Bediüzzaman, Divan-ı Harb-ı Örfi ve31 Mart Hadisesi
Bediüzzaman "Divan-ı Harb-i Örfi" adıyla şöhret bulan belgesel niteliğinde, nadide bir eser telif etmiştir. Bu eserin tam adı "İki Mekteb-i Musibetin Şahadetnamesi Yahut Divan-ı Harb-ı Örfi ve Said-i Kürdi" dir.
Eserin konusu isminden anlaşılmaktadır. Esere "iki Mekteb-i musibet" adı verilmiştir. Bunun izahı şudur: Birinci musibet mektebi tımarhanedir. Çünkü Bediüzzaman, 1908'in ilk yarısında Sultan Abdülhamit tarafından tımarhaneye gönderilmiştir.
Eserin son bölümünde tımarhanede doktorla yaptığı karşılıklı konuşmalar yer almaktadır. İkinci mekteb-i musibet ise, 13 Nisan 1909 tarihinde başlayıp padişah Sultan Abdülhamit'in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan ve eski takvime göre tarihte "31 Mart vakası" olarak bilinen anarşik olaylardan sonra kurulan olağanüstü mahkemedeki müdafaaları, 31 Mart vakasından sonra girdiği hapishanede ve mahkeme safhalarında çektiği çileyi dile getirmektedir.
Eserin baş tarafı ve büyük bir kısmı bu müdafaalardan oluşmaktadır. Müdafaaların bir kısmı, Harbiye nezaretindeki ilk sorgusu esnasında yetkililere yaptığı konuşmalardır. Üçte ikisini oluşturan kısmı da, 24 Mayıs 1909 günü ikinci Divan-i Harp mahkemesindeki duruşması esnasında söylediği sözlerdir.
Diğer kısımlar (on bir buçuk cinayet ve on bir buçuk soru bölümü) ise, tahliyesinin ikinci günü (25 ve 26 Mayıs günlerinde) birinci Divan-i Harpteki duruşması esnasında, masumları kurtarmak için yaptığı müdafaadır. Bu durumda son mahkemeye (birinci mahkemeye) tutuksuz olarak gittiği söylenebilir.
Ancak Bediüzzaman'ın, olağanüstü mahkemede müdafaasını yaparken dile getirdiği gerçeklerin anlaşılabilmesi için 31 Mart Vakası'nın kısa tarihinin bilinmesi gerekir.
31 Mart Hadisesinin
Kısa Tarihçesi
Eserde sözü edilen konulardan biri, 31 Mart Vakasıdır. Bediüzzaman'ın 31 Martla ilgili görüşlerine geçmeden önce bu tarihi olay hakkında kısaca bilgi vermek gerekir. Bilindiği gibi, bir kısın Osmanlı Türk subaylarının baskısıyla Sultan II. Abdülhamit 23 Temmuz 1908'de Anayasayı yürürlüğe koyarak 2. Meşrutiyeti ilan etmiş oldu.
Ancak 2. Meşrutiyetin ilk seçimleri Türklerle Türk olmayanların mücadelesi şeklinde geçmişti. Sonuçta 17 Aralık 1908'de Padişah II. Abdülhamit tarafından açılan Meclis-i Mebusandaki Türk milletvekili sayısı Türk olmayanlardan azdı.
İktidarda olan İttihat ve Terakkicilerin memleket sathında başlattıkları su-i kastlar halkı huzursuz etmişti. Ayrıca İttihatçıların kendi adamlarını devlet dairelerine yerleştirmeleri ve medrese talebelerinin askere alınması konusunda meclise kanun tasarısı sunmaları gibi sorumsuz icraatları iç huzursuzluğu arttırmıştı.
Halk arasında İttihatçıların mason olduğu söylentisi, medrese talebelerinin askerliğinin ilme ve ilmiye sınıfına karşı bir darbe olarak kabul edilmesi ve ordudan çıkarılan alaylı (eğitimsiz, fakat tecrübeli) subayların okullara devam eden insanları "kâfir" gösterme yönündeki propagandaları ile çalkalanan muhalefet, Kıbrıslı Derviş Vahdeti'nin kurduğu "İttihad-i Muhammedi Cemiyeti" etrafında birleşmişti.
Derviş Vahdeti'nin çıkardığı Volkan ve Mizancı Murad'ın çıkardığı Mizan gazeteleri İttihatçıların aleyhinde çok şiddetli yayın yapıyordu. İşte bu şiddetli muhalefet sonucunda İstanbul'da 13 Nisan 1909'da büyük bir ayaklanma başladı.
Olaylar, Taşkışla'daki Avcı Taburlarına mensup erlerin, kendi subaylarını hapsettikten sonra Sultanahmet meydanında toplanmalarıyla başladı. Kanlı ayaklanma 12 gün sürdü. Nihayet olaylar, 23-24 Nisan 1909 günü Selanik'ten gelen Hareket ordusunun müdahalesiyle bastırıldı.
İttihatçıların tesirinde kalan Meclis-i Meb'usan'ın bazı üyeleri ve bir kısım paşalar, yaptıkları kulislerle Sultan II. Abdülhamit'in tahttan indirilmesine karar verdiler. Padişah, anarşinin büyümemesi için maiyetindeki askerlerle Hareket Ordusuna karşı çıkmayarak kaderine rıza gösterdi ve 27 Nisan 1909'da saraydan uzaklaştırılarak gözaltına alındı.
Buraya aldığımız tarihi bilgiler genelde tarafsız tarihçiler tarafından ortaya konan görüşlerdir. Kuşkusuz olayların çıkış sebebini tamamen, ülkede aydınlanmaya karşı çıkan irticacı ulema ve dervişlerin isyanına bağlayan tarihçilerin yorumlarını tarafsız olarak kabul etmek mümkün değildir. Ancak Divan-ı Harb-i Örfi mahkemesinde sorgulananlar, İttihad-i Muhammedi Cemiyetine üye olmak ve şeriat istemek ya da irticacı olmakla suçlanmışlardı.