sayılırım ya... 1973’te “Peygamberler Şehri”nde bir sene okul okumuştum. Kitaba hemen sarıldım.
Ramazan’ın son günlerinde elimden düşmedi. Okudum, satırların altını çizdim, derkenarlar çıkardım, notlar düştüm. Suruç’u görmeden sevdim. İlk fırsatta ziyaret etmek istedim. Ağabeyimiz, aslında yüreğindeki şehri anlatıyor. Yaşadığı acıları, tattığı sevinçleri, sevdiği insanları, Anadolu’nun yoksulluğunu, sahipsizliğini buna rağmen inancını, sabrını ve tevekkülünü dile getiriyor. Hatıralar, beni memlekete taşıdı, ortak noktalara taşıdı. Suruç, yazarımız için “Bir tarih, şiir ve harikalar manzumesidir.” Bizim içinse bir ikbal, bir talih...
1950’den önceki mahrumiyetleri, ama Demokrat Parti ile başlayan refahın izlerini görüyoruz. Arabanın, radyonun, lambanın olmadığı devirde insanların yaşama sevinci, ibadet aşkı ve dostluk izlerine tanık oluyoruz. Hele kış geceleri. Tabiatın envai çeşit güzelliklerini film şeridi gibi seyrediyoruz. Nar bahçeleri, söğüt, erik, ceviz, dut ağaçları gönülleri şad ediyor. Ya Nevruz şenliklerine ne demeli? Nevruz-u Sultani! At yarışları, uçurtmalar, fayton arabaları ve köylerde yetiştirilen güller... Bir bayram gecesinde Suruç’taki bayramları okudum. Baştan sona bereket, yürekten hasret, tepeden tırnağa memleket! Dinî hayat ve tarikatlar. Yazar, Bediüzzaman Said Nursi’nin Suruç’taki bir hatırasını anlatıyor:
“Şam’a gitmek üzere Urfa’dan Suruç’a giden Bediüzzaman Said Nursi’nin karşılaştığı enteresan birhadise var. Bediüzzaman Urfa’dan Suruç’a giderken yolda bir kaç köylüye rastlar ve bazı sorular sorar. Ancak verilen cevaplar son derece müşkildir. Bu durum karşısında Said Nursi hayret içinde kalır. Çünkü sual sorduğu kişiler, ‘Ağam bilir, gidip ağadan soralım.’ derler. Bu cevabı alan Bediüzzaman, tekrar Urfa’ya geri döner ve şimdiki Yusuf Paşa Camii’nde bir hutbe verir. Özellikle hadisenin kendisine çok tesir ettiğini söyler ve şöyle devam eder: ‘Aklınızı ağaların cebinden çıkarın ve aklınızı başınıza alıp kendinizi kendiniz düşünün! Bazı şeyhlerin de ellerini ceplerinizden çıkarın! Hem aklınıza, hem de malınıza sahip olun.’ der. Bediüzzaman, İslam hususunda Suruç’ta çok büyük bir boşluğun varlığını anlar. Gerçekten o zamanlar birçok hurafeler din diye anlatılırdı.” Bunları okurken FETÖ’nün robotlarını hatırladım. Ülkeyi satmayı, ihanet etmeyi ‘din’ diye anlayanları... Demek ki hastalık eski. Akıl düşünmeyince, kalp hissetmeyince bataklık kesin!
Sayfaları heyecanla çeviriyorum, yüzlerce anekdot. Birini daha paylaşmalıyım: “Henüz küçük yaşlarda iken namaz kılardım ve Kur’an okumak üzere hocalara giderdim. Bir gün Suruç Çarşısı’ndaki büyük bir kalabalık ilgimi çekti. Oradaki insanlar bağırıp çağırıyorlardı. Kimisi ‘Allahu Ekber’ diyor, kimisi şapkasını havaya fırlatıyordu. Büyük bir merakla kalabığın arasına girdim, ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Gördüğüm kadarıyla herkes Ahmet Bican Camii’nin minaresine çıkmış bir adama bakıyorlardı. Sordum, bana cevaben ‘Ezan okunacak’ dediler. Çünkü o ana kadar ezan ‘Tanrı Uludur’ diye okunuyordu. Henüz altı-yedi yaşlarındaydım, tam anlamamakla beraber ezanın okunacağını ancak anlayabilmiştim. Minarelerden ezan sesi yükselince sesler birbirine karıştı. Kimisi hüngür hüngür ağlıyor, kimisi sevincinden secdeye kapanıyor, kimisi de şapkasını havaya atıyordu. Meğer ezan hakkındaki yasak kalkınca ilk ezanı duymak için halk Ahmet Bican Camii’nin etrafına koşmuştu. Suruç o gün değişik bir havaya bürünmüştü. İşte bütün kalabalık onun için toplanmıştı.” Bu satırlar ibretlik. CHP’nin 1940’lı yıllardaki tek parti baskısının canlı şahididir İkbal ve halkın Ezan-ı Muhammidi’ye olan sevgisini anlatıyor.
Küçükken annesi vefat eden yazarımızın anlattıklarını okuyunca gözlerim yaşardı, bazı satırlara ise tebessüm ettim. Yaşanmış hayat, bütünüyle kitaba samimiyetle sinmiş. Hele fakir ailenin köye dönüşü tam bir dram, hüzünlü bir hikâye... “Urfalı yıllar” ise ayrı nefasette. ‘Sıra Geceleri’nin ‘görgü ve edep kuralları’na bağlı olduğunu öğreniyoruz. Şehrin muhteşem sivil mimarisini temaşa ediyoruz. Urfalı zenginlerin kuşluk vakti çarşıdan alışveriş yaptıklarını, aldıklarını kimseye göstermeyişindeki inceliği düşünüyoruz. Kitabın sonunda Suruç tarihi, efsaneleri ve ilçeye dair yazılanlar var. Suruç Kaymakamlığı, Şanlıurfa Valiliği, belediye başkanları, ilçe milli eğitim müdürleri eseri tüm öğrencilere, halkımıza okutmalı. Zira dünü bilen nesil, toprağa daha sağlam basar, yarına da emin adımlarla yürür. (Kent Işıkları Yayınları, 0212 5190009).